Mevlit kandilini kutladığımız bu günlerde O (SAV), inananları yüksek ahlaki değerlerle donatıp kötülükten uzak tutmak amacıyla hayatın her alanını kapsayan kurallar getirmiştir. Onun önerilere önem verenler, hayatlarını bu kurallar çerçevesinde düzenler ve işlerini dinin izin verdiği ölçülerde yaşamaya özen gösterir. Takva denilen yolda yürüyenler, ise dinin en küçük düsturunu bile ihlal etmemeye çalışır.
Değerlerin sarsıldığı ortamlarda, dinin ölçülerini titizlikle uygulamak zorlaşabilir. Bu şartlara maruz kalanlar, normal bir dönemdeki gibi her konuda hassasiyet beklerse çevresindekileri uzaklaştırabilir.
Toplumun ve dönem şartlarının elvermediği durumlarda, dinin temel kaynaklarından bulunacak yeni açılımlar ile hayatlarını, dinin ruhuna ve temel değerlere aykırı düşmeden, şekillendirir ve faaliyetlerine yeni boyut kazandırırlar.
Bazı zamanlar, Mevlâna gibi herkese gönlünde yer açmak gerekebilir. Günümüzde, onun geleneğini sürdürenler, bu yolu folklor haline getirmiş olsalar bile, toplumun dinden koptuğu bir dönemde insanların içinde az da olsa kıpırtı oluşturan her faaliyet topluma değer kazandırır.
Zor Koşullar Altında Din
Bediüzzaman, ağır baskı dönemlerinde farzların yerine getirilmesini ve büyük günahlardan kaçınılmasını yeterli görmüştür.
Günahların kol gezdiği bir ortamda inzivaya çekilip kendini koruma altına almak, niyet olarak iyi olsa da bu kişiler aktif hayattan koparak kötülere meydanı bırakmış olur.
Takvayı koruma adına kabuğa çekilmek doğru değil.
Aksi halde, şahsi hayatlarında çok hassas olanlar, çocuklarının ve toplumun değer kaybını önleyemezler.
Toplumun İçinde Olmak ve Sorumluluk Almak
Hayrı tavsiye edenlerin olmadığı bir ortamda kötü niyetliler, topluma yön verir.
Bilinçli bir şekilde günahtan uzak durarak yapılacak her hizmet takdiri hak eder.
İnandığı değerleri topluma mal etmek isteyenler, münzevi hayatı bırakıp toplumun içine karışmalı, hayatın her alanında görev alıp rol model olmalı.
Bu perspektiften bakanlar,
Dinin usulleriyle çelişmeyen her faaliyete açık olmalı ve mevcut imkanları olumlu hizmetlerde kullanma fırsatı kaçmamalı.
Dinin emir ve yasakları bellidir;
Onun haram kıldığı bir şeyi helal gibi göstermeye kimsenin hakkı yoktur.
Din, savaş şartlarında dahi namaz gibi ibadetleri terk etmeyip devam ettirecek kanallar açmıştır.
Ancak, dinin sınırlarını tanımadan, sadece keyfine göre davranmaya kalkanlar, kendilerini dinin dışında bulurlar. Bu tür ortamlarda insanları laubalilikten korumak giderek zorlaşır.
Yozlaşma ve Kötü Yönetim
Yozlaşma başladığında yönetim yetkisini kişisel çıkarları için kullananlar, medyayı da arkasına alarak yolsuzluklarını halk yararına gibi gösterebilir.
Bu tür yönetimlerin olduğu yerde, her adımda rant paylaşımı yapılır ve devlet çarkları hırsızlara hizmet edecek şekilde kurulur.
Bugün Türkiye, din adına yola çıktığını iddia eden sınır tanımaz bir yönetimin elinde büyük bir çöküş yaşamaktadır.
Kolaycılığı tercih edenler, aldıkları fetvalarla dini kurallara başkaldırdı.
Dinin;
Toplum malını koruma,
Hak ve adaletle hükmetme,
Yalanı hayatından çıkarma,
Kötülükten uzak durma, gibi en temel hükümlerini hiçe saydılar.
Hırsızlık yapmadan, hak-hukuk çiğnemeden, yalan söylemeden, muhalifleri hakaretlerle aşağılamadan rekabet edemeyecekleri gibi sapık bir din anlayışıyla hareket etti, dinin-hukukun tüm sınırlarını yıkıp geçtiler.
Toplumda kötülüğü yaygınlaştıran bu kadro, devlet memurlarını şahsi çıkarları için kullanarak, adalet sistemindeki kuralları rafa kaldırdı, hırsızlıkların önünü açtı.
Haksızlığa göz yummasını istedikleri devlet memurları, emanetine verilen yerde şahsi çıkar elde etti. Yaptıkları rüşvet ve hırsızlıkları aklamasını istedikleri hâkim ve savcılar, rüşvetsiz iş yapmaz hale geldi. Masumlara işkenceyle suç kabul ettirme talimatı verdikleri polis ve gardiyanların, ahlak sınırlarını zorlayan uygulamaları mide bulandırmaya başladı. Öndekileri taklit eden partiler, birbiriyle hırsızlık yarışına giriştiler.
Bununla da kalmadılar. Kerbela’da Emevîlerin Medineli kadınları helal gördüğü gibi bir anlayış despot yöneticiler eliyle Türkiye’de devreye sokuldu. Dindarlık, başörtüsü mücadelesi iddiasında bulunanların, düzmece suçlarla hapse attığı başörtülü kadınlara çıplak arama yaptığını bütün dünya iğrenerek öğrendi.
Sınır tanımayanların yönetimde olduğu her dönemde, benzeri kan donduracak kötülükler işleniyor.
Geçmişte; Moğolların Bağdat’ı işgalinde, Endülüs’ün yıkılışında, Pakistan-Hindistan bölünmesinde, Cezayir’in bağımsızlığında, Bosna savaşında, Myanmar’da, Çin toplama kamplarında … görülen insanlık dışı işkence ve taciz olayları, şimdi dindarlık kisvesi altında tahrik edilen taraftarlar eliyle Türkiye’de yaşanıyor.
Bunlar, 15 Temmuz’da ortaklarıyla kurguladıkları senaryoya gerçek süsü verip yönetimi ele geçirme uğruna;
Boğaz köprüsünde gencecik bir askeri öğrenciyi başını keserek öldürttü.
Bir generali birliğinden çağırtıp Genelkurmay binası içinde katletti.
Kendi reklamcılarını keskin nişancıyla vurmaktan kaçınmadı,
Kalabalığa ateş emri alan birlik komutanları, dikkatli davranmamış olsaydı parti teşkilatı organizesi ile belli yerlere yığılmış çoğu partili on binlerce masum insan bugün hayatını yitirmiş olacaktı. Ölen parti reklamcısı Erol Olçok’un eşini şehit yakını olmakla avutmaya çalıştıkları gibi, öldürecekleri binlerce partilinin yakınını da ‘aileden şehit çıkmasıyla’ avutacaklardı.
*Fethullah Gülen’in “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser