İnsanoğlu önüne çıkan şartlara göre yeni tercihler yaparak hayatını devam ettiriyor. Seçim hakkının kendine verilmesi bir yandan özürlük alanını genişletirken bir yandan da onu hataya açık hale getiriyor. Kimi zaman kusurlar kendine zarar vermekle kalmıyor, çevresini de etkiliyor. Bir şekilde yetkiyi eline geçirmiş olanların zararı ise yetkisinin büyüklüğüne göre bazen bir şehir ahalisini, bazen bir ülkeyi bazen dünyayı tehdit ediyor.
Medeni ülkeler, insanın bu zaafını bildiklerinden hayatın her alanını kurallarla sınırlandırmışlar ve bireylere uyma zorunluluğu getirip toplum düzenini sağlamışlar. İnsanlar, kendi iç dünyasında hata yapsa da bunun çevreye zararını kesin hatlar çizerek önlemişler. Özgürlük alanını kullanarak ülke gelişmesine katkı yapacak yeni şeyler üretme fırsatınız var, ancak verilen sınırları aşmanıza başkasına zarar vermenize müsaade etmiyorlar.
Amazon gibi alışveriş platformlarında serbest ticaret yapanlar bilirler, sistemi kuranlar bir yandan size sanal ortamı kullanarak gelir elde etme imkânı sunarken bir yandan da yaptığınız işin benzerleriyle haksız rekabete yol açmamasına özen gösteriyorlar. Otokontrol mekanizması yanlışlık yapanın sistemden faydalanmasını engelliyor.
Doğu toplumlarında bir şekilde yönetimi ele geçirenlere gelince onlar, bunun keyfi kararlarını engelleyeceğini bildiklerinden, kurallı bir ülke istemiyor serbestçe hareket edecekleri bir sitemi özlüyorlar. Putin Rusya’da önce her şeyi kendinin belirlediği bir düzeni kurdu, sonra geçmişteki Sovyet yayılmacılığı hayaliyle her yere saldırmaya başladı. Dünyanın birçok bölgesinde el altından yürüttüğü vekalet savaşları ile ülke vatandaşlarını basit ayrılıklarla birbirine kırdırdı. Hırsı için Ukrayna’yı işgale kalktı tank ve toplarla bir ülkeyi yerle bir etti.
Kuralsız totaliter yönetimler kendi vatandaşlarının hayatını da zindan ediyor. Son dönemde buna Türkiye de katıldı.
Prof. M. Efe Çaman bu haftaki yazısında fırsatçı, kifayetsiz, muhteris birinin ülke yönetimini ele geçirdikten sonra topluma ait varlıkları üzerine geçirmek için ne tür kirli yollar kullandığını özetle şöyle anlatıyor.
“Fakirlikten gelmenin aç gözlülüğünü içinden atamıyor, ülkenin kaynaklarını ele geçirmek için her yolu mübah görüyor. Gözü hep yükseklerde, fırsat kolluyor, av bekleyen avcı gibi herkesin boşluk anını yakalayıp onun işini bitirmek için sürekli pusuda bekliyor. Sıkıntıda olduğunu gördüğü birine timsah gözyaşlarıyla yaklaşıp onlarla ortaklık kuruyor, basit yemlerle problemini çözecek küçük kabadayılık hamleleriyle onu avlıyor.
Her yerde para kokusu arıyor, kazanmak için siyaseti paravan olarak kullanıyor. Bastıramadığı çalma duygusunu saklamak için idealist-fedakâr-olgun-dini bütün izlenimi vererek yaptıklarına mütedeyyin desteği alıyor. Cehaletini bildikleri halde hırsını kullanarak taban genişletmeyi uman eski arkadaşları, ortaklık kuruduktan sonra demagojisiyle baş edemedi ve uzaklaştı. Partililerin güçle başları döndü, yıllardır istedikleri eşit yurttaşlık iddiasından vazgeçti. Antipati toplayan eski liderleri yanında, nabza göre şerbet vererek yol alan, maddi sonuç için her kılığa giren, karanlık odakların en çirkin hile ve tuzaklarını uygulamaktan kaçınmayan birinin… yaptığı ahlakla bağdaşmayan ticari ilişkilerini uyguladığı insanlık dışı vahşeti iktidar açlıklarını giderme uğruna görmezden geldiler.
İstanbul belediyesinde hırsızlıkla başlayan servet hırsı, başta kendi lideri olmak üzere çevresinin üstüne basarak ilerlemesini, devletin tüm basamaklarından hızla atlayıp en üst konuma kadar yükselmesini sağladı. Yüzük gösterip başladığı siyasette ülkenin en zengini haline geldi, ideal uğruna tüm hırsızlıklarına göz yumuldu. Dava diyerek kandırıp yetki aldıktan sonra, sadece cebini doldurmaya yöneldiğini tüm dünya iğrenerek izliyor, ama basın bombardımanıyla uyuşturulmuş toplum ya korkudan ya da aldanarak tepki verme gereği duymuyor.
Dinin adını kullanıp öne geçen biri, çevresini kendine benzetti namuslu sanılanlar cebini doldurma derdine düştü, hırsızlığı dava kılıfına sarıp tüm etik ve ahlaki kurallar çiğnendi, devlet kesesinden çaldıkları gemicikler dev filolara dönüştü. Artık hırs tamamen gözlerini bürümüş para kokusu aldıkları yerde dinin hiçbir kuralını tanımadılar, güç uğruna dinin içini boşalttı, ahlakın rafa kaldırıldığı bir din anlayışı yerleştirdiler.
Dini, suçlarını meşrulaştırmak için malzeme olarak kullandı, çaldıkları ihale açılışında dua yaparak halkı kandırdılar. İsrail’in vahşetini kınayıp, Hamas’a destek görüntüsü verdiler, arka planda ballı servet uğruna gemi filoları ile İsrail’e lojistik destek sundular. İnsani değerleri tüketti, ibadetin içeriğini yok edip folklordan ibaret hale getirdi, ahlaki değerleri öne çıkaran bir topluluğu, ahlaki hiçe sayan bir topluma dönüştürdüler.”
Otokontrol sistemlerinin olmadığı Türkiye gibi doğu toplumlarında, sadece elde edeceği maddi kazanca kilitlenmiş menfaatperest bu türden yönetimlerin etkisi altında, her türlü kötülüğe dini bir kılıf uydurulup korkusuzca işlenirken hak kaybına uğrayanlar işkence görenler hayatı karartılanlar hak arayabilecek hiçbir merci bulamadı.
Hatasından pişmanlık duymayanın yaptığı yanlışları görmesi mümkün değildir, artıklarından beslenenler her türlü kusur ve kabahatini maharet gibi sunarak onu taşkınlığa sevk eder. Çok büyük suçlar işletip gerektiğinde kıskıvrak yakalamak isteyenler ellerini ovuşturarak onun önünü açar, hayatın kendi etrafında şekillendiğini gören böyle birinin kendinde güç vehmetmemesi çok zordur.
Yaptığı kötülüklerin marifet olduğunu, herkesin onun becerisine güvenip desteklediğini zanneder.
Yanlışını gösteren kalmadığı için hiçbirinden vazgeçmeyi düşünmez, alkışlar arasında inandığı tüm değerlerin yok olup gitmesine karşı tedbir almak aklının köşesinden geçmez. Verdiği zararın farkında olmadığı için kendini seçilmiş biri olarak görür, topluma Kaf dağından küçümseyerek bakar. İnsani duyguları öldürdüğü için, acıma duymadan en masum insanlara gözünü kırpmadan zulmeder. Kötülükle iyilik arasındaki farkı kaybettiği için, işlediği büyük cürümlerin kendisinde ve toplumda yaptığı tahribat onu hiç rahatsız etmez. Ulus çapındaki suçların cezasız kalmasından aldığı cahil cesaretiyle, uluslararası büyük suçlara bulaşır.
Suç üstünde yakalananlar, pişmanlık duygusunu tamamen defterden sildiler. Cürümlerin hesabını kimseye vermek istemediler. Tüm kontrolü ellerine alıp dünya da kendilerini sorgulayacak kimsenin kalmamasını umdular. Ülkenin kaybetmesi pahasına en kirli kesimlerle ortaklıklar kurup siyasi ömürlerini uzatma yolu aradılar.
Öne geçenler, açıktan suç işleyerek elde ettikleri servetlerle zevk sefa sürerken, toplum geneli imkansızlıklar içinde kıvrandı, kimisi yapmadığı suçlardan yargılandı, kimisi boyun eğmediği için işkence gördü, kiminin tüm varlıkları yakılıp yıkıldı, imkanları elinden alınıp açlığa mahkûm edildi.
Kusurların insan vicdanında oluşturacağı geri dönülmez yaraları saracak en önemli duygulardan biri pişmanlık hissidir. Yanlışın tekrarından alıkoyacak bu his sayesinde insan kendi iç dünyasında bir otokontrol mekanizması kurar. Büyük yanlışlara giden yolun küçük adımlarla başladığını bilenler en basit bir hatadan sonra hemen geri dönüp pişmanlık içinde bir daha yapmamaya söz verirse bu onun iradesini güçlendirir. Dikta heveslilerinin hiç yanaşmadığı pişmanlık duygusu sahibini, kötülüklerden uzaklaştırır, hatalarını gözden geçirip onlardan kurtulmanın yolunu arayan, yanlıştan uzak kalabilir.
Hataların ileride insanı nereye sürükleyebileceğini bilmeyenlere gelince onlar, hiçbir şey olmamış gibi kabahat çıtalarını yükselterek yola devam eder. Ayıp ve günah kavramını defterden silenler kötülüklerden pişman olmayı düşünmez bu yolla kendine kötülük ettiğini yasak çiğneyerek yüce yaratıcının verdiği temiz bedeni kirletip ona saygısızlık yaptığının farkına bile varamaz. Bataklık içinde debelenip durduğu halde gözden geçirip bu çirkin durumdan uzaklaşma gereği duymaz hiçbir şey yokmuş gibi davranır.
Biri, yanlışlık yaptığı halde bundan rahatsız olmuyorsa, herkesin gözü önünde yalan söylediği halde yüzü kızarmıyorsa, hırsızlıktan yakalandığı halde onlara kılıf uydurup kendini aklamaya çalışıyorsa, daha ileri gidip hırsızlığı tespit edeni suçlama çaresi arıyorsa, bu kadar büyük sapkınlık içine girmiş birinin geri dönmesi çok zordur. Onların, düşünce dünyası zararlı virüsler tarafından işgal edilmiş vücut gibidir. Davranışlar insani değerlere göre değil de şeytani telkinlere göre belirlenir, kendini hatadan uzak olduğunu zanneder yanlışını göremediği gibi gösterenleri de düşman ilan eder, yetkisini kullanarak kendi kusurunu başkasına atıp suçlamayı düşünür.
Nedamet hissini kaybeden geri dönmeye gerek duymayacağı için, sürekli suç çıtasını yükseltir gırtlağına kadar bataklığa saplandığı halde hala kendinde bir marifet olduğunu düşünerek ilerler. Hatalar küçükken dönme fırsatını kaçıran bu mizaçların cesareti benzerlerini de suça teşvik eder, herkes bulduğu boşluktan faydalanıp korkusuzca kabahat işleme yönelir. Hasılı dünyayı ateşe veren gaddar ve zalimler genelde küçük sapmalarla başladıkları yanlış yoldan dönmekte zorlanan ve üstünü örtmek için daha büyüklerine girişenler arasından çıkar.
Halbuki, insani öne çıkaran prensiplerin uygulandığı bir toplumda, herkes eşit kurallar çerçevesinde hayatını sürdüreceği için yaşam kalitesi yükselir. Özellikle İslam dini pişmanlık duygusunun hayatın bir parçası haline gelmesine özen gösterir. Bireyi kusurlardan korumak için dua ve istiğfarla yüce yaratıcıdan af dilemeye ve aynı hatayı tekrar yapmamak için söz vermeye çağırır. Allah’a ellerini açıp işlediği cürümlerden dolayı pişmanlık duyan birinin iç dünyasında kendine verdiği sözler onu adeta kötülüklerden kuruyacak bir siper haline gelir.
*Fetullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser