Bütün semavi dinlerin özünde insanları kusurlu davranışlardan uzak tutmak yatar. Dini kabullenmek tek başına yeterli değildir onun, hayata şekil veren yaklaşımlarını uygulamayan bireylere kazandıracağı fazla bir şey yoktur. İslam dininin temel kaynağı Kur’an, birçok yerinde insanları inandıktan sonra salih amelle imanı pekiştirmeye davet eder. Her Mümin, tavsiye edilen davranış kalıplarına göre hayatı planlaması gerektiğini bilir.
Dinin kuruluş aşamasındakilerin (başta İslam peygamberi (SAV) ve onun izini takip eden sahabelerin) hayatı müminler için rol modeldir. Onların, anlatarak yaşayarak gösterdikleri hakkında yazılmış ciltler dolusu kitap dinin temel kaynaklarıdır onların, üzerinde uzlaştığı kurallar hayata geçmeden din mensuplarında çok fark oluşturamaz. Bu değerleri önemsiz görenlerin çizgisini koruması, hatadan uzak durması zordur.
Dinin en temel hedefi, inanmış insanlara değer kazandırmak ve kusurlu davranışları hayatından çıkarıp attırmaktır. Sağlıklı bir toplumun reddettiği hata ve kusurlara devam eden dindar bile olsa, kendiyle çelişki içinde zaaflarla malul zavallı durumuna düşer. Din deyip dinin hayati prensiplerini basit bir engelde çiğneyip geçenler, inançla ilgili esasları kabul ettiği halde onun getirdiği davranışları gereksiz görenler kusur işlemeye yatkındır.
Sağlam bir dini eğitimi almamış olanlar, atadan oğula aktarılanla yetinir, bir adım ötesine geçiremezse dinin prensipleri bir anlam ifade etmez. Alışkanlık ve örfe bağlı olarak hayatına dilediği gibi devam edenlerin inancı taklitten ibaret kalır. Taklitle yetinenler ise nefsin sınır tanımaz istek ve arzularına direnmesi ve kendi hakkına razı olması güçleşir. Bedüzzamanın ifadeleri içinde insan nefsi onu sık sık hataya zorlar, eğer bunları frenleyecek bir iradeye sahip değilse basit bir kusurla başlayan hatalar artarak devam eder ve geri dönmesi imkânsız yola girilir.
Batılılar kolluk kuvvetleriyle her türlü önlemi almalarına rağmen uyuşturucu bağımlılarını durdurmakta zorlanıyor, tercihine müdahale edemedikleri yetişkinlerin kendisine ve çevresine zararı engellenemiyor. Okul çağındakileri korumak için çok yoğun tedbir alıyorlar ama gençlerin, zorla giriş hakkı elde ettiği okuldan atılma pahasına uyuşturucu kullanımı önlenemiyor. Yani hatanın zararı o günle sınırlık kalmıyor hayatın farklı diliminde sizi etkiliyor, alkol ve uyuşturucu bağımlıları rehabilitasyon merkezlerine yığınla para ödese bile bazen kurtulamıyor.
Taklidi dindarlık zaaflarla mücadele edecek bir iradeyi harekete geçiremez. Hırsızlık, dinen yasak, hukuk sistemleri çok büyük cezalarla önüne geçmeye çalışıyor. Güvenlik birimleri, adalet mekanizması insanların kendi hakkıyla yetinmesi, başkasınınkine göz dikmemesi için gece gündüz mesai harcıyor. Ama kısa yoldan her istediğini elde etmeye yönelenleri engellemek pek mümkün olmuyor. Yakalananlar cezasına katlanırken, elinde yetki olanlar hırsızlığa bir kılıf bulup kendisini aklamaya yelteniyor.
1994’te, bir yüzükle siyasete başladığını bunun dışında bir varlığın haksız kazanç olacağını tüm Türkiye’ye ilan edenler, o günlerde seküler partileri yolsuzlukla suçladı, Hz. Ömer adaleti vaadiyle halktan oy istedi, bize güvenin emanetinize asla ihanet etmeyiz dediler. Sonra ilk kez devlet yönetmenin imkân ve fırsatlarıyla karşılaşınca başı döndü, her müminin kaçınması gereken ihaleye fesat karıştırdı, suçla hesabi bilinmeyen servetler kazandı.
En doğru çözüm biziz dedi, halkı hukuksuzluktan koruyacak tek çare görüntüsü verip öne geçti, çare mi dert mi olduğu anlaşılmayacak bir yere sürüklendi. İnanmışlar bizi yanıltmaz diyenlerin tüm tahminlerini boşa çıkardı, seküler kesimlerin bile asla tevessül etmeyeceği kirli yollara hiç çekinmeden girdi. Ayak oyunu yapmaz denilenler şeytana pabucunu ters giydirecek ayak oyunlarıyla halkı kandırdı. Alt edemediklerine iftira attı, hukuk sistemiyle ceza yağdırdı, kimini tuzağa düşürüp bağladı. Bilgi kaynakları tek merkezde toplandı masum halk aynı yönde haberlerle yalanlar gerçek gibi sunuldu.
Yakalandığında suçunu yolsuzluk hırsızlık değildir fetvasıyla savurmaya kalktı, polisleri iktidara tuzakla itham etti, adalet sistemini dağıttı, hâkim ve savcıları kendine bağlayarak suçların üstünü örttü. Düz hatadan arınmış bir dinin sınırları dar geldi kendine göre bir din yorumuyla masum halkı kandırdı. İnananlara güveni yıktı, daha fazla hak-hukuk çiğneyerek istediğine ulaşmaya kalktı. İnanmışlar arasında hırsızlık yaygınlaştı. Kimini terörle ilişkilendirip mallarına göz koydular, üzerlerine geçiremediklerini de mafya örgütü gibi gelirlerine ortak oldular.
İnançla davranışlar arasında sıkı irtibat olmalıdır ki o inanca uygun tavırlar sürdürülsün bu koparsa çizgiyi korumak zor. Mustafa Koç’un “Erdoğan Allah’a inanır ama güvenmez” sözü yaşananları tam tarif eder nitelikte. İnancın getirdiği esaslara güvenmeyen biri, dinin örften öteye geçmesini istemedi, en hayati emir ve yasakları görmezden geldi, dini başkalarının hayatını sınırlandırmada kullandı kendi hayatı o kurallara başkaldırı içinde geçti. Toplumu yanlıştan uzak tutma gibi bir kaygı taşımadığı gibi tavır ve davranışlarıyla herkesi yanlışa özendirdi. İçini dolduramadığı dini bizzat kendisi tahrip etti, dinle doğruluk arasındaki en sağlam bağı yıktı, onun getirdiği esaslar değersiz bir eşya gibi buruşturup attığı halde, dinin adını kullanıp layık olmadığı makamlara kadar yükseldi.
Erdoğan bulunduğu her konuma yalan ve hileli yolla bakasının hakkını gasp ederek geldi.
Partide normal yolla öne çıkma şansı yoktu, başkandan habersiz belediye ihalelerinden pay aldı, haksız kazançla parti kurdu arkadaşlarının yıllarca emek vererek topladığı oyu çaldı. Servet dağıtarak üstünlük kurduğu ilk seçimde ülkenin köklü partilerini ANAP-DYP’yi eritti onların sağ seçmenlerinin üstüne kondu. Demokrasi vaadiyle kandırdığı AB kredileriyle yol-köprü-konut inşaatı yaptı, ülke kalkınıyor görüntüsüyle halkı uyuturken arka planda her ihaleden pay alıp erişilmez servet edindi. 2010’dan sonra demokrasi gömleğini çıkardı aşamalı olarak atadan oğula aktarılacak yönetim ajandasına yöneldi. Seçilme yasağını delmede kullandığı Abdullah Gül’ü önce Cumhurbaşkanlığına gönderdi tüm arkadaşlarını farklı aşamalarda bir bir eledi ve partide tek söz sahibi oldu.
Cumhur başkalığına sahte diploma kullanarak Gül’den devraldı, hileli yollar kullandığı seçimlerle kanuna aykırı olarak 3 kez CB makamını gasp etti. Kredi oyunlarıyla sıkıştırdığı merkez medyayı üzerine geçirdi, güç bölüşümü vaadiyle kandırdığı 28 Şubatçıların desteğiyle hukuk sopasını kullanıp hizmetin basın kurumlarını sahiplendi. 17-25 Aralık 2013’te günlerce sıfırlayamadığı kasalarla yakalandı. Suçlardan aklanma karşılığı, kirli ortaklar ölümlü darbe planı yapıp masum insanların üstüne yıktı. Yüzbinleri darbeyle ilişkilendirdi önce yılların emeği kurumlarını hiç emek sarf etmeden oğlunun vakfına aktardı sonra itirazları susturmak için yaşam haklarını da çaldı.
Önde olduğu için her hareketine dikkat etmesi gereken biri, hayatına iç dürtülerine göre yön verince hem kendisi hem çevresi hatalarla bocalayıp durdu. Dini asgari bir ibadetle sınırlandırdı, namazla görevini tamamlayınca her günahı işlemede özgür olduğunu sanacak kadar dinin ruhundan uzaklaştı. Onun, ferdi aileyi toplumu ilgilendiren kurallarını görmezden geldi. Dinin haram/helalleri/saygı anlayışı gündemde yok aşağılayıp üstünlük kurma caiz.
Rüşvet kesin yasakken o, halife hakkı olarak sakınmadan alıyor, kul hakkı kavramına hiç inanmıyor, adaletle hükmetmeyi gereksiz fantezi gibi görüyor, yani inanmış bir insanın yapmaması gereken tüm kusur ve kabahatleri işlediği halde buna dini kılıf uyduruyor. Halkı sahabe hayatından örneklerle coştururken kendisi, onların hassas yaşantılarını küçümsüyor. Sözleriyle davranışları arasında büyük bir tutarsızlık var ve bu ona hem ülke de hem dünya da büyük değer kaybı yaşatıyor ancak o, hala hiçbir şey yokmuş gibi önde kalmanın yolunu arıyor.
Bugünlerde hak etmediği bir şeye ulaşmak için yeni oyun peşinde. Devletin tüm yetkisi elinde olmasına rağmen İmamoğlu ya da Yavaş’ın aday olması halinde seçim kazanamayacağını düşünüyor. Halk geçim derdiyle kıvranırken muhalifleri zindanda çürüten biri, daha özgürlükçü anayasa bahanesiyle 4. kez seçilmenin şartlarını hazırlıyor.
Yani dinin hayatımıza yön veren mükemmel kaidelerine baş kaldıranların nerde duracağını kestirmek zor onlar, küçük adımlarla girdikleri hatadan dönemeyecek kadar suça bulaştılar. Uzaktan onları izleyenler yanlışın nerde son bulacağını merakla bekliyor, ama onlar hiçbir şey yokmuş gibi suç çıtalarını yükseltmeye devam ediyor, tüm dünyanın kusurlarını öğrendiğini görünce iyice perdeyi yırttılar şimdilerde uluslararası suçlarla meydan okuyorlar.
Burada sıralananlara bakınca dinin adını dilinden düşürmeyenlerin dinle hiçbir bağlarının olmadığı her gün onlarca kez yalan söyleyip halkı kandırdıkları görülür. Halbuki reklamda kullandıkları din büyükleri hayatlarını doğruluk esası üzerine kurmuşlar, akladığını karalamaya kalkmamış düz bir çizgide hayat sürerek güven telkin etmişler.
2002-2010 arası yıldızı parlayan, yatırımların yağdığı bir ülke zaaflarının esiri bir yöneticinin köşe dönme hevesine kurban edildi. Şeytanın aveneleriyle ortak olan bir çete dini kullanarak ülkeyi esir aldı, vatandaşlar onun tutsağı durumunda dilediğine yol veriyor, dilediğini içeri tıkıyor. Kimin haklı kimin haksız olduğuna o karar veriyor, mahkemeler sadece onaylıyor, tutuklanma tehditleri karşısında kimse doğruyu söyleme cesareti bulamıyor. Zaaflarının esiri biri frenlenmezse ülkenin demokrasiden kopup bir ailenin malı krallığına benzemesi kaçınılmaz Şimdi toplum ondan kurtulmak istiyor, ancak yetki kullanıp ürettiği yollarla halk tercihini lehine çevirmeyi planlıyor
Böyle dönemlerde iffetini koruyan suçtan uzak duran, insani çizgide hayatını sürdüren, herkese şefkatle yaklaşıp halkı kötülükten korumak için çaba harcayanlar, her şeyin suçlanma gerekçesi olarak kullanılabileceği endişesiyle yaptıklarını kem gözlerden uzak tutanlar toplumu doğruya ulaştırabilir. Onlar takdir görmediklerinde bundan rahatsız olmaz, ilahi tasarrufa boyun eğer ve engeller karşısında geri çekilmeyi düşünmezler.
*Fethullah Gülen‘in “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser