Nedim Hazar, tr7/24’teki son yazılarında Fethullah Gülen’in “Yenilenme Cehdi” kitabından alıntılar yaparak onun, 40 yıldan beri İslam’ın getirdiği insani değerlerle yetişmiş, sürekli eğitimle desteklenen gençlerin enerjilerini harekete geçirecek yeni bir medeniyet tasavvuru üzerinde kafa yorduğundan bahsediyor.
Hocaefendi’nin, sorunlarla boğuşup duran dünyanın yeniden ahlaki değerlerle buluşup yükselmesi ideali etrafında büyük bir hizmet kurgusu yaptığı ve adım adım mesafe aldığı anlaşılıyor.
Rönesans yeniden doğuş, diriliş ve yeni bir uyanış olarak görülürse, yaşanabilir bir dünyanın kurulmasının ancak yüksek karakterli, kendinden çok insanlığı düşünen fedakarlar eliyle olabileceğine inanıyor. Zorba ceberut yönetimlerin şiddet ve baskısı altında inleyen toplumların yaralarını ancak herkesin derdine el uzatmaya hazır şefkat abideleri sarabilir. Kişisel beklentilerini bir kenara bırakan, bütün insanlığı kucaklayacak ölçüde geniş mesuliyet şuuruna sahip rehberler, böyle bir medeniyetin kurulmasına öncülük edebilir. Her projenin, hayalini kurduğu bu yenilmeyi sağlayacak “altın nesli” yetiştirme etrafında toplandığını söylemek mümkün.
Ancak insanların alışkanlıklarını terk etmesi kolay olmuyor; halkın çoğu düşünmeden, emek sarf etme gereği duymadan önüne konanla yetinmeyi seçiyor. Hocaefendi, “Bizden bir şey olmaz” deyip elleri kolları bağlı oturan insanları harekete geçirdi; farklı tarafların enerjilerini ortak faaliyetlerde buluşturdu. Beldenin en güçlü esnaflarını, deneyimsiz, çiçeği burnunda delikanlıların sonucu belli olmayan projelerine kaynak ayırmaya ikna etti. Ülkenin genel kültüründen yetişerek gelen, kusura açık gençlere, hatasını sorun etmeden sürekli eğitimle destekleyerek hizmet üretme fırsatı tanıdı. Yetki verdi bireysel kabiliyetlerin önünü açtı, hiç kimseyi kenara koymadan her ferdin farklı yetenekleriyle ortak havuza katkı sunacakları ortam hazırladı.
Eğitimin önemini kavramamış bir coğrafyada, en uzak kesimlerin bile eğitime desteğini alacak yollar buldu. Geçmişten gelen kin ve nefretleri ortadan kaldırdı; Mevlâna gibi herkese kapılarını açacak genişlikte bir anlayış oluşturdu. Onları, ülkede en aykırı görüşten insanlarla, yurt dışında komünist veya diğer din mensuplarıyla birlikte çalışmaya alıştırdı. Grup psikolojisiyle içe kapanması muhtemel bireylere, etik ve ahlaki ilkelerle çelişmeden farklı kesimlerle beraber hizmet üretme esnekliği kazandırdı.
Türkiye’de belli aralıklarla demokrasi kesintiye uğrasa da o, Anadolu’nun demokratik değerlere kavuşmasının önemine inandı. İslam coğrafyası ve değerlerini önemsedi ama ülkedeki tutuculuğun ancak demokratik değerlerle son bulacağını vurguladı. Yeniliğe açık, ilimle barışık bir neslin yetişmesi hedefiyle hareket etti; Hislerine yenik düşmeye müsait gençlerin, baskı olmadan kendi tercihiyle akıl-mantık-saygı ve insan sevgisi kazanması yani moral değerler yanında evrensel değerlerle yetişmesi gereği üzerinde durdu.
Batı ile hazırlıksız entegrasyonun getireceği dejenerasyonu önlemek için gençlere, bu uyumu sorunsuz atlatacakları donanım kazandırdı. Dar çevreden gelmiş, tutucu değerlerle beslenmiş insanların ufuklarını genişletmek için çok yoğun çaba harcadı; SSCB parçalandığında evinden dışarı çıkmamış esnafları Türk Cumhuriyetlerine göndermek için gayretleri hafızalardan silinmedi. Komünizm terbiyesiyle yetişmiş ülkelere hep mesafeli duran Türk insanı, soydaşlarına el uzatma motivasyonunu ilk ondan aldı.
Ölü toprağı serpilmiş gibi çevresindeki sosyal sorunlara duyarsız İslam coğrafyasının kısır döngüden çıkıp öz değerleriyle canlanması ve yenilenme cehdi ile uyanması gerektiğine inandı. Hocaefendi, Müslüman ülkeler kaybettiği değerleri yeniden kazanmazsa kuvvetlilerin arkasına sığınmaya mecbur olur demişti; nitekim şimdilerde bu ülkelerin çoğu zorba yönetimlerin peşine düşmek zorunda kaldı. Başkalarının üstünlüğü altında ezilenlerin önlerine konan farklı senaryolara alet olması işten bile değil.
O, Endülüs Emevîlerinin gerçekleştirdiği gelişimin bugün de yaşanmasının mümkün olduğunu anlatıyor. Toplumların yetiştikleri kültür ve inançları dikkate alınarak yapılacak olumlu katkılarla ülkeler bu potansiyeli geliştirebilir. Batıyı bilen akademisyenlerle, ülkelerin karar vericileri yenilikleri kendi değerleriyle yoğurup vatandaşına sunabilir; sosyal dokunun bozulmasını önleyecek tedbirlerle her gelişmeden faydalanılabilir.
Daha yaşanabilir bir dünya için yapılan çalışmalardan hemen sonuç bekleyen aceleciler, süreklilik gerektiren hizmet üretemez. Sadece akılları harekete geçirmekle yetinen, kalp ve ruhu ihmal edenler, kucaklayıcı olamaz. Yitirilmiş insani değerleri keşfedip yeniden ortaya çıkarmaya, toplumlar arasında evrensel demokratik ve ahlaki değeri geliştirmeye dönük olmayan faaliyetlerin başarı şansı yoktur.
Sanat ve bilimde sıçramayı özendirmeyen, kaynaklarını kâinat kitabını doğru okuma yönünde kullanmayanlar bir ileri bir geri gider. İnsanlarda araştırma aşkı, bilim tutkusunu yaygınlaştırmayı düşünmeyenler, dini çağın idrakine göre sunmayı ihmal edenler başarısızlığa mahkûm olur. Geçmiş kahramanlıklarla övünürken, toplumun akıl, kalp, ruh ve tefekkürünü geliştirmeyen fayda üretemez.
Dinin tüm temel kaynakları, emanete hıyaneti büyük bir kusur olarak gördüğü, kamu malını kişisel çıkarları için kullanmayı yasakladığı halde, teslim edileni korumayan, halkın malına göz dikenin toplum menfaati gözetmesi ve dini özendirmesi hayaldir. İnsanlığın özünde taşıdığı değerleri görmezden gelen, moral değerlere başkaldıran zalim ve gaddarların hatadan arınması, olumlu iş yapması kalıcı iz bırakması zordur.
Hakkı olmayan şeye el uzatan, başkasının malını çalan, güveni kötüye kullanıp emanet maldan kişisel çıkar temin eden, toplumun sıkıntılarını unutup ganimet paylaşma derdine düşenin sorumluluk üstlenmesi hırsızlığa davetiyedir. İslam Peygamberi (SAV), savaş ganimetleri hanesinde toplandığı halde hiçbirine el sürülmesine izin vermedi, hatta Hz. Hatice’ye ait malları ihtiyaç sahiplerine dağıttığı için maddi darlık çekti. Kalkanını emanet verdiği Yahudi’den aldığı borçla vefat etme pahasını güven sarsıcı davranıştan kaçındı.
İslam dünyasına göz atacak olursanız, dinin ganimet malından gizlice alma haramına, yasaların suç kabul ettiği yolsuzluğa bulaşmamış idareci göstermek zor. Birçoğu, spekülatif yollarla mal edinme, örtülü ödeneği şahsi işlerinde kullanıp kendine pay aktarma, dürüstlük mesajlarıyla layık olmadığı makamlara yükselme, sonrasında hak ve hukuku çiğneme gibi cürümleri işlediği için güven kaybediyor, istikrarsızlığa sebep oluyor.
Ahiret duygu ve düşüncesine sahip insanların, ileride verecekleri hesabı görmezden gelip bugün kazanacakları dünyevi servet, makam, mevki peşine düşmeleri ancak onların inanç zaafıyla açıklanabilir. Kusurlu bireylerden oluşmuş bir yapının topluma hak ve hukuk vaat etmesi gerçekçi olmaz. Özellikle toplum önünde olan, onlara yol gösterme iddiasında bulunanların daha dikkatli davranması, yanlış anlaşılabilecek eylemlerden uzak durması gerekir. Kuran ve hadiste açık ifadelerle beyan edilen haksız her kazancın hesabının sorulacağını unutulması, herkesi benzer kusuru işlemeye özendirir, hırsızlık sıradanlaşır.
Bediüzzaman, “Beş senedir çamaşırlarım için 4,5 lira kullandım, tavuğun yumurtası ile gıda ihtiyacımı karşıladım” gibi ifadelerle giderlerinin hesabını verdiği, yırtık ayakkabıyla dolaşsa bile muhtemel zanları önlediği için, başkasının sırtından geçindi suçlamasından korundu. İnandığı değerlerin toplumlara mal olmasını isteyenlerin benzer hassasiyet içinde hareket etmesi onlara güven kazandırır.
Bedeni hazlarına takılmış zavallıların, hangi konumda olursa olsun insanlığa olumlu katkı sunma şansları yok; insanlığın devasa sosyal problemlerini ancak gönül zenginliğiyle yaklaşan şefkat abideleri çözebilir. Maddiyatın her şeyin önüne geçtiği günümüz dünyasında, hayatını toplumların geleceğine adamış insanların özverisinin etkili olacağı ortada. Bu yüzden Hocaefendi, yakın çevresinden başlamak suretiyle adanmış ruhlar diye vasıflandırdığı gönüllüleri, sürekli şahsi yaşamlarında titizliğe davet etti.
Topluma hizmet gayesiyle toplananları israftan, halkın yardıma koştuğu “Kimse Yok Mu” vb. dernekleri, itimadı sarsacak en küçük bir yanlıştan korumak için sürekli uyardı. Dedikodudan kaçınmak için kardeşlerine dar gelirle yaşamayı, yakın çevresine ev ve araba gibi mallardan uzak durmayı tavsiye etti. Dinin getirdiği temel disiplinlere bağlı bu hizmet tarzı geniş kesimler üzerinde etkili oldu.
Hocaefendi’nin söylediği gibi, ruh inceliğini yansıtan güzel sanatlar, kâinat kitabının satırlarını okuyan, insanlarda araştırma tutkusunu harekete geçiren bilimsel çabalar, yeryüzüne bereket ve ihsanların kesilmeden akmasına sebep olur.
Yok edilen insani değerleri ve kaybolan ahlak anlayışını diriltmeyi hedef alan, diktatörlüklerin son bulmasına imkân veren, demokratik değerleri geliştirmeye çalışan her çaba destek bulur.
İsmail S. Gülümser