Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Siyasetin insan kişiliği üzerindeki etkisi tartışılmaz. Tarih boyunca siyaset, sadece iktidar araçlarını değil, insanın iç dünyasını da şekillendirme aracı olmuştur. Özellikle siyasetin dünyevî ve çıkar odaklı bir çehreye büründüğü dönemlerde, onun kişiliği deforme eden gücünden kurtulmak neredeyse imkânsız hâle gelir. Nitekim bu güce teslim olanlar kadar, onurluca direnenler de vardır. Bu iki uç örnek, siyasetin birey üzerindeki psikolojik ve ahlaki etkisini anlamak açısından belirleyicidir.
Siyaset, doğası gereği tahakküm gücünü elinde tutmak ister. Bu güdü, çoğu zaman adaletin değil, gücün merkezde olduğu sistemler üretir. Tarih boyunca bu güç, kimi zaman liderlerin adaleti sağlama adına uyguladığı baskılarla, kimi zaman da sadece iktidarı koruma refleksiyle meşrulaştırılmıştır. Ancak insanoğlunun bastıramadığı tahakküm arzusu, zamanla siyasetin insanı dönüştüren değil, tüketen bir araca dönüşmesine neden olmuştur.
Bu dönüşümün çarpıcı örneklerinden biri, Ziyad b. Ebihi’dir. İlk dönemlerinde Hz. Ali’nin sadık bir destekçisi olarak öne çıkan Ziyad, kısa sürede politik denklemlerin değişmesiyle taraf değiştirmiş, ödül olarak da Basra’dan Yemen’e kadar uzanan geniş bir coğrafyanın valiliğini elde etmiştir. Ne var ki bu makam, kendisinden Ehl-i Beyt taraftarlarını sindirmesi, yok sayması ve hatta lanetletmesi karşılığında verilmişti.
Ziyad’ın Basra Camii’nde Allah’a hamdetmeden başladığı ve bu sebeple “betrâ” olarak anılan hutbesi, onun siyasal ajandasını açıkça gösterir. Eleştirileri susturmak için sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, muhaliflere ölüm tehdidi savurmuş, maaşlarına ve mallarına çökmüştür. Psikolojik açıdan değerlendirildiğinde bu, otoriter idarelerin en ilkel korkularından biridir: Eleştiriden korunmak için meşru ve gayr-i meşru her yolu kullanıp suskun bir toplum yaratmak.
Ancak tarih susmaz. Hücr b. Adiy ve arkadaşları, Ehl-i Beyt’e yapılan lanetlemelere karşı çıkınca, iktidarın hedefi oldular. Hucr dahil altı arkadaşı Ehl-i Beyt’e iltisaklı ve irtibatlı olma suçlamasıyla idamla cezalandırıldı; biri, diri diri toprağa gömülerek öldürüldü. Düşünce ve inanç üzerinden yapılan bu cezalandırmalar, sadece bir siyasal mühendisliğin değil, aynı zamanda bir psikolojik yıkım sürecinin göstergesidir. Zira bu tarz siyasal iklimlerde birey, vicdanıyla iktidar arasında ezilir. Susmak bir tür savunma mekanizmasına dönüşür; konuşmak ise yaşamı riske atmak demektir.
Ziyad’ın hayatının sonu da manidardır. Genç yaşta devlet bürokrasisiyle tanışan, Kur’an’ın harekelenmesini sağlayacak kadar önemli işler yapan bu adam, parmağında çıkan küçük bir çıbanla hayata veda etmiştir. Ardında ne adalet, ne sevgi, ne de hayır duası kalmıştır. Medine halkı onun Medine’ye vali olma arzusunu duyunca, Abdullah b Ömer’in (ra) önderliğinde mescitlere kapandılar ve gelmemesi için Allah’a yalvardılar. Bu durum onun toplumda bıraktığı psikolojik travmanın boyutunu da gösterir.
Siyaset, insanı iki türlü etkiler: Ya kişiliğini büyütür ya da ruhunu kemirir. İktidar hırsı, bireyin en derin zaaflarıyla buluştuğunda ortaya çıkan tablo ne bir zaferdir ne de başarı. Sadece iç dünyasını yitirmiş bir bedenin geride bıraktığı kırık dökük bir geçmiştir.
Can alıcı soru:
Ebedî hayatın mücevherleri dururken, dünyanın cam kırıkları bu kadar vebali yüklenmeye değer mi?