Analiz / İsmail S. Gülümser
Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Ülkeyi kişisel malı haline getirmeye azmetmiş art niyetli bir grup, Nazi yöntemlerini taklit ederek adım adım her alanda tek başına söz sahibi olma yolunda ilerliyor. Toplumun gönlünde taht kuracak kalıcı hizmetlerle mesafe almayı uzun ve zahmetli bulanlar, çalıp çırparak hak hukuk çiğneyerek kısa yoldan istediğini elde ediyor.
Bu süreçte yalnız değiller. Parayla güçle kandırıp yanlarına çektiklerini kirli hedefe hizmette kullandı, ahlaki zaaflarından yakaladıklarını suç aparatına dönüştürdüler. Halil Falyalı ve Söylemezler çetesi gibi şebekelerin kurduğu çarktan faydalandı, ellerine fırsat geçmişken hep birlikte halkın varlıklarını paylaştılar.
Çok acele ediyor, hemen her şeyin sahibi olmak istiyorlar. Bu amaçla suç örgütleriyle birlikte hareket ettiler, yasadışı işlere yatkın kişi ve grupları kullanıp ülkeyi yağmaladılar. Ancak tüm bunları gizledi, MİT tarafından üretilen bilgilerle medyada kendilerini dürüst güvenilir devlet adamı gibi gösterip halkı aldattılar.
Toplumu sindirip devleti ele geçirme taktikleri
Gerektiğinde mafyadan yardım alan bu çıkar konsorsiyumu, her dönem farklı bir toplum kesimini hedefe koydu. Yanlarına çekemediklerinin gerektiğinde şiddet kullanarak tüm haklarını ellerinden alıyor, dikta rejimlere boyun eğmeleri için baskı kuruyor ve anlaşmaya zorluyor.
Devletin otokontrol sistemlerini ortadan kaldırdı, güvenlik ve yargı birimlerini kendilerine bağladılar. Suç şebekesiyle işbirliği içinde olan devlet görevlilerini mafya elemanı gibi kullandı, istediklerinin malını-hürriyetini-makamını hatta yaşam hakkını gasp ettiler.
Köşeye sıkıştırdıkları insanlara yaşattıkları acı ve ızdırabın sorumlusu değilmiş gibi sahte sempati görüntüsü verdiler. Zeytin dalı uzatır gibi yaptı, geçmişteki tüm hukuksuzlukların üstüne sünger çekmeleri şartıyla, sınırlı bir nefes alma fırsatı verdi, daralttıkları çemberi biraz gevşettiler.
2010’dan sonra geçmişte hukuksuzluğa karıştığını ileri sürdükleri üst düzey asker ve sivilleri tutukladılar. Medyada büyük kahramanlık destanı gibi sundukları karalama kampanyalarıyla üst düzey bazı komutanları hem hapsetti hem onurlarını kırdılar.
Onlardan zarar görmüş insanları bu gösterilerle avuttuktan sonra, aynı grupla hırsızlığı aklamada destek karşılığı anlaştılar. Yargıyı devre dışı bırakmayı onlardan öğrendiler, hukuki denetimi arkadan dolandılar. Kendilerini düzeltme gereği duymadan büyük bir yüzsüzlükle halkın önüne yeniden çıkma cesareti aldılar.
Hayatı hizmete düşmanlıkla geçmiş hizmeti yutmak için tetikte bekleyen, her anormal dönemde niyeti gerçekleştirmek için harekete geçen bu grupla anlaştılar. Geçmişte sağdan ve soldan birçok siyasiye baskı uyguladıkları halde hiçbirisi faydalı hizmet üreten gönüllülere yapılacak zulme ortak olmadı. Suç kardeşliğinde yolu kesişenler, zaaflarının verdiği eziklik içinde, hukuksuzluğa meyilli kadroları hapisten çıkarıp birlikte gönüllülerin tüm yasal haklarını gasp etme yolu aradılar.
Ortak soykırım senaryosu
15 Temmuz’da onlarla işbirliği yaparak tuzaklı bir darbe planladılar. Senaryonun gerçek görünmesi için verilen emrin yanlışlığı fark edilmeseydi, merakla toplanmış binlerce masum insan asker bombasıyla ölecekti. İstedikleri sonucu alamayanlar, köprüde öğrencinin boğazını kestirdi, keskin nişancıyla halka ateş açtırdı. Zekai Aksakallı doğu görevinden çağırdığı bir generali kışlada öldürttü. Suçu işleyen askeri önce alnından öpüp ödüllendirdi, ardından bir şahidi ortadan kaldırmak için silah sıkıp infaz etti.
Bu başıbozuk girişimi evinden ısrarlı telefonla getirdikleri Akın Öztürk’ün üstüne yıktılar. Her cinayetin arkasında parmakları olmasına rağmen, tüm suçu gönüllülerin üstüne atarak onları toplum düşmanı ilan ettiler. Hayatın her kademesine hizmet üreten yüzbinlerce masum fedakâr insan, önceden hazırlanmış fişleme listesiyle soykırıma uğradı. İktidar uğruna en acımasız insanlık dışı yöntemleri uyguladılar. Hala kadın, kız çocuk başörtülü demeden yüzlerce insanın her eylemini engelliyor, bağları kırmaya çalışıyorlar.
Hocaefendi sabır ve direnç tavsiye ediyor
Hocaefendi toplumdan dışlanıp yalnızlaştırılanların tahammül gücünü artırmak için çok önemli tavsiyelerde bulunuyor: Doğruluk peşinde koşan insanların önlerine çok değişik engeller çıkabilir. Üç beş kişinin bir araya gelmesi bile hafiyelerin takibine uğrayabilir. Kendi çocuğuna inandığı değerleri anlatması engellenen bireylerin soylarının kurutulmasına dönük baskılar sürebilir. Ülkede kalıp dişini sıkmaya çalışanlara yönelik saldırılar ve devam eden baskılar, bazılarının yıllarca gaybubette kalıp köşe bucak saklanmasını gerektirebilir.
Tüm bu zorluklar asla yılgınlığa sebep olmamalı çünkü, hizmetin ilk yıllarında yaşanan zorluklar aşıldı. Dünya genelinde oluşmuş olumlu izlenimlerin kredisiyle işe başlayacak, oluşmuş olumlu kanaatler üzerine yeni proje hazırlayacaksınız. Kirli propagandaya rağmen geçmişte kazanılan güven hala değerli, bu krediyi kullanıp objektiflerle hizmet ortaya koyabilirsiniz.
Sizin ürettiğiniz yüksek ahlaki değer ve yaptığınız olumlu katkılarla sayesinde, art niyetli odaklar diğer ülke yönetimlerini kolayca kandıramadı. Devletler arası anlaşmaları baskı unsuru olarak kullansalar da başta medeni ülkeler olmak üzere birçok yönetimi bu yanlışa ortak olmadı. Bu kazanım, hizmetin en güçlü referanslarından biridir. Yaşanan mağduriyetin doğru anlatılması halinde yurt içi ve dışındaki iftira kampanyalarının etkisi kırılacaktır.
Kadere itirazdan kaçınma
Bir yandan üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirip, şartların daha da kötüleşmesini önlemeye çalışırken, diğer yandan da sebepler eliyle gelen mağduriyetten şikâyet edip yüce yaratıcıya itiraz etmemeli. Ümitsizlik kokan açıklamalardan uzak durmalı, kaderi tenkit anlamına gelecek sözlerden kaçınmalı.
Belki de bu sıkıntıların, bizi hatadan arındırıp daha da saflaştırmak için gönderildiğini düşünmeli. Bu yüzden yaşanan acıları hafifletmek ve dünyanın geleceğine olumlu katkı sunmak için yeni projelere yoğun mesai harcamalı, zihinlerimizi hiç olmadığı kadar zorlamalı, yeni yöntemler ve açılımlara kafa yormalı.
Şartlar ağırlaştıkça, yükün altında ezilip elimizi gevşetme gibi bir hataya düşmemeli. Küçük bahanelere takılıp kimseye kırılıp darılmamalı, etrafta suçlu arayıp sıkı dayanışma ağına zarar vermemeli. Sebepler perdesiyle gelen her olayda ilahi muradı anlamaya çalışmalı, O’nun rızasını kazanma istikametinde yaptığımız işleri artırmalı. Zulümde sınır tanımayanları ona havale edip biz kendi işimize odaklanmalıyız.
Yüce Yaratıcı’ya, daha içten yönelme ihtiyacı duymalı, bulunduğumuz yerde tutunmaya çalışırken, bir yanda da tüm benliğimizle zaruret anında kendine yöneleni geri çevirmeyen Allah’a ihtiyacımızı arz etmeli.
Tıpkı Peygamberimizin (SAV) büyük umutla gittiği Taif’te taşlanarak yaşadığı büyük acıya rağmen, Rabbine halini arz edip çıkış yolu aradığı gibi, biz de her sıkıntının beraberinde getireceği bereketi düşünüp katlanmalıyız. Daraldığımızda pes etme yerine yeni çıkış yolları aramaya odaklanmalıyız.
İç dünyamızı geliştirmeli, dayanma gücümüzü artırmalı, bazen insani ihtiyaçlarımızı bile erteleyerek hep birlikte çözüm gelişme gayreti içinde olmalıyız. Eğer gerçekten ona inanıp güvenir, sorumluluk şuuru içinde hareket edersek O, mutlaka bizim için bir kapı aralayacaktır.
Hizmet rüştünü ispat etti
Bu tavsiyelere uymaya çalışan gönüllüler, her gün artan baskı tutuklamalara direndiği gibi, araya fitne tohumu ekmek isteyenlerin oyununu da boşa çıkarıyor. Mahmut Akpınar, tr724 teki yazısında hizmetin vasiyet tartışmasıyla geçtiği testte başarılı bir sınav verdiğini şöyle anlatıyor.
Hocaefendi birçok din büyüğünü gibi mal-mülk edinmeyi hiç düşünmediğinden, geriye maddi bir miras bırakmadı. Ondan sadece manevi miras olarak eserleri ve onların telif geliri kaldı. Ortada paylaşılacak bir miras olduğu için tartışma çıkmadı, tarafların itirazı sadece duyuru usulüyle ilgiliydi. Konu gizli kapaklı yürütülmedi, olay herkesin gözü önünde şeffaflıkla tartışıldı. Usul hatası yaptığı sanılanlar, büyük bir olgunluk içinde üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdi. Her düzeyde eleştirinin özgürce yapıldığı istişareye dayalı hizmet anlayışı pekiştirildi. En mahrem konular açıkça konuşulduğu halde, en küçük bir maddi suistimal gündeme gelmedi. Ortak enerjiyle üretilen hizmetlerin atadan oğula geçecek şekilde aktarılmayacağı da daha net ortaya kondu.