Analiz / Ramazan F. Güzel (E. Hakim)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 30 Ocak 2025’te Beştepe’de düzenlenen Adli Yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları Kura Töreni’nde yaptığı konuşmada, yargı bağımsızlığını savunduğunu iddia ederek, “Türk yargısı sadece ve sadece Türk milleti adına karar verir. Türk milleti adına karar verenlere ise kimse ayar veremez” ifadelerini kullandı…
Aynı törende 1075 yeni hakim ve savcının atanması gerçekleştirildi. Ancak bu atamalar, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde, onun kontrolündeki Beştepe’de yapılıyor. İşte tam da bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Gerçekten Türk yargısı bağımsız mı, yoksa tek adam rejiminin bir aparatı mı?
Beştepe’de Yapılan Hakim-Savcı Atamaları: Bir Vesayet Gösterisi
Yargının bağımsız olduğu ve sadece Türk milleti adına karar verdiği söylemi, tam da yargının siyasallaştırıldığı bir ortamda dile getiriliyor. Türkiye’de hakim ve savcı atamalarının nasıl yapıldığı herkesin malumu. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), doğrudan Cumhurbaşkanı ve onun partisinin kontrolünde. HSK’nın yapısını belirleyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yürütmenin yargı üzerindeki etkisini artırdı.
Hakim ve savcılar, meslek hayatlarına “Bağımsız ve tarafsız olacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim” diyerek başlar. (Türkiye’de hâkim ve savcıların mesleğe başlama yemini, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 8. maddesinde düzenlenmiştir. Tam ifadesi şu şekildedir: ‘Hâkimlik ve savcılık görevini, Anayasa’ya, kanunlara ve hukuka uygun olarak, vicdanî kanaatime göre, tam bir bağlılık ve tarafsızlık içinde, her türlü etkiden uzak ve bağımsız olarak yerine getireceğime, namusum ve vicdanım üzerine and içerim.’)
Ancak bu yeminin Beştepe’de, yani yürütmenin merkezinde, Erdoğan’ın gözetiminde yapılması, yargının bağımsızlığı iddiasını tamamen çürütüyor. Hakim ve savcıların bağımsızlığını sağlayacak olan şey, onları atayan otoritenin doğrudan siyasetle iç içe olmamasıdır. Ancak Türkiye’de yargı, doğrudan iktidarın kontrolüne alınmış durumda. Bu atamalarla birlikte, iktidara sadakat gösteren bir yargı düzeni tahkim ediliyor.
Erdoğan’ın Söyleminin Altında Yatan Mesaj: Yargıyı Sadece Biz Yönetiriz!
Erdoğan’ın “Türk yargısı sadece Türk milleti adına karar verir, kimse ayar veremez” şeklindeki sözleri, ilk bakışta yargının bağımsızlığına sahip çıkan bir tavır gibi görünebilir. Ancak satır aralarını okuyunca şu mesaj çok net ortaya çıkıyor: “Yargıya yalnızca biz müdahale edebiliriz, başka kimse buna karışamaz.”
Yargının bağımsızlığını gerçekten isteyen bir yönetici, yargının tarafsızlığını güçlendirecek reformlar yapar. Ancak Türkiye’de yargı, Erdoğan ve AKP iktidarının doğrudan müdahaleleriyle şekilleniyor. Bu müdahaleler sayesinde muhalif siyasetçiler hapse atılıyor, basın susturuluyor, eleştirel akademisyenler ve aktivistler yargılanıyor.
Daha önce 2010 referandumunda “yargıyı vesayetten kurtarıyoruz” diyerek yapılan anayasa değişikliklerinin ardından, iktidar, yargıyı tamamen kendi kontrolüne aldı. 15 Temmuz sonrası KHK’larla 5 binden fazla hakim ve savcı ihraç edildi ve yerlerine sadakat gösteren isimler getirildi. Bugün, Erdoğan’ın “yargıya kimse ayar veremez” dediği sistem, aslında bizzat kendi eliyle dizayn edilmiş bir yargı düzenidir.
Gerçekler Ortada: Yargı Bağımsız mı?
Bağımsız bir yargı için olmazsa olmaz kriterler vardır:
- Hakim ve savcıların atanmasında yürütmenin etkisinin olmaması gerekir. Ancak Türkiye’de HSK doğrudan iktidarın güdümünde.
- Yargının hesap verebilir olması gerekir. Ancak Türkiye’de yargının verdiği hukuksuz kararların hiçbir denetimi yok.
- Mahkemelerin kararlarında siyasi baskıdan uzak olması gerekir. Ancak Türkiye’de mahkemeler, Erdoğan’ın belirlediği siyasi ajandaya göre karar veriyor.
Bugün Türkiye’de Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan alt mahkemeler, sadece iktidarın hoşuna gitmeyen kararlar aldıkları için görevden alınan hakimler var. Gezi davasında Osman Kavala’ya, Selahattin Demirtaş’a verilen ağır cezalar, iktidarın yargıyı nasıl bir baskı aracı olarak kullandığını gösteriyor. Son yıllarda muhalif gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları bile tweet’leri yüzünden yargılanıyor.
Gerçek Dışı “Paralel Yapı” Söylemiyle Yargının Tasfiyesi
Erdoğan, konuşmasında yine “FETÖ” söylemine sarılarak, yargıdaki tasfiyelerin gerekçesini “paralel devlet yapılanmasını temizledik” diyerek açıkladı. Ancak bu iddia, hükümetin yargıyı tamamen ele geçirmek için uydurduğu bir argümandan başka bir şey değildi.
- Gerçekte, yaftalayıp ihraç ettiği yargı mensupları, yürürlükteki hukuk sisteminin içinde görev yapıyordu.
- Hükümetin iddia ettiği gibi “paralel” bir yapı oluşturmuyorlardı; bu, Erdoğan’ın yargıyı istediği gibi dizayn edebilmek için ürettiği bir bahaneydi.
- 2016 sonrası yapılan büyük yargı tasfiyesi, hukukun üstünlüğünü tesis etmek için değil, tamamen rejime sadık bir yargı kurmak için gerçekleştirildi.
Öyle ki, KHK’larla 5.000’den fazla hakim ve savcı meslekten ihraç edildi ve birçoğu tutuklandı. Bu süreçte intihara sürüklenen, hapse atılan ve sürgüne gitmek zorunda kalan yargı mensupları oldu. Geride kalanlar ise, iktidara tam bağımlı bir yargı düzenini inşa etmek için seçilen isimlerdi.
Bugün Erdoğan, yargının bağımsız olduğunu iddia ederken, aslında yargıyı siyasi bir baskı aracı olarak nasıl kullandığını gizlemeye çalışıyor. Ancak, gerçekler ortada: Hükümet, uydurduğu “paralel yapı” söylemiyle yargıyı tamamen ele geçirmiş ve muhalifleri susturacak bir mekanizmaya dönüştürmüştür.
Bugün gelinen noktada yargı, Erdoğan ve iktidarın sopası haline gelmiş durumda. İktidarın hoşuna gitmeyen her gazeteci, akademisyen, siyasetçi veya iş insanı yargı kıskacına alınıyor. Bu durumu “adalet” diye anlatmak, halkın aklıyla alay etmekten başka bir şey değil.
Sonuç: Yargı, İktidarın Kılıcı mı Olmalı, Adaletin Kalkanı mı?
Türkiye’de artık kimsenin yargıya güveni kalmadı. Bugün mahkemelerden çıkan kararlar, adaletin terazisinden çok, Saray’ın emirleriyle şekilleniyor. Erdoğan’ın “Türk yargısı bağımsızdır” sözleri, gerçekleri örtmek için söylenen bir propagandadan ibaret. Gerçek bağımsız yargının olduğu bir ülkede, atamalar Beştepe’de yapılmaz, hakimler ve savcılar doğrudan Cumhurbaşkanı’ndan talimat almaz, iktidarı eleştiren herkes yargılanmaz.
Adaletin olmadığı bir yerde, ne demokrasi, ne hukuk devleti, ne de özgürlükler ayakta kalabilir. Bugün Türkiye’de yaşananlar, yargının nasıl bir siyasi aparat haline geldiğinin açık göstergesidir. O yüzden, Erdoğan ne söylerse söylesin, gerçek şu ki, yargı artık halk adına değil, iktidar adına karar veriyor.
Ve bu, sadece Türkiye’deki hukukun değil, demokrasinin de en büyük krizlerinden biridir. Son haberleri takip ettiyseniz; yeni yeni kayyum atamaları, gazete ve televizyonlara baskınlar, yargıya müdahaleler dolu dizgin. Bunlar gözümüz önünde yaşanırken Erdoğan’ın çıkıp bağımsız yargıdan, hukuktan, adaletten, demokrasiden vs. bahsetmesini neyle izah edebiliriz? Pişkinlik mi denir, başkalarının akıllarıyla alay etmek mi denir buna; takdiri sizlere bırakıyorum.