Analiz / İsmail S. Gülümser
Bugün, inanmış insanların semavi dinlerin temel esaslarından olan insani değerlerle ön plana çıkarak toplumu yanlıştan uzaklaştırmaları ve doğru yolları göstermeleri beklenirken, maalesef onlar, karşılarına çıkan en küçük bir engelde karanlık odakların oyuncağı haline gelmektedir. Bunun temel sebebi, inanç konusundaki zaaflar ve Yüce Yaratıcı’ya olan güven eksikliğidir.
Karşılaştıkları sorunları sabır ve gayretle çözmek yerine kolay yollara başvuranlar, kendi değerlerinden uzaklaşmakta ve en hayati prensipleri terk etmektedir. Allah’a olan güven eksikliği, zahmetli ve uzun süreç gerektiren işlerden kaçışa neden olmaktadır. Bugün Türkiye, yaratıcının her şeye gücünün yettiğine tam güvenmeyen bir kadro tarafından yönetilmektedir. Üzerlerine düşen görevi yapmadan maddi güç biriktirip rekabette öne geçmek isteyenler, dinin kesin hükümlerle yasakladığı kul haklarını çiğnemiş, hak ve adalet kavramlarını yok ederek üstünlük sağlamayı tercih etmiştir.
Bir süre önce başlayan Suriye savaşında, birbirine hayat hakkı tanımayacak kadar şiddete bulaşmış grupların büyük çoğunluğu, dini referans aldığı iddia edilen yapılardır. Yöneticiler, Şii yanlısı politikalarla diğer gruplara yıllarca baskı ve zulüm uygulamıştır. Allah’a olan güvenini kaybeden gruplar, normal yollarla mücadele edemeyeceklerini düşünerek gizlice örgütlenip silahlanmıştır. Şiddete dayalı çözüm arayışına giren HTŞ, El-Kaide ve Hamas gibi gruplar, vekalet savaşı yürütenlerden aldıkları destekle Halep, Hama ve Humus’ta ilerlemiş, sonunda Şam’a dayanmıştır. Bu süreçte, Suriye’yi demir yumrukla yönetenler kaçarak geride kan ve gözyaşı bırakmıştır.
Ülkemizde laik kesimler yıllarca dindarlara baskı uygulayarak inanç değerlerinin gelecek nesillere aktarılmasını engellemişti. Ancak Süleyman Hilmi Tunahan ve Bediüzzaman Said Nursi gibi isimler, Allah’a olan güvenlerini hiç kaybetmedi, intikam duygusuyla harekete izin vermedi, hapishane koşullarında yazdıkları eserlerle halkı aydınlatıp sabırla kötülükten korunma yolunu seçti.
Derinlikten yoksun bir anlayışla dinin temel değerlerini içselleştirmek ve ahlak haline getirmek mümkün değildir. Dünyanın birçok bölgesinde şiddet yanlısı grupların işlediği cinayetlerin ardında inanç zaafı yatmaktadır. Normal yollarla çözüm bulunamayacağına dair kanaat, ümitsizliği tetiklemekte ve Allah’a olan güvenini kaybedenler, onun kurallarını çiğneyerek vahşet işlemektedir. İnancını şiddetle koruyacağını düşünen Hamas yöneticileri, dronlarla İsrail vatandaşlarını kaçırdı, buna karşılık Netanyahu yönetimi milyonlarca masum insanın üzerine bombalar yağdırdı.
Semavi dinlerin temel kaynaklarından çıkarılan ahlaki ve etik prensipleri hayata geçiren demokratik toplumlar, refah ve huzur sağlarken, inandıkları değerlerin farkında olmayanlar bu değerleri çiğneyerek olumlu sonuç alacaklarını sanmaktadır. Zalimlerin zulmü altında inleyen toplumlar çareyi savaşta arayınca, yaşadıkları bölgeler kan gölüne dönmektedir.
İnanç, yalnızca sözle ifade edilen bir kavram değil, hayatın her alanında rehberlik eden bir yaşam biçimi olmalıdır. Allah’a olan güven, bireyi ahlaki ve etik değerlere uygun davranmaya yönlendiren en önemli güçtür. Ancak bu inancı yitirenler, çıkar peşinde koşarken toplumlarını ahlaki ve manevi çöküşe sürüklediğini görememektedir. Bu durum, toplumsal huzur ve iç barış için ciddi bir tehdittir.
İnananlar, baskılar karşısında ümitsizliğe kapılmamalı, sabır ve metanetle görevlerini yerine getirdikten sonra güçlerinin yetmediği engelleri Yüce Yaratıcının yardımıyla aşacaklarına inanmalıdır. Bu coğrafyalarda, olumlu her faaliyetin manevi bir destekle gelişeceğine dair inanç kaybolduğu ve şeytanın hile ve tuzaklarından korunma anlayışı unutulduğu için kitleler hislerinin peşinde eriyip gitmektedir.
Bazı kişiler, şeytanın yeryüzündeki temsilcisi gibi hareket ederken kendilerini meleklerin yanında gibi göstermektedir. Şeytanın varlığını görmezden gelenler, onun oyuncağı haline gelmiş ve hak adına davranıyor görünerek şeytani düşüncelerin uygulayıcısı olmuştur. Hiçbir mümin hırsızlığı meşru gösterilmesini tasvip edemez, ancak hırsız kendi cephesinden olduğunda gurur duyanlar, hak ve adaleti tesis etmeye yönelik bir dinin mensubu olduklarını unutmaktadır.
Bugün bazı liderlerin şeytana şapka çıkartacak hile ve tuzakları, halkı aldatma aracı olarak kullanılmaktadır. Dinin tüm kurallarını çiğneyerek ilerlediklerini sananlar, ahirette hesap vermekten kurtulacaklarını düşünmektedir. İnanç insan tabiatına tam anlamıyla yerleşmedikçe, bireylerin kötülüklerden korunmak zordur. Yanlıştan dönmek ancak şeytani telkinlerden uzak durmakla mümkündür. Sözle inandığını ifade ettiği halde yasaklarından sakınma gereği duymayanın iç dünyasında ona karşı saygıdan bahsedilemez. Birikimiyle her etrafına nasihatler veren eserleriyle topluma yol gösterenlerde şeytanın hilelerinden korunmazsa yüz kızartacak halde yakalanabilir. İnançta derinlik kazanmamışlar, dinin adını kullanarak kalabalıkları toplasalar da gizli açık yaptıkları hataları dinle telif imkânı yoktur. Halbuki gerçekten yüce yaratıcıya inanan biri laubalilikten kendini korur, ona saygının gereği olarak çizgi dışına çıkmaktan korkar.
Dinle gelen mesajlara yürekten inanıp hayatına yansıtmaya çalışanlar, doymak bileyen biri gibi her adımını onun çizdiği çerçeveye göre atar, sürekli onu tefekkürle inancını sağlamlaştırır, imanını yaşantısındaki güzelliklerle süslemeye çalışır. Sağlam inanç temelleri üzerine kurulu bina, onu sürekli kötülüklerden koruyan bir kalkan olur, hak tarafından yasaklanmış, halkın tasvip etmeyeceği yanlışlardan sakınır.
Bütün davranışlarını inançla gelen prensiplere göre geçirenler, bunu dışa doğru yansıttıkları için dinin getirdikleri hakkında oluşan tereddüt ve kaygılar giderilir. Dinin temel kaynaklarını didik didik ettiren Hocaefendi ona gönül vermişleri inançla gelen değerlere sağlam bağlılığa davet etti, ağlayarak aktardığı yaşanmış örnekler, çevresi tarafından benimsendi. O, etkili olduğu topluluğu dinin yasaklarından korumak için çırpınıp durdu. Ülkede yönetimin biri geldi biri gitti, büyük bölümü hizmetlerini menfaat hesaplarını bozduğu gerekçesiyle sorgulattı, Bediüzzaman gibi o da yaşadığı her sıkıntıyı göğüsledi, engellerden şikâyet edip çevresini şiddete yönlendirmeyi düşünmedi, sabırla metanetle her engel aşıldı.
O, daha geniş kesimlerin ahlaki değerlere sahip olması için çaba harcarken çevresini siyasi tartışmalardan uzak tuttu. AKP dahil hiçbir siyasinin ayıbını araştırmayla uğraşmadı. Dini referansla hareket edenlerin ileride yüzlerini kızartacak davranışlardan korumak için rencide etmeyecek tarzda uyarılarla onların kabahat üstünde görüntü vermesine mâni olmaya çalıştı. Ancak, gözlerini hırs bürümüş AKP üst yönetimi yanlışı kabullenip kendisine çeki düzen vereceği yerde, kusuru savunmaya geçti.
Hatalarını örtbas etmek için ülkede hizmete düşmanlık besleyen karanlık odakları yardıma çağırdılar. Hırsızlıkla yoğrulmuş bir yönetim, çalıntı paralarla satın aldığı kirli ortakların desteğiyle güç gösterisine soyundu. Her dönemde halkın başına bela olmuş kişilerle iş birliği yaparak bir konsorsiyum kurdular. Kurguladıkları senaryo sayesinde ülke yönetimini gasp ederken suçlarını masum insanların üzerine yıktılar. Yüz binlerce hizmet gönüllüsü, ele geçirdikleri medya bombardımanı altında şeytanlaştırıldı. Propaganda büyüsüne kapılan halktan gerçekleri gizlediler. Ancak medeni dünya, bu hileleri fark etti ve ülkesini terk etmek zorunda kalan binlerce insana kucak açtı.
Yüce Yaratıcı’nın her şeye şahit olduğunu unutarak yalanlarla halkı kandırınca, keyiflerine göre bir yönetim sürdürebileceklerini sandılar. Ahiret hesabını ise akıllarına bile getirmiyorlar. İnançtaki lezzeti unutmuş bu insanlar, para ve makam hırsıyla kendi halkını ezmekten çekinmiyor ve her dönem farklı kesime şeytani planlar yapıyor. İman meşalesinin sönüp sönmediğini, işlerini inanç kriterlerine uygun yapıp yapmadıklarını sorgulama gereği bile duymuyorlar. Din adına ahkâm kesen fikir babaları dahi, dini kuralların kendilerini bağlamadığını düşünerek kolayca kusur işliyor.
Temel kaynaklarda cehennemle ilgili yazılanlar onlarda hiçbir ürperti uyandırmıyor; bu da ahiretle ilgili zaaflarını açıkça ortaya koyuyor. Dini, hayatlarının bir parçası haline getirmeden topluma huzur getirebileceklerini sanıyorlar. Pratikte uygulanmayan teorik bilgilerle insanlara doğru yolu gösterebileceklerini düşündüklerinden, hatalarını terk etme gereği bile hissetmiyorlar. Bağışıklık sistemi felç olmuş bir hasta gibi, dinle gelen ilkelere isyan ettikleri halde ne kendileri ne de çevreleri bundan endişe duyuyor. İnsanlığa hizmet ederek dünya ve ahiretlerini mamur etmeleri gerekirken, saltanatlarını sürdürebilmek için koca bir ülkeyi ateşe atıyorlar. İnanç değerleri açısından yıkılmaya yüz tutmuş bir bina gibi savrulup duran bu kişiler, dinin kurtarıcısı gibi davranarak caka satıyor.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanıldı.