Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Siyaset, fazilet mücadelesi olmaktan çıkıp birilerinin ikbal aracı olunca, din dahil her şey istismar edilir. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Ne zaman ki güç için Allah’ın adı kullanılmış, orada zulüm başlamış. Ama işte, Kutsal Kitabımız’da bu istismarı bitiren devrim niteliğinde bir ayet:
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf 16)
Bu ayet, sadece inançla ilgili değil. Aynı zamanda insanın özgürlüğünü koruyan, Allah adına tahakküm kuranların önünü kesen bir devrim.
Çünkü tarih boyunca iki anlayış hep mücadele etti:
Birincisi, Allah’ı yüceltiyorum diyerek, insanla Allah arasına derin bir boşluk koyanlar. Allah’a ulaşmayı zorlaştıranlar. Sonra da bu boşluğu kendileriyle dolduranlar… Kutsal hanedanlar, ilahi yetkiyle donatılmış hükümdarlar, ruhban sınıfı… Hepsi Allah adına konuştuklarını iddia etti. Allah’ı ulaşılmaz gösterdiler, kendilerini O’na yakınlaştırarak halkı kul haline getirdiler. İnsanlar Allah’a değil, Allah adına hükmedenlere itaat etti.
İkincisi ise Allah’ı yüceltirken insanla arasına boşluk koymayan, kimseyi O’nun yerine koymayan anlayış. İslam, işte bu ikinci anlayışın adıdır. Allah, kula şah damarından daha yakın. Aracı yok. Yetki devri yok. İlahi vekâlet yok. İnsan, doğrudan Allah’a muhatap. Ne bir hükümdara bağlılık yemini gerekir ne de ruhban sınıfına sığınmak…
Allah ile kulu arasında boşluk oluşturmak inanç sömürüsünün temeli.
Firavun, kendini ilah ilan etti. Roma’da imparatorlar öldükten sonra tanrılaştırıldı. Bizans’ta imparator, hem siyasi hem dini liderdi. Orta Çağ Avrupa’sında krallar, “Allah’ın kutsal vekili” olarak kabul edildi. Çin’de hükümdar “Göğün Oğlu”, Japonya’da “Güneş Tanrıçası’nın soyundan gelen” kişi olarak görüldü.
Peki, hepsinin ortak noktası neydi? Allah ile kul arasına mesafe koymak. Allah ne kadar uzak gösterilirse, o boşluğu doldurmak o kadar kolaydı. Firavunlar, krallar, ruhban sınıfı, halifeler, padişahlar bu boşluktan doğdu. Allah’ın yerine kendilerini koydular, sonra da halka “kül” muamelesi yaptılar.
Sistem hep aynıydı. Allah’a yakın olmak iddiasıyla kuruldu ama insanın özgürlüğünü aldı. Engizisyon mahkemeleri Allah adına insanları yaktı, ruhban sınıfı Allah adına af yetkisi kullandı. İnsan, Allah’ın kulu olmaktan çıkıp, Allah adına hüküm sürenlerin kölesi haline getirildi.
İslam, Allah ile kul arasındaki boşluğu kapatarak yalnızca bir inanç devrimi yapmadı. Aynı zamanda insanlık tarihindeki en büyük siyasi istismarın kapısını kapattı.
Allah yücedir ama uzak değildir.
Allah kudret sahibidir ama kullarına erişilemez değildir.
Allah, insana şah damarından daha yakındır.
Bu gerçek en çok ibadette görülür. Bir dileğin mi var? Kiliseye, papaza, şeyhe, imama ihtiyacın yok. El açarsın, kalbinle istersin. Diline bile gerek kalmaz. Doğrudan Allah’a yönelirsin. Kimseden izin almaz, kimseyi aracı yapmazsın. Çünkü kul, yalnızca Allah’a kuldur.
İslam, bu ilkeyi koyarak insanı özgür kıldı. Kimsenin Allah adına yetki kullanmasına izin vermedi. Yönetimlere kutsallık atfedilmesine, Allah adına tahakküm kurulmasına karşı çıktı. Allah’a kul olan bir insan, bir başkasının kulu olamazdı.
Bu yüzden tarih boyunca Tanrı adına yönetmek isteyenler, İslam’ın özüne hep direndi. Halifelik bir süre sonra saltanata dönüştü. Siyasi otoriteler, dini kendi lehlerine yorumladı. Ancak İslam’ın temel ilkesi hep orada durdu: İnsan yalnızca Allah’a kuldur. O’nun dışında kimsenin hükmü mutlak değildir.
Bugün de aynı soruyla karşı karşıyayız: Tanrı’nın hükmüne mi teslim olacağız, yoksa Tanrı adına konuşanların saltanatına mı? İslam, bu soruya asırlar önce cevap verdi. Boşluğu kapattı. Kapıyı kapattı. Ve insanı, doğrudan Rabbi’yle muhatap bıraktı.