Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Adamın biri, burnundan şikâyetçiydi. Aynaya uzun uzun baktıktan sonra kararını verdi:
“Seni değiştireceğim!”
Tam o anda burnu dile geldi:
“Sen önce kafanı değiştir!”
İşte Türkiye’de yaşanan facialara bakış açımızı en iyi özetleyen anlatı bu. Çünkü biz problemleri hep yüzeyde arıyoruz. Bir felaket yaşandığında merdiveni, yangın tüpünü, bina ruhsatlarını konuşuyoruz. Ama asıl sorun bunlar değil! Kök neden, zihniyet.
Kartalkaya’da büyük bir facia yaşadık. Ama dürüst olalım, bu ilk miydi?
Bu Ülke Neler Gördü!
Son yıllarda yaşanan felaketlere şöyle bir bakalım:
• 1999 Gölcük Depremi – Çürük binalar, yetersiz denetim… Sonuç: 17 bin can kaybı.
• 2004 Pamukova Tren Kazası – Eksiklikleri giderilmeden yola çıkan hızlandırılmış tren, 41 ölü.
• 2006 Davutpaşa Patlaması – Kaçak atölyede infilak: 21 ölü.
• 2010 Elbistan Maden Çökmesi – Göçük altında kalan 9 işçi hayatını kaybetti.
• 2012 Esenyurt AVM Çadır Yangını – Kalitesiz malzemelerle yapılan çadırda 11 işçi diri diri yandı.
• 2014 Soma Maden Faciası – Türkiye tarihinin en büyük iş kazası: 301 ölü.
• 2016 Çorlu Tren Kazası – Sağlamlığı test edilmeden döşenen raylar devrildi: 25 ölü.
• 2020 Giresun Sel Felaketi – Dere yataklarına yapılan binalar, 17 can aldı.
• 2023 Kahramanmaraş Depremleri – 50 binden fazla ölü, yıkılan binlerce bina.
• 2024 Kartalkaya Otel Yangını – Yangın merdiveni yok, acil çıkış yetersiz: Yine can kaybı!
Peki, her felaket sonrası ne oldu?
Siyasetçiler çıktı, üzgün olduklarını söyledi. Sosyal medyada “unutmayacağız” paylaşımları yapıldı. Sonra? Hiçbir şey değişmedi.
Başka Yerlerde Böyle mi?
Ülkemizde köprü yapımında çalışan bir Japon mühendis, köprü halatları koptuğu için vicdan azabı çekip intihar etti. Çünkü sorumluluk bilinci vardı, utanıyordu.
2015 yılında Japonya’nın Ulaştırma Bakanı, tren kazasında yaşanan birkaç ölümden sonra basının karşısına çıktı ve şunları söyledi:
“Kaza teknik bir hata olabilir ama sonuçta bu bakanlığın sorumluluğunda. Bu nedenle istifa ediyorum.”
Japonya’da bakanlar, yöneticiler, hatta sıradan memurlar bile hata yaptıklarında özür dilemeyi ve sorumluluk almayı bilir. Bizde ise? Felaket sonrası herkes suçlu aranır ama kimse istifa etmez.
2006 yılında İsveç Ticaret Bakanı Maria Borelius, vergisini tam ödemediği ortaya çıkınca istifa etti.
Aynı yıl Kültür Bakanı Cecilia Stegö Chilò’nun yıllarca televizyon vergisini ödemediği öğrenildi. O da istifa etti.
İsveç’te bir politikacı, yoğurt parasını devlet kartından çekse bile hesap vermek zorundadır. Bizde ise ihaleler, yolsuzluklar, milyon dolarlık vurgunlar “normalleşir” ve kimse hesap vermez.
Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi:
“Siz her işin sonunda ‘Allah utandırmasın’ diye dua ediyordunuz. Allah duanızı kabul etti ve sizin utanma duygunuzu aldı.”
Biz yetki almayı severiz ama sorumluluktan kaçarız.
İşlerin ahlakını değil, raconunu biliriz.
Suçu hep başkasına atarız. Hatta bazen Allah’ı bile sorumlu tutmaktan çekinmeyiz.
Kendi partimize hesap sormayız, her yanlışını savunuruz.
Hakikatlerle değil, hayallerle yaşarız.
Ve kader bizi, utanma duygusunu yitirmiş siyasetçilerle sınamaya devam eder.
2013’te Gezi Parkı protestoları sırasında Recep Tayyip Erdoğan, kendisini eleştiren Batılı liderlere şöyle cevap verdi:
“Ben onların ahlakıyla ahlaklanmadım.”
Bu söz, Türkiye’deki yöneticilerin hesap verme anlayışı ile Batı’daki sorumluluk kültürü arasındaki farkı gözler önüne seriyor. Avrupa’da bir lider, bir skandala karışınca istifa ederken, Türkiye’de hesap sormak yerine “Bize karşı oyun oynanıyor” söylemi devreye girer.
Ama eğer gerçekten bir şeyleri değiştirmek istiyorsak…
Aynaya bakıp burnu değil, kafayı değiştirmemiz gerektiğini artık kabul etmeliyiz!