Şahin, TSK mensupları arasında grup bağını fiziksel ve tarihsel olarak kıracak bu adım 15 Temmuz’dan hemen sonra 31 Temmuz 2016 gibi çok erken bir tarihte atılsa bile hazırlıklarının Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde 2015’te başlatıldığını kaydetti.
Şahin ‘Zira Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde Proje Yönetim Daire Başkanlığında yürütülen Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ilk çalışmalar 2015 gibi çok daha erken ve şaşırtıcı bir tarihte başlamıştı ve adeta zamanını bekler gibiydi.’ ifadelerini kullandı.
Hakan Şahin yazısında bir bölüm şöyle;
”Türkiye’nin en feci hercümerçlerinden birinin yaşandığı 15 Temmuz’dan sadece iki hafta sonraydı. Onlarca general ve amiral kelepçelenmiş, akıl almaz yerler akıl almaz biçimde bombalanmış, kum yüklü belediye kamyonları askerî kışlaların önlerinden henüz ayrılmamış, genelkurmay karargâh binasının parçalanmış kapıları henüz onarılmamıştı. Duvarlarda mermi izlerini duruyor, tutuklamalar, sorgulamalar, el koymalar devam ediyor, kimin kim olduğuna ilişkin belirsizlik sürüyor, Hulusi Akar’ı Akıncı’dan Çankaya Köşküne indiren helikopterde yanında oturan Genelkurmay Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli, bu inişten birkaç saat sonra tutuklanıyordu.
İşte böyle bir hercümercin tam ortasında, 15 Temmuz’dan sadece iki hafta sonra, 31 Temmuz 2016’da bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayımlandı: 669 sayılı KHK.
Bu KHK ile yeni bir üniversite kuruldu: Milli Savunma Üniversitesi.
Onca hengâme sürerken yayımlanan bu KHK, Harp Okullarını, Harp Akademilerini ve Astsubay Meslek Yüksekokullarını, yani tüm askerî okulları, bağlı bulundukları Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarının ve Genelkurmay Başkanının elinden koparıyor ve bu Üniversiteye bağlıyordu.
Sivil rektörü korgeneral eşiti yetkilere sahip olacak ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilecekti. Harp Okullarının her birinin başına da sivil birer dekan atanacak ve bu dekan Harp Okulu Komutanı ile eşit statüde ve tümgeneral yetkilerinde olacaktı. KHK’da, üniversitede görev yapacak öğretim elemanlarının özlük hakları dahi düşünülmüştü. Evet, tüm bunlar o hengâme içinde tasarlanabilmişti.
Kışlalara mesaiye giden subay ve astsubayların belediye kamyonlarının şoförlerinin süzücü bakışlarının arasından geçerek nizamiyelerden girmek zorunda olduğu, genelkurmay karargâh binasındaki parçalanmış onlarca kapının onarılmasına sıranın gelmediği o hengame içinde Milli Savunma Üniversitesi diye bir üniversite kurmanın kimin aklına, nasıl gelmiş olabildiğine çok az kişi hayret etti.
Kararı kim vermiş, metni kim kaleme almış, organizasyonla ilgili detayları kim, ne zaman, nasıl, nerede planlamıştı?
Sonraki yıllar boyunca da az sayıda kişi böyle bir üniversitenin varlığından haberdar oldu.
Haberdar olan az sayıda kişinin çoğu da buranın Milli Savunma Bakanlığı için güvenlik uzmanı filan yetiştiren bir okul olduğu izlenimine sahip oldu.
Buranın Kara, Hava ve Deniz Harp Okullarının ve Kara, Hava ve Deniz Harp Akademisi’nin iplerini eline alan bir kurum olduğunu; Kara Harp Okulu Komutanının amirinin Kara Kuvvetleri Komutanı değil MSÜ’nün sivil rektörü olduğunu, yahut, Hava Kuvvetleri Komutanının kendisine pilot subay yetiştiren Hava Harp Okulu üzerinde hiçbir şekilde kontrol yetkisinin kalmadığını ise çok çok daha az sayıda kişi bildi.
Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu Türkiye-Avusturya milli maçından sonra o malum X paylaşımını yapmasaydı, çoğumuz Milli Savunma Üniversitesi’ni unutmuş olmaya devam edecektik.
“Bu hengame içinde bunu düşünmenin sırası mıydı?” şeklindeki sorum belki de gerçeği bilerek örten yanıltıcı bir sorudur.
…
Bu, sadece ordunun iç yönetimi açısından değil, kolaylıkla anlaşılabilecek dolaylı sonuçları itibarıyla Türkiye’nin rejimi açısından da hayatiydi.
Bu adımın yaşamsal önemini en iyi bilen, 31 Temmuz 2016 gibi çok erken bir tarihte o hercümercin ortasında Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasını sağlayan mekanizmaydı diyeceğim, ama bu eksik bir önerme olacak.
Zira Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde Proje Yönetim Daire Başkanlığında yürütülen Milli Savunma Üniversitesinin kurulmasına ilişkin ilk çalışmalar 2015 gibi çok daha erken ve şaşırtıcı bir tarihte başlamıştı ve adeta zamanını bekler gibiydi.”