Kuran’ın da aralarında olduğu dini metinlerde, geçmiş kavimlerin yaşantılarını anlatan bölümler ve o dönemde toplumların işlediği büyük kusur ve kabahatler sonucu başlarına gelen musibetler üzerinde durulur. Tarihi kalıntılar da geçmiş halkların yaşadıkları büyük felaketler sonucu yerle bir olduklarına dair delillerle doludur.
Toplumları kötülüklerin çepeçevre sardığı dönemlerde gönderilen peygamberler, uyarılarıyla onları hatalı davranıştan uzak tutmaya çalışmış, kimisi yaşadığı dönemde etkili olsa da çoğu kez ya kendi döneminde ya da toplumdan ayrıldıktan sonra kötülüklerin yayılması engellenememiştir. Tüm ahlaki değerlerini kaybeden bu toplumlar, arzı ya da semavi bir belayla cezalandırılmış ve bazıları bir afetle tarih sahnesinden silinip gitmiştir.
Musibete maruz kalan toplulukların ortak özelliği,
-Kendilerine iyilik mesajları getiren uyarıcı rehberleri yalanlamaları,
-Onlar tarafından sınırları çizilen davranışlara başkaldırmaları, tüm ikazlara kulak tıkayıp öğütleriyle doğruyu gösteren insanlara sırt dönmeleridir. Bazıları ise yanlıştan korumak isteyenleri öldürecek kadar ileri gitmiştir.
Bununla birlikte her uyarıcıya itiraz farklı yollarla yapılmış her topluluk farklı kötülüğüyle öne çıkmıştır.
-Kayaları oyup kendilerine korunaklı ev yapmasıyla meşhur Hz. Hud (AS) kavminin bunu isyana dönüştürmesi,
-Elde ettiği maddi güçle her şeye meydan okuyan, Hz. Salih (AS) kavminin manevi hayatı unutması,
-Ahlaki değerlerin yıkıldığı bir topluma gönderilen Hz. Lut (AS) kavmi ahlaksızlığı sıradan hale getirmesi… sonucu insanlığını kaybedecek kadar taşkınlığı girmiş ve her biri farklı bir afetle yerle bir edilmiştir. (Sodom-Gomore’ye taş yağmış).
Bu türden insanlık dışı vahşetlerin eskide kaldığını sananlar yanılıyor, günümüzde teknik imkanların gelişmesiyle onları bine katlayacak zulümler işleniyor. Geçmiş kavimlerin cinayetlerini bir hikâye gibi dinleyen bizler, şimdi de toplulukların başına musallat olmuş bazı yöneticilerin farklı yöntemlerle vahşet işlemeye devam ettiğini görüyoruz
Komünizmle dünyayı kasıp kavuran Rusya dağıldı, ama aynı ideolojiden beslenen ve eski hayalleri diriltmeye çalışan günümüz idarecileri dev savaş makinalarıyla yeniden büyük cinayetlere girişti. Türkiye’nin de aralarında olduğu despotik rejimlerin başındakiler iktidarını kaybetmemek için farklı grup ve toplulukların aralarındaki dayanışmaları yok edecek insanlık dışı senaryolar kurgulayıp kırdırıyor. Yanlışlarını desteklemeyen vatandaşlarını hukuki dayanağa ihtiyaç duymadan uydurma suçlarla tutuklatıp hapiste çürütüyor.
Bizdekiler, yönetimi bırakmamak için yüzlerce vatandaşın ölümüne yol açacak, binlercesinin yıllar boyu acılar içinde kıvranacağı bir darbe planladı. Kendi kurguladıkları darbeyle yönetimi ele geçirdikleri halde, suçunu hayatında hiç bıçak taşımamış insanların üzerine atıp onları çoluk çocuk yaşlı hasta demeden zindana tıktılar.
Âdem Yavuz Aslan, masumların ölümü üzerinden darbe kurguladığını mahkeme zabıtlarıyla ortaya çıkarıyor.
Senaryonun gerçekçi görünmesi için olayları MİT’e alınmış asker, Kemal Eskintan ve Sadık Üstün’ün koordine ettiği,
-Erdoğan’ı tutuklamak için gönderildiği söylenen timin o, otelden ayrılıncaya kadar İzmir’de bekletildiği,
-Onlar, beklerken otele kimliği tanımlanmayan üç helikopter gönderilip iki polisin kasten şehit edildiği,
-Radarların belirlediği helikopterdekilerin olay mahallinde kimliğinin bulunmasına rağmen görmezden gelindiği,
-Meclis uçaklarla bombalandı görüntüsü için bahçeye çukur kazıldığı, bina içinde basit bir patlama yapıldığı,
-Kalkışma görüntüsü oluşturmak için öfkeli kalabalık ortasına askeri öğrenciler gönderilip birinin boğazının kesildiği,
-Bizzat komutanları emriyle alana sürülen tank ve gemilerle senaryoya gerçek süsü verilmek istendiği anlaşıldı.
Ağır silah yüklü araç komutanları, emirdeki çelişkiyi fark edince binlerce ölümün engellendiği. Kurgulayanlar kendi planladıkları dahil 251 kişinin öldürüldüğünü öne sürüp masum insanların darbe yaptığı yalanıyla halkı kandırdığı, kurgulanan olmayınca farklı sebeplerle hayatını kaybetmiş 70 kişinin listeye dahil edildiği ortaya çıkıyor. Her iki generalden birinin atılacağı fişlemeleri MİT’teki bu askerlerin yaptığı artık biliniyor.
Türkiye’de şer şebekleriyle kirli angajmanlara girmiş bu siyasi kadronun işlediği cinayetlerin haddi hesabı yok, doğu ve güneydoğuda kendilerine oy vermeyen bölgeleri iş makinalarıyla yerle bir etti, halkı yıllardan beri yaşadığı evinden sürüp çıkararak sokak ortasında bıraktılar. Bölgede yaşayanlar, belki milyonları aşkın insanın başka şehirlere göç etmesine yol açmış bu zalimlerin geçmişte olduğu gibi ilahi adaletle cezalandırılmasını umuyor. Yüzbinlere varan cemaat mensubunu, şahsi hiçbir kusurları olmasa da sadece bağlı olduğu grubundan dolayı suçlu ilan ettiler. Bankaya para yatırdığı, gazeteye abone olduğu, legal kurumlarda çalıştığı, öğrenci okuttuğu, fakirlere yardım ettiği için hukukta hiçbir karşılığı olmayan irtibat ve iltisak suçlamasıyla şeytanlaştırıp toplumdan dışladılar, yüzbinlerce insanın ekmeğini işini elinden aldı onları açlığa sefalete mahkûm ettiler. Kimisi geçimini sağlamak için en ağır işlerde çalışırken hayatını kaybetti, kimisi kaçmaya çalışırken çocuklarıyla birlikte suda boğuldu. Kimisi bütün birikimini arkada bırakıp sığındığı yerde hayata sıfırdan başlamak zorunda kaldı.
Zulümleri yaşayanlar, kendilerine bu işkenceleri reva görenlerin ilahi adaletin tokadını yiyeceğine ve güçlerinin alınacağı bir musibetin onları bir gün kıskıvrak yakalayacağına inanıyor. Geçmişte büyük zulüm işleyenlerin yıkılıp gittiği gibi bugün masum insanlara bu zulümleri yapanlarında tedip edildiği günün geleceğinden kuşku duymuyor. Bunun gecikmiş gibi görünmesi belki bazı zayıflara, kötülüğün cezasız kaldığı zannıyla tereddütte yol açabiliyor.
Sağlıklı değerlendirme yapanlar, bütün olumlu uyarılara kulak tıkayıp, suçsuz insanların adının karıştırıldığı bir darbe senaryosuyla yönetimi ele geçirmeye çalışan, sonrasında insanların kanını donduracak cinayetler işleyenlere adli ilahinin şimdilik mühlet verdiğini düşünüyor. Geçmişte başkasının hakkına tecavüz eden zalimlere de uyarılar gönderip hatadan dönmesi için beklenmiş, kusurda ısrar olunca büyük bir musibetle cezalandırılmış. Bugünküler de belki herkesin ibret alacağı toplu bir felaketle doğrudan karşılaşılmadı ama üstesinden gelinemez problemlerle boğuşmak zorunda bırakılarak hatadan dönmeleri için sürekli uyarıldılar.
-Kendilerini en güçlü gördükleri parasal konularda büyük bir imtihan yaşadılar, her gün para basıp halkı susturmaya çalışmalarına rağmen vatandaşların sefalet içinde yaşamasına engel olamadılar.
-Bir döviz kriziyle ekonomi yerle bir oldu, iş dünyası rekabet şansını kaybetti, ülke borç batağına saplandı.
-10 ili kapsayan bir depremle on binlerce vatandaşımız yaşamını yitirirken, milyonlar tüm varlığını kaybetti.
-İpler ellerinde olmasına rağmen halkın zamlarla ezilmesini, enflasyonda dünya lideri olunmasını önleyemediler.
-Kazanç hırsıyla yaptıkları tüm projeler hüsranla sonuçlandı, inşaatından çaldıkları konutlar ilk depremde yıkıldı, milyarların ödendiği otoyollar ve köprülerden yeterli araç geçmedi, varlıkları satarak çarkı döndürdüler.
-Günaha kapalı olması gerekenlerin, çocuklarının ya da kendilerini bulaştığı suçlar gizlenemedi.
Bütün kirli ortakları bir yolunu bulup yurt dışına kaçınca, gittikleri ülkelerde yaptıkları tüm yasa dışı işlerini ortaya döktü, kusurlarını saklamak için kılıktan kılığa girdiler. Devletin her mekanizmasını ele geçirdikleri için belki doğrudan bir tokat yemediler ama, gelen farklı yumruklarla adeta abandone oldular.
Başlarına taş yağmadı ama bir açığı kapatmak isterken diğeri ortaya çıktı, birinden kurtulduk derken başkasıyla karşılaştılar. Bunların ilahi ikazlar olduğunu düşünmedikleri için kendilerine çeki düzen verme gereği duymadı, her suçu bir başka suçla kapatmaya çalıştılar. Tüm medya organları ellerinde olmasına, ortaya saçılan her kabahati basın-yönetim yetkisiyle saklamalarına rağmen, ülkede kapananlar bu kez yurt dışında karşılarına çıktı.
Siyasal İslam diye niteledikleri şeyin aslında kişisel hırslarını tatmin peşinde koşmak olduğunu herkes görüyor. Ülkede söz sahibi olanlar, zaaflarına teslim olmuş bu kadronun suç işlemesine belki bilerek izin veriyor ve hatalarıyla onları kıskıvrak yakalayıp diledikleri gibi yönetiyor. Suçlarla esir alınmış kadrolar ballı imkân ve kaynaklarını geçici bir süre daha devam ettirmek için en yakın dostlarına yapılacak zulmün aparatı oluyor.
Dünya işledikleri tüm suçları biliyor, yaptıkları kaydediliyor ve gerektiğinde önlerine konuyor. Onlar, ülkeyi pazarlık masasına sürüp tüm kusurlardan aklanmaya çalışıyorlar. NATO’ya üyelikte yaptıkları şantaj boyunlarına dolanıyor, ailenin karıştığı kirli işleri medyaya servis edip köşeye sıkıştırıyor istediklerini sopa gösterip alıyorlar.
Bugün Türkiye’yi yöneten kadroların ortaya saçılmış suç ve cinayetlerine bakınca, belki hepimizin içinden bir an önce toplum önünden çekilip gitmeleri ülkenin başına musallat olmuş bu suç şebekesinden halkımızın kurtulması arzu ediliyor. Bunun hemen olmadığını Allah’ın onlara hatadan dönmeleri için mühlet üzerine mühlet verdiğini görünce de ne kadar halimsin Allah’ım demeden kendimizi alamıyoruz.
Çünkü, ilahi adalet mekanizması bizim istek ve beklentimize göre çalışmıyor o, her işi hikmetle bir gergef gibi dokuyor, kim bilir ne maslahatlar için kiminin önüne temizlenecek yollar açarken layık olmayanlara bu fırsattan mahrum bırakıyor onca kötülüğüne rağmen imkanlarını hemen kesmiyor. Dindar görünümlü insanların hırsızlıklarının tüm dünya tarafından bilinmesi, karıştıkları uluslararası uyuşturucu ticaretinin, kaçak petrol ticaretinin tüm delillerinin ellerinde olması, bunların en küçük bir tartışmada önlerine konulması onların en büyük zaafı. Belki doğrudan maddi musibetlere maruz değiller ama tüm aile bireyleriyle birlikte esir alınmış olmanın verdiği büyük bir manevi musibetle kıskıvrak yakalanmış durumdalar. Hele yakın çevrelerini günahtan uzak tutamamaları onların için en büyük musibet ama henüz farkında değiller.
Yetim malı koruma iddiasıyla gelenler, kul hakkına açıktan tecavüz ederek tüm ahlaki normları kaybettiklerini ortaya koyuyor, gaflet ve cehalet içinde kayboldukları halde hiç utanç duymuyorlar. Yüzsüzlüklerini söyleyeni susturdukları, umumi bir tokat yemedikleri için halkın hatalarına, Allah’ın cinayetlerine göz yumduğunu sanıyorlar. Kusurlardan arınma gibi bir kaygı taşımıyor aksine hırsızlığı cihat yöntemi gibi sunup kötülüğe taraftar topluyorlar.
“Haya sıyrılmış gitmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde, ne çirkin yüzleri örtermiş o incecik perde” deyip geçiyoruz.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser