Tutuklu gazeteci Tunca Öğreten, başına gelenleri anlattığı mektubunu sıkı göndermeyle bitirdi.
Bu ibare Berat Albayrak’ın hemen tüm maillerini bitirirken kullandığı bir ibare. Öyle ki ihale usulsüzlükleri, doktora tezi intihali ve daha pekçok usulsüzlükle ilgili verdiği talimatları bile “selam ve dua ile” ibaresiyle bitriyordu. Öğreten aynı ibareyle mektubunu bitirerek ince bir gönderme yaptı.
İşte Tunca Öğreten’in yazdıkları:
‘Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım’
25 Aralık’ta sabaha karşı evinden gözaltına alınan Öğreten polis baskınını şöyle anlattı:
“Önce kapı zili çalmaya başladı. Sonra da sert bir cisimle vurulmaya devam edildi. Peşinden de: ‘Polis! Aç ulan kapıyı!’. Kapıyı açmamla yüzümün ortasına doğrultulan heybetli otomatik silahın namlusuna odaklanmam bir oldu. Sonrası iyilik, sağlık… Karga tulumba, yüzüstü yere yatırıldım, tekmelendim…
Bu sözler, yılbaşı gecesi Reina’da katliam yapmış IŞİD militanı ya da Vodafone Arena önünde üzerindeki yeleğin fünyesini ateşlemiş TAK militanına emri veren adamın değil, bir gazetecinin sözleri. Vergisini veren, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye, sigortası yatan bir gazetecinin…
Elleri arkadan kelepçeli, yüzüstü yerde yatarken, özel harekatçıların sesi bir kez daha duyuldu: ‘Yere yat!’. Aynı talimat bu defa gözümden sakındığım hayat arkadaşıma veriliyordu. O an Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım. Nasıl bir çaresizlik olduğunu kelimelerle tarif etmek mümkün değil.”
‘Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi’
Evin her köşesinin karış karış arandığını, bilgisayarlara, telefonlara, ses kayıt cihazına, not defterlerine, yayınlanmış söyleşilere ait notlara el konulduğunu aktaran Öğreten, taşınabilir müzik cihazına el konulduğunda, “Acaba ne dinlediğimi de mi merak ediyorlar” diye düşündüğünü paylaştı.
Öğreten şöyle devam etti: “Yalan yok, korktum. En çok da eşime bunları yaşattığım için çok üzüldüm. Bir ara gücümü topladım ve ‘Neden?’ diye sordum komisere. ‘Terör örgütü üyeliği’ dedi. O kadar kolay çıktı ki ağzından bu üç kelime… Minez’le göz göze geldik. Tek yapabildiğimiz gülümsemek oldu.
Evet, aciz olan biz değildik. Merak ettim hangi örgüt olduğunu. Sonrası Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi. ‘Sizin aklınıza hangi örgüt geliyor?’. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Kendimi hangi örgüte yakın görüyorsam, ondan mı işlem yapacaksınız?’ Önce ‘FETÖ’, sonra da ‘MLKP’ olabilir mi diye sordu. Tutamadım kendimi ‘Vallahi ikisinden de ekmek çıkmaz memur bey’ dedim…
İşte böyle başladı 24 günlük gözaltı süresi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için de savcı karşısına çıkana dek öğrenemedim ‘örgütümü’.”
Öğreten, aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan diğer beş gazeteciyle karşılaşmasını ise şöyle anlattı: “DİHA’dan Ömer Çelik Diyarbakır’da alınmış, 40’ı çıkmamış bebeği ve eşinin yanında dövülmüştü. BirGün’den Mahir Kanaat’ın eşiyse dokuz aylık hamileydi. ETHA’dan Derya Okatan, Ankara’da taziye evinde gözaltına alınmıştı. DİHA’dan Metin Yoksu ve Yolculuk gazetesinden Eray Sargın da hazır bulunuyordu.”
‘Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez’
Nezarethanede geçirdikleri 24 günden sonra, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen maillerine dair yapılan haberlerle suçlandıklarını öğrendiklerini aktaran Öğreten, şöyle devam etti: “Savcılık öyle söyledi. Mahkemedeyse işler değişti. Bir anda DHKP-C üyesi oldum. Çaresizce savundum kendimi: ‘Sayın yargıç, gazete küpürleri haricinde hayatımda DHKP-C’li görmüş değilim. Bugüne dek örgütle ilgili ne bir haber, ne de sosyal medya paylaşımı yapmışlığım var. Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez.’ Yargıç, katibe, polisler, avukatlar… Hep beraber güldük, eğlendik. Karar sırasında yargıç, sözlerimi hatırlatırken bir kez daha güldük. Ama ne fayda… ‘Göklerden inen bir karar vardı’ ve üçümüz tutuklandık. Mahir’e FETÖ, Ömer’e de PKK çıktı kuradan.”
‘Yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım’
Öğreten apar topar ters kelepçe takılarak salondan çıkarıldıktan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Metris’e varıncaya kadar da ters kelepçeye ‘ülkülü, turanlı’ şarkılar eşlik etti. Hak etmiştik ama, ne de olsa ‘teröristtik.’
Şimdiyse Mahir’le beraber Silivri 2 No’lu cezaevindeyiz. Hakkımdaki kararı veren yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım. Ara sıra Mahir’e ‘Bunu da deneyimleyeyim diye vermiştir belki yargıç bu kararı’ diyorum ve bir sigara yakıyorum.”
Öğreten mektubunu şöyle bitirdi: “Geceleri, şu zar zor sığdığım hücrenin içindeki yatağa yatınca düşünüyorum. Yargıç da bizim gibi mesleğinin hakkını verebilseydi; acıyı, dostluğu, sohbeti, aşkı, umutları, bir fincan kahveyi, filmleri, plaktaki B.B. King’i paylaştığım kadının kokusu burnumun direğini sızlatmayacaktı.
Selam ve dua ile…”
Tutuklu gazeteci Tunca Öğreten, başına gelenleri anlattığı mektubunu sıkı göndermeyle bitirdi.
Bu ibare Berat Albayrak’ın hemen tüm maillerini bitirirken kullandığı bir ibare. Öyle ki ihale usulsüzlükleri, doktora tezi intihali ve daha pekçok usulsüzlükle ilgili verdiği talimatları bile “selam ve dua ile” ibaresiyle bitriyordu. Öğreten aynı ibareyle mektubunu bitirerek ince bir gönderme yaptı.
İşte Tunca Öğreten’in yazdıkları:
‘Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım’
25 Aralık’ta sabaha karşı evinden gözaltına alınan Öğreten polis baskınını şöyle anlattı:
“Önce kapı zili çalmaya başladı. Sonra da sert bir cisimle vurulmaya devam edildi. Peşinden de: ‘Polis! Aç ulan kapıyı!’. Kapıyı açmamla yüzümün ortasına doğrultulan heybetli otomatik silahın namlusuna odaklanmam bir oldu. Sonrası iyilik, sağlık… Karga tulumba, yüzüstü yere yatırıldım, tekmelendim…
Bu sözler, yılbaşı gecesi Reina’da katliam yapmış IŞİD militanı ya da Vodafone Arena önünde üzerindeki yeleğin fünyesini ateşlemiş TAK militanına emri veren adamın değil, bir gazetecinin sözleri. Vergisini veren, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye, sigortası yatan bir gazetecinin…
Elleri arkadan kelepçeli, yüzüstü yerde yatarken, özel harekatçıların sesi bir kez daha duyuldu: ‘Yere yat!’. Aynı talimat bu defa gözümden sakındığım hayat arkadaşıma veriliyordu. O an Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım. Nasıl bir çaresizlik olduğunu kelimelerle tarif etmek mümkün değil.”
‘Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi’
Evin her köşesinin karış karış arandığını, bilgisayarlara, telefonlara, ses kayıt cihazına, not defterlerine, yayınlanmış söyleşilere ait notlara el konulduğunu aktaran Öğreten, taşınabilir müzik cihazına el konulduğunda, “Acaba ne dinlediğimi de mi merak ediyorlar” diye düşündüğünü paylaştı.
Öğreten şöyle devam etti: “Yalan yok, korktum. En çok da eşime bunları yaşattığım için çok üzüldüm. Bir ara gücümü topladım ve ‘Neden?’ diye sordum komisere. ‘Terör örgütü üyeliği’ dedi. O kadar kolay çıktı ki ağzından bu üç kelime… Minez’le göz göze geldik. Tek yapabildiğimiz gülümsemek oldu.
Evet, aciz olan biz değildik. Merak ettim hangi örgüt olduğunu. Sonrası Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi. ‘Sizin aklınıza hangi örgüt geliyor?’. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Kendimi hangi örgüte yakın görüyorsam, ondan mı işlem yapacaksınız?’ Önce ‘FETÖ’, sonra da ‘MLKP’ olabilir mi diye sordu. Tutamadım kendimi ‘Vallahi ikisinden de ekmek çıkmaz memur bey’ dedim…
İşte böyle başladı 24 günlük gözaltı süresi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için de savcı karşısına çıkana dek öğrenemedim ‘örgütümü’.”
Öğreten, aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan diğer beş gazeteciyle karşılaşmasını ise şöyle anlattı: “DİHA’dan Ömer Çelik Diyarbakır’da alınmış, 40’ı çıkmamış bebeği ve eşinin yanında dövülmüştü. BirGün’den Mahir Kanaat’ın eşiyse dokuz aylık hamileydi. ETHA’dan Derya Okatan, Ankara’da taziye evinde gözaltına alınmıştı. DİHA’dan Metin Yoksu ve Yolculuk gazetesinden Eray Sargın da hazır bulunuyordu.”
‘Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez’
Nezarethanede geçirdikleri 24 günden sonra, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen maillerine dair yapılan haberlerle suçlandıklarını öğrendiklerini aktaran Öğreten, şöyle devam etti: “Savcılık öyle söyledi. Mahkemedeyse işler değişti. Bir anda DHKP-C üyesi oldum. Çaresizce savundum kendimi: ‘Sayın yargıç, gazete küpürleri haricinde hayatımda DHKP-C’li görmüş değilim. Bugüne dek örgütle ilgili ne bir haber, ne de sosyal medya paylaşımı yapmışlığım var. Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez.’ Yargıç, katibe, polisler, avukatlar… Hep beraber güldük, eğlendik. Karar sırasında yargıç, sözlerimi hatırlatırken bir kez daha güldük. Ama ne fayda… ‘Göklerden inen bir karar vardı’ ve üçümüz tutuklandık. Mahir’e FETÖ, Ömer’e de PKK çıktı kuradan.”
‘Yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım’
Öğreten apar topar ters kelepçe takılarak salondan çıkarıldıktan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Metris’e varıncaya kadar da ters kelepçeye ‘ülkülü, turanlı’ şarkılar eşlik etti. Hak etmiştik ama, ne de olsa ‘teröristtik.’
Şimdiyse Mahir’le beraber Silivri 2 No’lu cezaevindeyiz. Hakkımdaki kararı veren yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım. Ara sıra Mahir’e ‘Bunu da deneyimleyeyim diye vermiştir belki yargıç bu kararı’ diyorum ve bir sigara yakıyorum.”
Öğreten mektubunu şöyle bitirdi: “Geceleri, şu zar zor sığdığım hücrenin içindeki yatağa yatınca düşünüyorum. Yargıç da bizim gibi mesleğinin hakkını verebilseydi; acıyı, dostluğu, sohbeti, aşkı, umutları, bir fincan kahveyi, filmleri, plaktaki B.B. King’i paylaştığım kadının kokusu burnumun direğini sızlatmayacaktı.
Selam ve dua ile…”
Tutuklu gazeteci Tunca Öğreten, başına gelenleri anlattığı mektubunu sıkı göndermeyle bitirdi.
Bu ibare Berat Albayrak’ın hemen tüm maillerini bitirirken kullandığı bir ibare. Öyle ki ihale usulsüzlükleri, doktora tezi intihali ve daha pekçok usulsüzlükle ilgili verdiği talimatları bile “selam ve dua ile” ibaresiyle bitriyordu. Öğreten aynı ibareyle mektubunu bitirerek ince bir gönderme yaptı.
İşte Tunca Öğreten’in yazdıkları:
‘Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım’
25 Aralık’ta sabaha karşı evinden gözaltına alınan Öğreten polis baskınını şöyle anlattı:
“Önce kapı zili çalmaya başladı. Sonra da sert bir cisimle vurulmaya devam edildi. Peşinden de: ‘Polis! Aç ulan kapıyı!’. Kapıyı açmamla yüzümün ortasına doğrultulan heybetli otomatik silahın namlusuna odaklanmam bir oldu. Sonrası iyilik, sağlık… Karga tulumba, yüzüstü yere yatırıldım, tekmelendim…
Bu sözler, yılbaşı gecesi Reina’da katliam yapmış IŞİD militanı ya da Vodafone Arena önünde üzerindeki yeleğin fünyesini ateşlemiş TAK militanına emri veren adamın değil, bir gazetecinin sözleri. Vergisini veren, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye, sigortası yatan bir gazetecinin…
Elleri arkadan kelepçeli, yüzüstü yerde yatarken, özel harekatçıların sesi bir kez daha duyuldu: ‘Yere yat!’. Aynı talimat bu defa gözümden sakındığım hayat arkadaşıma veriliyordu. O an Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım. Nasıl bir çaresizlik olduğunu kelimelerle tarif etmek mümkün değil.”
‘Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi’
Evin her köşesinin karış karış arandığını, bilgisayarlara, telefonlara, ses kayıt cihazına, not defterlerine, yayınlanmış söyleşilere ait notlara el konulduğunu aktaran Öğreten, taşınabilir müzik cihazına el konulduğunda, “Acaba ne dinlediğimi de mi merak ediyorlar” diye düşündüğünü paylaştı.
Öğreten şöyle devam etti: “Yalan yok, korktum. En çok da eşime bunları yaşattığım için çok üzüldüm. Bir ara gücümü topladım ve ‘Neden?’ diye sordum komisere. ‘Terör örgütü üyeliği’ dedi. O kadar kolay çıktı ki ağzından bu üç kelime… Minez’le göz göze geldik. Tek yapabildiğimiz gülümsemek oldu.
Evet, aciz olan biz değildik. Merak ettim hangi örgüt olduğunu. Sonrası Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi. ‘Sizin aklınıza hangi örgüt geliyor?’. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Kendimi hangi örgüte yakın görüyorsam, ondan mı işlem yapacaksınız?’ Önce ‘FETÖ’, sonra da ‘MLKP’ olabilir mi diye sordu. Tutamadım kendimi ‘Vallahi ikisinden de ekmek çıkmaz memur bey’ dedim…
İşte böyle başladı 24 günlük gözaltı süresi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için de savcı karşısına çıkana dek öğrenemedim ‘örgütümü’.”
Öğreten, aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan diğer beş gazeteciyle karşılaşmasını ise şöyle anlattı: “DİHA’dan Ömer Çelik Diyarbakır’da alınmış, 40’ı çıkmamış bebeği ve eşinin yanında dövülmüştü. BirGün’den Mahir Kanaat’ın eşiyse dokuz aylık hamileydi. ETHA’dan Derya Okatan, Ankara’da taziye evinde gözaltına alınmıştı. DİHA’dan Metin Yoksu ve Yolculuk gazetesinden Eray Sargın da hazır bulunuyordu.”
‘Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez’
Nezarethanede geçirdikleri 24 günden sonra, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen maillerine dair yapılan haberlerle suçlandıklarını öğrendiklerini aktaran Öğreten, şöyle devam etti: “Savcılık öyle söyledi. Mahkemedeyse işler değişti. Bir anda DHKP-C üyesi oldum. Çaresizce savundum kendimi: ‘Sayın yargıç, gazete küpürleri haricinde hayatımda DHKP-C’li görmüş değilim. Bugüne dek örgütle ilgili ne bir haber, ne de sosyal medya paylaşımı yapmışlığım var. Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez.’ Yargıç, katibe, polisler, avukatlar… Hep beraber güldük, eğlendik. Karar sırasında yargıç, sözlerimi hatırlatırken bir kez daha güldük. Ama ne fayda… ‘Göklerden inen bir karar vardı’ ve üçümüz tutuklandık. Mahir’e FETÖ, Ömer’e de PKK çıktı kuradan.”
‘Yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım’
Öğreten apar topar ters kelepçe takılarak salondan çıkarıldıktan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Metris’e varıncaya kadar da ters kelepçeye ‘ülkülü, turanlı’ şarkılar eşlik etti. Hak etmiştik ama, ne de olsa ‘teröristtik.’
Şimdiyse Mahir’le beraber Silivri 2 No’lu cezaevindeyiz. Hakkımdaki kararı veren yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım. Ara sıra Mahir’e ‘Bunu da deneyimleyeyim diye vermiştir belki yargıç bu kararı’ diyorum ve bir sigara yakıyorum.”
Öğreten mektubunu şöyle bitirdi: “Geceleri, şu zar zor sığdığım hücrenin içindeki yatağa yatınca düşünüyorum. Yargıç da bizim gibi mesleğinin hakkını verebilseydi; acıyı, dostluğu, sohbeti, aşkı, umutları, bir fincan kahveyi, filmleri, plaktaki B.B. King’i paylaştığım kadının kokusu burnumun direğini sızlatmayacaktı.
Selam ve dua ile…”
Tutuklu gazeteci Tunca Öğreten, başına gelenleri anlattığı mektubunu sıkı göndermeyle bitirdi.
Bu ibare Berat Albayrak’ın hemen tüm maillerini bitirirken kullandığı bir ibare. Öyle ki ihale usulsüzlükleri, doktora tezi intihali ve daha pekçok usulsüzlükle ilgili verdiği talimatları bile “selam ve dua ile” ibaresiyle bitriyordu. Öğreten aynı ibareyle mektubunu bitirerek ince bir gönderme yaptı.
İşte Tunca Öğreten’in yazdıkları:
‘Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım’
25 Aralık’ta sabaha karşı evinden gözaltına alınan Öğreten polis baskınını şöyle anlattı:
“Önce kapı zili çalmaya başladı. Sonra da sert bir cisimle vurulmaya devam edildi. Peşinden de: ‘Polis! Aç ulan kapıyı!’. Kapıyı açmamla yüzümün ortasına doğrultulan heybetli otomatik silahın namlusuna odaklanmam bir oldu. Sonrası iyilik, sağlık… Karga tulumba, yüzüstü yere yatırıldım, tekmelendim…
Bu sözler, yılbaşı gecesi Reina’da katliam yapmış IŞİD militanı ya da Vodafone Arena önünde üzerindeki yeleğin fünyesini ateşlemiş TAK militanına emri veren adamın değil, bir gazetecinin sözleri. Vergisini veren, Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye, sigortası yatan bir gazetecinin…
Elleri arkadan kelepçeli, yüzüstü yerde yatarken, özel harekatçıların sesi bir kez daha duyuldu: ‘Yere yat!’. Aynı talimat bu defa gözümden sakındığım hayat arkadaşıma veriliyordu. O an Dilek Doğan’ın vurulma görüntülerini anımsadım. Nasıl bir çaresizlik olduğunu kelimelerle tarif etmek mümkün değil.”
‘Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi’
Evin her köşesinin karış karış arandığını, bilgisayarlara, telefonlara, ses kayıt cihazına, not defterlerine, yayınlanmış söyleşilere ait notlara el konulduğunu aktaran Öğreten, taşınabilir müzik cihazına el konulduğunda, “Acaba ne dinlediğimi de mi merak ediyorlar” diye düşündüğünü paylaştı.
Öğreten şöyle devam etti: “Yalan yok, korktum. En çok da eşime bunları yaşattığım için çok üzüldüm. Bir ara gücümü topladım ve ‘Neden?’ diye sordum komisere. ‘Terör örgütü üyeliği’ dedi. O kadar kolay çıktı ki ağzından bu üç kelime… Minez’le göz göze geldik. Tek yapabildiğimiz gülümsemek oldu.
Evet, aciz olan biz değildik. Merak ettim hangi örgüt olduğunu. Sonrası Ferhan Şensoy’un ‘Pardon’ filmi gibiydi. ‘Sizin aklınıza hangi örgüt geliyor?’. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Kendimi hangi örgüte yakın görüyorsam, ondan mı işlem yapacaksınız?’ Önce ‘FETÖ’, sonra da ‘MLKP’ olabilir mi diye sordu. Tutamadım kendimi ‘Vallahi ikisinden de ekmek çıkmaz memur bey’ dedim…
İşte böyle başladı 24 günlük gözaltı süresi. Dosyada gizlilik kararı olduğu için de savcı karşısına çıkana dek öğrenemedim ‘örgütümü’.”
Öğreten, aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan diğer beş gazeteciyle karşılaşmasını ise şöyle anlattı: “DİHA’dan Ömer Çelik Diyarbakır’da alınmış, 40’ı çıkmamış bebeği ve eşinin yanında dövülmüştü. BirGün’den Mahir Kanaat’ın eşiyse dokuz aylık hamileydi. ETHA’dan Derya Okatan, Ankara’da taziye evinde gözaltına alınmıştı. DİHA’dan Metin Yoksu ve Yolculuk gazetesinden Eray Sargın da hazır bulunuyordu.”
‘Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez’
Nezarethanede geçirdikleri 24 günden sonra, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen maillerine dair yapılan haberlerle suçlandıklarını öğrendiklerini aktaran Öğreten, şöyle devam etti: “Savcılık öyle söyledi. Mahkemedeyse işler değişti. Bir anda DHKP-C üyesi oldum. Çaresizce savundum kendimi: ‘Sayın yargıç, gazete küpürleri haricinde hayatımda DHKP-C’li görmüş değilim. Bugüne dek örgütle ilgili ne bir haber, ne de sosyal medya paylaşımı yapmışlığım var. Böylesine pasif bir üyeye örgüt bile yol verir, istemez.’ Yargıç, katibe, polisler, avukatlar… Hep beraber güldük, eğlendik. Karar sırasında yargıç, sözlerimi hatırlatırken bir kez daha güldük. Ama ne fayda… ‘Göklerden inen bir karar vardı’ ve üçümüz tutuklandık. Mahir’e FETÖ, Ömer’e de PKK çıktı kuradan.”
‘Yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım’
Öğreten apar topar ters kelepçe takılarak salondan çıkarıldıktan sonra yaşadıklarını şöyle anlattı: “Metris’e varıncaya kadar da ters kelepçeye ‘ülkülü, turanlı’ şarkılar eşlik etti. Hak etmiştik ama, ne de olsa ‘teröristtik.’
Şimdiyse Mahir’le beraber Silivri 2 No’lu cezaevindeyiz. Hakkımdaki kararı veren yargıç sayesinde ilk defa DHKP-C’lilerle tanıştım. Ara sıra Mahir’e ‘Bunu da deneyimleyeyim diye vermiştir belki yargıç bu kararı’ diyorum ve bir sigara yakıyorum.”
Öğreten mektubunu şöyle bitirdi: “Geceleri, şu zar zor sığdığım hücrenin içindeki yatağa yatınca düşünüyorum. Yargıç da bizim gibi mesleğinin hakkını verebilseydi; acıyı, dostluğu, sohbeti, aşkı, umutları, bir fincan kahveyi, filmleri, plaktaki B.B. King’i paylaştığım kadının kokusu burnumun direğini sızlatmayacaktı.
Selam ve dua ile…”