Cemaat iddiasıyla cezaevine konulan tutuklulardan yaşananlara ilişkin mektuplar gelmeye devam ediyor.
Mağduriyetler.com’da yayınlanan mektup şöyle devam ediyor;
Sizlere demir parmaklıklar ardından bir mektup yazmayı hiç hayalime bile getirmemiştir. Kaderin bir imtihanı; hem zor, hem acı, hem hasret, hüznü ve sevinci bir arada yaşatıyor Rabbim. Hayat bir sahne ve herkes hayat filminin baş rol oyuncusu. Bu sahneyi Yaradan, bize de bu rolu vermiş. Hamd ve sena O’na (cc) olsun.
Size kısaca 20 aydır yaşadıklarımdan biraz bahsetmek istiyorum. “Rahman’a saygısızlık olur mu?” diye çok düşündüm. Engin rahmetine sığınarak yaşadıklarımdan bahsedeceğim…
Polislerin gelip aldıklarında başlamıştı film; beni bir “terörist” “darbeci” diye tutukladılar. Polislerin telefon müzikleri bile siyasi olunca; tamam dedim biz siyasi şuçluyuz. 8 gün nezarette kaldım. Su bile içmek isteseniz kameraya el sallıyorsunuz. İnsan özgürlüğün ne olduğunu orada çok iyi anlıyor.
Oyundan bir mahkemeye çıkarıldık. “Kağıt gelmesini bekliyoruz” dedi hakim. Sonra gelen zarf ve tutuklanıp cezaevine… Tabi cezaevi nezaretten sonra bize otel gibi geldi. Cezaevinin önünden geçerdik de içinde şuçlular kalıyormuş gibi bakardık. Meğer oraya suçsuzlar da girebiliyormuş. Cezaevine girdik, üzerimizde ne varsa para, kemer, yüzük, saat, hepsini aldılar.
Görüş günleri burası bir bayram havası gibi oluyor; arkadaşlar sabahdan hazırlanmaya başlıyor. İki cam arası buz gibi bir yer, kaderi tenkit olmasın diye susuyor insan.
48 gün bir ilin cezaevinde kaldım. Bir sabah, “Haydi koğuş değişikliği” dediler toparlandım. koridora çıktıgımda nezarette beraber kaldığım 13 arkadaş vardı. Bizi nereye götürdüklerini söylemeden iki arabaya bindirdiler, yola çıktık. Ellerimiz kelepçeleli. Bir namaz ve abdest molası vermeden 8 saat yol gittik. Aklımızda “Ailemizin acaba haberleri var mı?” sorusu.
Ve sonra akşam karanlığında, bir cezaevine getirildik. Ailemizin yaşadığı yere 9-10 saat uzaklıkta bir yer… Orada öğrendik nereye getirildiğimizi.
Hapishanede Yusuf olmak zor; asıl Züleyha olup Yusuf’u beklemek daha zor.
Demir kapının ortasında bir mazgal, sanki anne karnında beslenen bebek gibiyiz. Bütün ihtiyaçlarımızı o küçücük mazgaldan veriyorlar.
Pazartesi ve perşembe oruç günlerimiz belki dışarıda özgürken tutmakta zorluk çektiğimiz. Hele bir de Kur’an ne güzel bir dostmuş; meğer ne nazlı bir sevgiliymiş. İnsana kendini açtıkça açıyor burada, şifa kaynağımız. Rahman’a nankörlük edemeyiz.
Ben ki yerinde duramayan bir insandım. 4 duvar arası çok ağır bir imtihan. Zaman burada en güzel ibadetle meşgulken geçiyor. İnsan Rabbi ile konuşuyor burada. İnsan burada çoğu şeyin, yapamadıklarının ızdırabını çekiyor. Gözleri görmeyen, eli ayağı olmayan bilir uzuvlarının kıymetini; bunun için asıl mesele varken kıymet bilmekmiş… Anlatılacak çok şey var ama kalem kâfi gelmiyor tercüman olmaya. Allah’a emanet olun..
Cemaat iddiasıyla cezaevine konulan tutuklulardan yaşananlara ilişkin mektuplar gelmeye devam ediyor.
Mağduriyetler.com’da yayınlanan mektup şöyle devam ediyor;
Sizlere demir parmaklıklar ardından bir mektup yazmayı hiç hayalime bile getirmemiştir. Kaderin bir imtihanı; hem zor, hem acı, hem hasret, hüznü ve sevinci bir arada yaşatıyor Rabbim. Hayat bir sahne ve herkes hayat filminin baş rol oyuncusu. Bu sahneyi Yaradan, bize de bu rolu vermiş. Hamd ve sena O’na (cc) olsun.
Size kısaca 20 aydır yaşadıklarımdan biraz bahsetmek istiyorum. “Rahman’a saygısızlık olur mu?” diye çok düşündüm. Engin rahmetine sığınarak yaşadıklarımdan bahsedeceğim…
Polislerin gelip aldıklarında başlamıştı film; beni bir “terörist” “darbeci” diye tutukladılar. Polislerin telefon müzikleri bile siyasi olunca; tamam dedim biz siyasi şuçluyuz. 8 gün nezarette kaldım. Su bile içmek isteseniz kameraya el sallıyorsunuz. İnsan özgürlüğün ne olduğunu orada çok iyi anlıyor.
Oyundan bir mahkemeye çıkarıldık. “Kağıt gelmesini bekliyoruz” dedi hakim. Sonra gelen zarf ve tutuklanıp cezaevine… Tabi cezaevi nezaretten sonra bize otel gibi geldi. Cezaevinin önünden geçerdik de içinde şuçlular kalıyormuş gibi bakardık. Meğer oraya suçsuzlar da girebiliyormuş. Cezaevine girdik, üzerimizde ne varsa para, kemer, yüzük, saat, hepsini aldılar.
Görüş günleri burası bir bayram havası gibi oluyor; arkadaşlar sabahdan hazırlanmaya başlıyor. İki cam arası buz gibi bir yer, kaderi tenkit olmasın diye susuyor insan.
48 gün bir ilin cezaevinde kaldım. Bir sabah, “Haydi koğuş değişikliği” dediler toparlandım. koridora çıktıgımda nezarette beraber kaldığım 13 arkadaş vardı. Bizi nereye götürdüklerini söylemeden iki arabaya bindirdiler, yola çıktık. Ellerimiz kelepçeleli. Bir namaz ve abdest molası vermeden 8 saat yol gittik. Aklımızda “Ailemizin acaba haberleri var mı?” sorusu.
Ve sonra akşam karanlığında, bir cezaevine getirildik. Ailemizin yaşadığı yere 9-10 saat uzaklıkta bir yer… Orada öğrendik nereye getirildiğimizi.
Hapishanede Yusuf olmak zor; asıl Züleyha olup Yusuf’u beklemek daha zor.
Demir kapının ortasında bir mazgal, sanki anne karnında beslenen bebek gibiyiz. Bütün ihtiyaçlarımızı o küçücük mazgaldan veriyorlar.
Pazartesi ve perşembe oruç günlerimiz belki dışarıda özgürken tutmakta zorluk çektiğimiz. Hele bir de Kur’an ne güzel bir dostmuş; meğer ne nazlı bir sevgiliymiş. İnsana kendini açtıkça açıyor burada, şifa kaynağımız. Rahman’a nankörlük edemeyiz.
Ben ki yerinde duramayan bir insandım. 4 duvar arası çok ağır bir imtihan. Zaman burada en güzel ibadetle meşgulken geçiyor. İnsan Rabbi ile konuşuyor burada. İnsan burada çoğu şeyin, yapamadıklarının ızdırabını çekiyor. Gözleri görmeyen, eli ayağı olmayan bilir uzuvlarının kıymetini; bunun için asıl mesele varken kıymet bilmekmiş… Anlatılacak çok şey var ama kalem kâfi gelmiyor tercüman olmaya. Allah’a emanet olun..
Cemaat iddiasıyla cezaevine konulan tutuklulardan yaşananlara ilişkin mektuplar gelmeye devam ediyor.
Mağduriyetler.com’da yayınlanan mektup şöyle devam ediyor;
Sizlere demir parmaklıklar ardından bir mektup yazmayı hiç hayalime bile getirmemiştir. Kaderin bir imtihanı; hem zor, hem acı, hem hasret, hüznü ve sevinci bir arada yaşatıyor Rabbim. Hayat bir sahne ve herkes hayat filminin baş rol oyuncusu. Bu sahneyi Yaradan, bize de bu rolu vermiş. Hamd ve sena O’na (cc) olsun.
Size kısaca 20 aydır yaşadıklarımdan biraz bahsetmek istiyorum. “Rahman’a saygısızlık olur mu?” diye çok düşündüm. Engin rahmetine sığınarak yaşadıklarımdan bahsedeceğim…
Polislerin gelip aldıklarında başlamıştı film; beni bir “terörist” “darbeci” diye tutukladılar. Polislerin telefon müzikleri bile siyasi olunca; tamam dedim biz siyasi şuçluyuz. 8 gün nezarette kaldım. Su bile içmek isteseniz kameraya el sallıyorsunuz. İnsan özgürlüğün ne olduğunu orada çok iyi anlıyor.
Oyundan bir mahkemeye çıkarıldık. “Kağıt gelmesini bekliyoruz” dedi hakim. Sonra gelen zarf ve tutuklanıp cezaevine… Tabi cezaevi nezaretten sonra bize otel gibi geldi. Cezaevinin önünden geçerdik de içinde şuçlular kalıyormuş gibi bakardık. Meğer oraya suçsuzlar da girebiliyormuş. Cezaevine girdik, üzerimizde ne varsa para, kemer, yüzük, saat, hepsini aldılar.
Görüş günleri burası bir bayram havası gibi oluyor; arkadaşlar sabahdan hazırlanmaya başlıyor. İki cam arası buz gibi bir yer, kaderi tenkit olmasın diye susuyor insan.
48 gün bir ilin cezaevinde kaldım. Bir sabah, “Haydi koğuş değişikliği” dediler toparlandım. koridora çıktıgımda nezarette beraber kaldığım 13 arkadaş vardı. Bizi nereye götürdüklerini söylemeden iki arabaya bindirdiler, yola çıktık. Ellerimiz kelepçeleli. Bir namaz ve abdest molası vermeden 8 saat yol gittik. Aklımızda “Ailemizin acaba haberleri var mı?” sorusu.
Ve sonra akşam karanlığında, bir cezaevine getirildik. Ailemizin yaşadığı yere 9-10 saat uzaklıkta bir yer… Orada öğrendik nereye getirildiğimizi.
Hapishanede Yusuf olmak zor; asıl Züleyha olup Yusuf’u beklemek daha zor.
Demir kapının ortasında bir mazgal, sanki anne karnında beslenen bebek gibiyiz. Bütün ihtiyaçlarımızı o küçücük mazgaldan veriyorlar.
Pazartesi ve perşembe oruç günlerimiz belki dışarıda özgürken tutmakta zorluk çektiğimiz. Hele bir de Kur’an ne güzel bir dostmuş; meğer ne nazlı bir sevgiliymiş. İnsana kendini açtıkça açıyor burada, şifa kaynağımız. Rahman’a nankörlük edemeyiz.
Ben ki yerinde duramayan bir insandım. 4 duvar arası çok ağır bir imtihan. Zaman burada en güzel ibadetle meşgulken geçiyor. İnsan Rabbi ile konuşuyor burada. İnsan burada çoğu şeyin, yapamadıklarının ızdırabını çekiyor. Gözleri görmeyen, eli ayağı olmayan bilir uzuvlarının kıymetini; bunun için asıl mesele varken kıymet bilmekmiş… Anlatılacak çok şey var ama kalem kâfi gelmiyor tercüman olmaya. Allah’a emanet olun..
Cemaat iddiasıyla cezaevine konulan tutuklulardan yaşananlara ilişkin mektuplar gelmeye devam ediyor.
Mağduriyetler.com’da yayınlanan mektup şöyle devam ediyor;
Sizlere demir parmaklıklar ardından bir mektup yazmayı hiç hayalime bile getirmemiştir. Kaderin bir imtihanı; hem zor, hem acı, hem hasret, hüznü ve sevinci bir arada yaşatıyor Rabbim. Hayat bir sahne ve herkes hayat filminin baş rol oyuncusu. Bu sahneyi Yaradan, bize de bu rolu vermiş. Hamd ve sena O’na (cc) olsun.
Size kısaca 20 aydır yaşadıklarımdan biraz bahsetmek istiyorum. “Rahman’a saygısızlık olur mu?” diye çok düşündüm. Engin rahmetine sığınarak yaşadıklarımdan bahsedeceğim…
Polislerin gelip aldıklarında başlamıştı film; beni bir “terörist” “darbeci” diye tutukladılar. Polislerin telefon müzikleri bile siyasi olunca; tamam dedim biz siyasi şuçluyuz. 8 gün nezarette kaldım. Su bile içmek isteseniz kameraya el sallıyorsunuz. İnsan özgürlüğün ne olduğunu orada çok iyi anlıyor.
Oyundan bir mahkemeye çıkarıldık. “Kağıt gelmesini bekliyoruz” dedi hakim. Sonra gelen zarf ve tutuklanıp cezaevine… Tabi cezaevi nezaretten sonra bize otel gibi geldi. Cezaevinin önünden geçerdik de içinde şuçlular kalıyormuş gibi bakardık. Meğer oraya suçsuzlar da girebiliyormuş. Cezaevine girdik, üzerimizde ne varsa para, kemer, yüzük, saat, hepsini aldılar.
Görüş günleri burası bir bayram havası gibi oluyor; arkadaşlar sabahdan hazırlanmaya başlıyor. İki cam arası buz gibi bir yer, kaderi tenkit olmasın diye susuyor insan.
48 gün bir ilin cezaevinde kaldım. Bir sabah, “Haydi koğuş değişikliği” dediler toparlandım. koridora çıktıgımda nezarette beraber kaldığım 13 arkadaş vardı. Bizi nereye götürdüklerini söylemeden iki arabaya bindirdiler, yola çıktık. Ellerimiz kelepçeleli. Bir namaz ve abdest molası vermeden 8 saat yol gittik. Aklımızda “Ailemizin acaba haberleri var mı?” sorusu.
Ve sonra akşam karanlığında, bir cezaevine getirildik. Ailemizin yaşadığı yere 9-10 saat uzaklıkta bir yer… Orada öğrendik nereye getirildiğimizi.
Hapishanede Yusuf olmak zor; asıl Züleyha olup Yusuf’u beklemek daha zor.
Demir kapının ortasında bir mazgal, sanki anne karnında beslenen bebek gibiyiz. Bütün ihtiyaçlarımızı o küçücük mazgaldan veriyorlar.
Pazartesi ve perşembe oruç günlerimiz belki dışarıda özgürken tutmakta zorluk çektiğimiz. Hele bir de Kur’an ne güzel bir dostmuş; meğer ne nazlı bir sevgiliymiş. İnsana kendini açtıkça açıyor burada, şifa kaynağımız. Rahman’a nankörlük edemeyiz.
Ben ki yerinde duramayan bir insandım. 4 duvar arası çok ağır bir imtihan. Zaman burada en güzel ibadetle meşgulken geçiyor. İnsan Rabbi ile konuşuyor burada. İnsan burada çoğu şeyin, yapamadıklarının ızdırabını çekiyor. Gözleri görmeyen, eli ayağı olmayan bilir uzuvlarının kıymetini; bunun için asıl mesele varken kıymet bilmekmiş… Anlatılacak çok şey var ama kalem kâfi gelmiyor tercüman olmaya. Allah’a emanet olun..