Türkiye IŞİD’la savaşırken bile IŞİD’ı dokunulmaz kılan sebepler
IŞİD’in dokunulmazlığı
2017’nin ilk saatlerinde Reina’yı kana bulayan IŞİD militanının elini kolunu sallayarak evine dönmesi can sıkıcı olsa bile maalesef insanı hayretler içinde bırakan bir durum değil. Hele de cihatçıların kolluk güçleri içinde örgütlü olduğu, cihatçıların hedef aldığı toplumsal kesimlerin bizzat iktidar tarafından hedef alındığı, yine cihatçıların yıllardır çok geniş bir hareket serbestisi ve dokunulmazlık ile hareket ettiği dikkate alındığında.
Sınır kentlerinde yakalanan IŞİD militanları haklarında bir kovuşturma yürütülmeden Türki kökenli değilse üçüncü ülkelere, Doğu Türkistanlılar gibi Türki kökenliler ise TC kimliği verilerek Kayseri gibi kentlere gönderildi. IŞİD’liler hakkında, örgütsel aidiyetleri bilinmesine rağmen uzun süre hukuki işlem yapılmadı ve bir tür hukuki dokunulmazlık işletildi. Valiliklere bağlı Geri Gönderme Merkezleri IŞİD’liler için bir güvenli konaklama ve transfer merkezi olarak iş gördü. 15 Mart’ta ortaya koyduğumuz iddiaların ciddiyeti ve iktidarın bu konudaki ihmali (isterseniz suç ortaklığı deyin), Tayyip Erdoğan’ın terörün Brüksel’i de vurabileceği yönündeki “uyarısından” üç gün sonra gerçekleşen 22 Mart Brüksel Katliamı ile açığa çıktı. Brüksel saldırganlarından İbrahim el Bakraoui Gazinatep’te yakalandıktan sonra söz ettiğimiz mekanizma ile Avrupa’ya gönderilmişti.[8] (Ayrıntıları vermek yazıyı daha da uzatacaktır, meraklısına yazının altındaki linkler yardımcı olabilir.)
Polis tarafından izlenen, adları kamuoyunda dahi bilinen IŞİD militanları yine kolluk güçlerinin yol vermesi ile katliamlar gerçekleştirdi. Ancak iş gelip IŞİD’lilerin yakalanmasına ya da yargılanmasına gelince tuhaf şeyler yaşandı. IŞİD’liler ya Reina katliamcısı gibi kaçtı, ya Konya’da olduğu gibi salıverildi, ya Diyarbakır ve Antep’teki polis operasyonlarında olduğu gibi konuşamadan infaz edildi, ya da 10 Ekim Ankara Katliamı davasında olduğu gibi gerçek bağlantıların sorgulanması engellendi.
Bunlar AKP’nin IŞİD’le Esad’a ve Kürtlere karşı yapılan örtük anlaşma ile mi ilgilidir; içerdeki muhalif kesimleri hedef alan saldırılardaki suç ortaklıkları ile mi ilgilidir; Haziran 2014’te göz göre göre IŞİD’e teslim edilen Musul Konsolosluğu görevlilerinin salıverilmesi için yapılan pazarlıkla mı ilgilidir, AKP o pazarlıkta IŞİD’e ne vermiştir, bilinmez. AKP’nin IŞİD’le ortaklıklarını ve IŞİD’e sağladığı imkanları sıralamak da bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Sadede gelelim.
Bu maç tek kale oynanmayacak
AKP, IŞİD tarafından mürted ilan edilmiş durumda ve El Bab’da IŞİD’e karşı savaş halinde olabilir. Ama iş bu raddeye gelip iki taraf çatışan saflara geçti diye, çıkar ortaklıkları, suç ortaklıkları, uluslararası güçlerin elinde bir koz olarak dosyalara yazılanlar, organik ilişkiler, örgütsel iç içe geçişler birden yok olmuyor. Polis içindeki cihatçı örgütlenmeler, cihatçılar içindeki özel birimler, AKP tabanında yüzde 10 civarında olduğu söylenen IŞİD sempatisi, yerli IŞİD örgütlenmeleri, ideolojik ortaklık vardan yok olmuyor. Aksine Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’te yüzde 50’ye karşı yüzde 50 diyerek ilan ettiği “iç savaş” siyaseti ile daha da pekişiyor. AKP’nin ülkeyi değil ama iktidarını sağlama alabilmesi için, IŞİD ile ortaklıklarının çok kurcalanmaması, devletten parti tabanına kadar içeriye yerleşmiş cihatçı varlığın çok tahrik edilmemesi lazım. IŞİD’in dokunulmazlığının sırrı tam da burada.
IŞİD’in bağıra bağıra gelen bir katliamı hiçbir engele takılmadan gerçekleştirip elini kolunu sallayarak evine dönmesini seyreden İçişleri Bakanlığı’nın bu katliama karşı laikliği savunmaya çağıran Halkevleri üyelerinin peşinde düşmesinin sırrı da burada.
İstiyorlar ki Türkiye’deki cihatçı varlığı sorgulanmasın. İstiyorlar ki kimse AKP’nin cihatçı katillerden farksız ideolojisine itiraz etmesin; herkes katliamlar karşısında dehşete kapılarak teslim olsun; AKP’nin başkanlık adı altında İslamcı bir diktatörlük kurma hedefiyle yarattığı saflaşmada demokrasiyi ve laikliği savunan taraftakiler sussun ve AKP sorgulanmadan, yargılanmadan, maçı tek kale oynasın.
Ancak Reina Katliamı’nın ardından Okmeydanı’nda bir kahvede IŞİD’e karşı laiklik bayrağını yükseltme çağrısı yapanların sesinin, tüm baskı ve tehditlere rağmen geniş kesimlerde yankılanması ve sahiplenilmesi, iktidar yolculuğunda cihatçı çetelerle kol kola yürüyenler açısından kötü bir haber.
Bu maç tek kale oynanmayacak.
Cihatçı çetelerle ortaklık yapanların hesap verme vakti yaklaşıyor.
Türkiye IŞİD’la savaşırken bile IŞİD’ı dokunulmaz kılan sebepler
IŞİD’in dokunulmazlığı
2017’nin ilk saatlerinde Reina’yı kana bulayan IŞİD militanının elini kolunu sallayarak evine dönmesi can sıkıcı olsa bile maalesef insanı hayretler içinde bırakan bir durum değil. Hele de cihatçıların kolluk güçleri içinde örgütlü olduğu, cihatçıların hedef aldığı toplumsal kesimlerin bizzat iktidar tarafından hedef alındığı, yine cihatçıların yıllardır çok geniş bir hareket serbestisi ve dokunulmazlık ile hareket ettiği dikkate alındığında.
Sınır kentlerinde yakalanan IŞİD militanları haklarında bir kovuşturma yürütülmeden Türki kökenli değilse üçüncü ülkelere, Doğu Türkistanlılar gibi Türki kökenliler ise TC kimliği verilerek Kayseri gibi kentlere gönderildi. IŞİD’liler hakkında, örgütsel aidiyetleri bilinmesine rağmen uzun süre hukuki işlem yapılmadı ve bir tür hukuki dokunulmazlık işletildi. Valiliklere bağlı Geri Gönderme Merkezleri IŞİD’liler için bir güvenli konaklama ve transfer merkezi olarak iş gördü. 15 Mart’ta ortaya koyduğumuz iddiaların ciddiyeti ve iktidarın bu konudaki ihmali (isterseniz suç ortaklığı deyin), Tayyip Erdoğan’ın terörün Brüksel’i de vurabileceği yönündeki “uyarısından” üç gün sonra gerçekleşen 22 Mart Brüksel Katliamı ile açığa çıktı. Brüksel saldırganlarından İbrahim el Bakraoui Gazinatep’te yakalandıktan sonra söz ettiğimiz mekanizma ile Avrupa’ya gönderilmişti.[8] (Ayrıntıları vermek yazıyı daha da uzatacaktır, meraklısına yazının altındaki linkler yardımcı olabilir.)
Polis tarafından izlenen, adları kamuoyunda dahi bilinen IŞİD militanları yine kolluk güçlerinin yol vermesi ile katliamlar gerçekleştirdi. Ancak iş gelip IŞİD’lilerin yakalanmasına ya da yargılanmasına gelince tuhaf şeyler yaşandı. IŞİD’liler ya Reina katliamcısı gibi kaçtı, ya Konya’da olduğu gibi salıverildi, ya Diyarbakır ve Antep’teki polis operasyonlarında olduğu gibi konuşamadan infaz edildi, ya da 10 Ekim Ankara Katliamı davasında olduğu gibi gerçek bağlantıların sorgulanması engellendi.
Bunlar AKP’nin IŞİD’le Esad’a ve Kürtlere karşı yapılan örtük anlaşma ile mi ilgilidir; içerdeki muhalif kesimleri hedef alan saldırılardaki suç ortaklıkları ile mi ilgilidir; Haziran 2014’te göz göre göre IŞİD’e teslim edilen Musul Konsolosluğu görevlilerinin salıverilmesi için yapılan pazarlıkla mı ilgilidir, AKP o pazarlıkta IŞİD’e ne vermiştir, bilinmez. AKP’nin IŞİD’le ortaklıklarını ve IŞİD’e sağladığı imkanları sıralamak da bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Sadede gelelim.
Bu maç tek kale oynanmayacak
AKP, IŞİD tarafından mürted ilan edilmiş durumda ve El Bab’da IŞİD’e karşı savaş halinde olabilir. Ama iş bu raddeye gelip iki taraf çatışan saflara geçti diye, çıkar ortaklıkları, suç ortaklıkları, uluslararası güçlerin elinde bir koz olarak dosyalara yazılanlar, organik ilişkiler, örgütsel iç içe geçişler birden yok olmuyor. Polis içindeki cihatçı örgütlenmeler, cihatçılar içindeki özel birimler, AKP tabanında yüzde 10 civarında olduğu söylenen IŞİD sempatisi, yerli IŞİD örgütlenmeleri, ideolojik ortaklık vardan yok olmuyor. Aksine Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’te yüzde 50’ye karşı yüzde 50 diyerek ilan ettiği “iç savaş” siyaseti ile daha da pekişiyor. AKP’nin ülkeyi değil ama iktidarını sağlama alabilmesi için, IŞİD ile ortaklıklarının çok kurcalanmaması, devletten parti tabanına kadar içeriye yerleşmiş cihatçı varlığın çok tahrik edilmemesi lazım. IŞİD’in dokunulmazlığının sırrı tam da burada.
IŞİD’in bağıra bağıra gelen bir katliamı hiçbir engele takılmadan gerçekleştirip elini kolunu sallayarak evine dönmesini seyreden İçişleri Bakanlığı’nın bu katliama karşı laikliği savunmaya çağıran Halkevleri üyelerinin peşinde düşmesinin sırrı da burada.
İstiyorlar ki Türkiye’deki cihatçı varlığı sorgulanmasın. İstiyorlar ki kimse AKP’nin cihatçı katillerden farksız ideolojisine itiraz etmesin; herkes katliamlar karşısında dehşete kapılarak teslim olsun; AKP’nin başkanlık adı altında İslamcı bir diktatörlük kurma hedefiyle yarattığı saflaşmada demokrasiyi ve laikliği savunan taraftakiler sussun ve AKP sorgulanmadan, yargılanmadan, maçı tek kale oynasın.
Ancak Reina Katliamı’nın ardından Okmeydanı’nda bir kahvede IŞİD’e karşı laiklik bayrağını yükseltme çağrısı yapanların sesinin, tüm baskı ve tehditlere rağmen geniş kesimlerde yankılanması ve sahiplenilmesi, iktidar yolculuğunda cihatçı çetelerle kol kola yürüyenler açısından kötü bir haber.
Bu maç tek kale oynanmayacak.
Cihatçı çetelerle ortaklık yapanların hesap verme vakti yaklaşıyor.
Türkiye IŞİD’la savaşırken bile IŞİD’ı dokunulmaz kılan sebepler
IŞİD’in dokunulmazlığı
2017’nin ilk saatlerinde Reina’yı kana bulayan IŞİD militanının elini kolunu sallayarak evine dönmesi can sıkıcı olsa bile maalesef insanı hayretler içinde bırakan bir durum değil. Hele de cihatçıların kolluk güçleri içinde örgütlü olduğu, cihatçıların hedef aldığı toplumsal kesimlerin bizzat iktidar tarafından hedef alındığı, yine cihatçıların yıllardır çok geniş bir hareket serbestisi ve dokunulmazlık ile hareket ettiği dikkate alındığında.
Sınır kentlerinde yakalanan IŞİD militanları haklarında bir kovuşturma yürütülmeden Türki kökenli değilse üçüncü ülkelere, Doğu Türkistanlılar gibi Türki kökenliler ise TC kimliği verilerek Kayseri gibi kentlere gönderildi. IŞİD’liler hakkında, örgütsel aidiyetleri bilinmesine rağmen uzun süre hukuki işlem yapılmadı ve bir tür hukuki dokunulmazlık işletildi. Valiliklere bağlı Geri Gönderme Merkezleri IŞİD’liler için bir güvenli konaklama ve transfer merkezi olarak iş gördü. 15 Mart’ta ortaya koyduğumuz iddiaların ciddiyeti ve iktidarın bu konudaki ihmali (isterseniz suç ortaklığı deyin), Tayyip Erdoğan’ın terörün Brüksel’i de vurabileceği yönündeki “uyarısından” üç gün sonra gerçekleşen 22 Mart Brüksel Katliamı ile açığa çıktı. Brüksel saldırganlarından İbrahim el Bakraoui Gazinatep’te yakalandıktan sonra söz ettiğimiz mekanizma ile Avrupa’ya gönderilmişti.[8] (Ayrıntıları vermek yazıyı daha da uzatacaktır, meraklısına yazının altındaki linkler yardımcı olabilir.)
Polis tarafından izlenen, adları kamuoyunda dahi bilinen IŞİD militanları yine kolluk güçlerinin yol vermesi ile katliamlar gerçekleştirdi. Ancak iş gelip IŞİD’lilerin yakalanmasına ya da yargılanmasına gelince tuhaf şeyler yaşandı. IŞİD’liler ya Reina katliamcısı gibi kaçtı, ya Konya’da olduğu gibi salıverildi, ya Diyarbakır ve Antep’teki polis operasyonlarında olduğu gibi konuşamadan infaz edildi, ya da 10 Ekim Ankara Katliamı davasında olduğu gibi gerçek bağlantıların sorgulanması engellendi.
Bunlar AKP’nin IŞİD’le Esad’a ve Kürtlere karşı yapılan örtük anlaşma ile mi ilgilidir; içerdeki muhalif kesimleri hedef alan saldırılardaki suç ortaklıkları ile mi ilgilidir; Haziran 2014’te göz göre göre IŞİD’e teslim edilen Musul Konsolosluğu görevlilerinin salıverilmesi için yapılan pazarlıkla mı ilgilidir, AKP o pazarlıkta IŞİD’e ne vermiştir, bilinmez. AKP’nin IŞİD’le ortaklıklarını ve IŞİD’e sağladığı imkanları sıralamak da bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Sadede gelelim.
Bu maç tek kale oynanmayacak
AKP, IŞİD tarafından mürted ilan edilmiş durumda ve El Bab’da IŞİD’e karşı savaş halinde olabilir. Ama iş bu raddeye gelip iki taraf çatışan saflara geçti diye, çıkar ortaklıkları, suç ortaklıkları, uluslararası güçlerin elinde bir koz olarak dosyalara yazılanlar, organik ilişkiler, örgütsel iç içe geçişler birden yok olmuyor. Polis içindeki cihatçı örgütlenmeler, cihatçılar içindeki özel birimler, AKP tabanında yüzde 10 civarında olduğu söylenen IŞİD sempatisi, yerli IŞİD örgütlenmeleri, ideolojik ortaklık vardan yok olmuyor. Aksine Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’te yüzde 50’ye karşı yüzde 50 diyerek ilan ettiği “iç savaş” siyaseti ile daha da pekişiyor. AKP’nin ülkeyi değil ama iktidarını sağlama alabilmesi için, IŞİD ile ortaklıklarının çok kurcalanmaması, devletten parti tabanına kadar içeriye yerleşmiş cihatçı varlığın çok tahrik edilmemesi lazım. IŞİD’in dokunulmazlığının sırrı tam da burada.
IŞİD’in bağıra bağıra gelen bir katliamı hiçbir engele takılmadan gerçekleştirip elini kolunu sallayarak evine dönmesini seyreden İçişleri Bakanlığı’nın bu katliama karşı laikliği savunmaya çağıran Halkevleri üyelerinin peşinde düşmesinin sırrı da burada.
İstiyorlar ki Türkiye’deki cihatçı varlığı sorgulanmasın. İstiyorlar ki kimse AKP’nin cihatçı katillerden farksız ideolojisine itiraz etmesin; herkes katliamlar karşısında dehşete kapılarak teslim olsun; AKP’nin başkanlık adı altında İslamcı bir diktatörlük kurma hedefiyle yarattığı saflaşmada demokrasiyi ve laikliği savunan taraftakiler sussun ve AKP sorgulanmadan, yargılanmadan, maçı tek kale oynasın.
Ancak Reina Katliamı’nın ardından Okmeydanı’nda bir kahvede IŞİD’e karşı laiklik bayrağını yükseltme çağrısı yapanların sesinin, tüm baskı ve tehditlere rağmen geniş kesimlerde yankılanması ve sahiplenilmesi, iktidar yolculuğunda cihatçı çetelerle kol kola yürüyenler açısından kötü bir haber.
Bu maç tek kale oynanmayacak.
Cihatçı çetelerle ortaklık yapanların hesap verme vakti yaklaşıyor.
Türkiye IŞİD’la savaşırken bile IŞİD’ı dokunulmaz kılan sebepler
IŞİD’in dokunulmazlığı
2017’nin ilk saatlerinde Reina’yı kana bulayan IŞİD militanının elini kolunu sallayarak evine dönmesi can sıkıcı olsa bile maalesef insanı hayretler içinde bırakan bir durum değil. Hele de cihatçıların kolluk güçleri içinde örgütlü olduğu, cihatçıların hedef aldığı toplumsal kesimlerin bizzat iktidar tarafından hedef alındığı, yine cihatçıların yıllardır çok geniş bir hareket serbestisi ve dokunulmazlık ile hareket ettiği dikkate alındığında.
Sınır kentlerinde yakalanan IŞİD militanları haklarında bir kovuşturma yürütülmeden Türki kökenli değilse üçüncü ülkelere, Doğu Türkistanlılar gibi Türki kökenliler ise TC kimliği verilerek Kayseri gibi kentlere gönderildi. IŞİD’liler hakkında, örgütsel aidiyetleri bilinmesine rağmen uzun süre hukuki işlem yapılmadı ve bir tür hukuki dokunulmazlık işletildi. Valiliklere bağlı Geri Gönderme Merkezleri IŞİD’liler için bir güvenli konaklama ve transfer merkezi olarak iş gördü. 15 Mart’ta ortaya koyduğumuz iddiaların ciddiyeti ve iktidarın bu konudaki ihmali (isterseniz suç ortaklığı deyin), Tayyip Erdoğan’ın terörün Brüksel’i de vurabileceği yönündeki “uyarısından” üç gün sonra gerçekleşen 22 Mart Brüksel Katliamı ile açığa çıktı. Brüksel saldırganlarından İbrahim el Bakraoui Gazinatep’te yakalandıktan sonra söz ettiğimiz mekanizma ile Avrupa’ya gönderilmişti.[8] (Ayrıntıları vermek yazıyı daha da uzatacaktır, meraklısına yazının altındaki linkler yardımcı olabilir.)
Polis tarafından izlenen, adları kamuoyunda dahi bilinen IŞİD militanları yine kolluk güçlerinin yol vermesi ile katliamlar gerçekleştirdi. Ancak iş gelip IŞİD’lilerin yakalanmasına ya da yargılanmasına gelince tuhaf şeyler yaşandı. IŞİD’liler ya Reina katliamcısı gibi kaçtı, ya Konya’da olduğu gibi salıverildi, ya Diyarbakır ve Antep’teki polis operasyonlarında olduğu gibi konuşamadan infaz edildi, ya da 10 Ekim Ankara Katliamı davasında olduğu gibi gerçek bağlantıların sorgulanması engellendi.
Bunlar AKP’nin IŞİD’le Esad’a ve Kürtlere karşı yapılan örtük anlaşma ile mi ilgilidir; içerdeki muhalif kesimleri hedef alan saldırılardaki suç ortaklıkları ile mi ilgilidir; Haziran 2014’te göz göre göre IŞİD’e teslim edilen Musul Konsolosluğu görevlilerinin salıverilmesi için yapılan pazarlıkla mı ilgilidir, AKP o pazarlıkta IŞİD’e ne vermiştir, bilinmez. AKP’nin IŞİD’le ortaklıklarını ve IŞİD’e sağladığı imkanları sıralamak da bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Sadede gelelim.
Bu maç tek kale oynanmayacak
AKP, IŞİD tarafından mürted ilan edilmiş durumda ve El Bab’da IŞİD’e karşı savaş halinde olabilir. Ama iş bu raddeye gelip iki taraf çatışan saflara geçti diye, çıkar ortaklıkları, suç ortaklıkları, uluslararası güçlerin elinde bir koz olarak dosyalara yazılanlar, organik ilişkiler, örgütsel iç içe geçişler birden yok olmuyor. Polis içindeki cihatçı örgütlenmeler, cihatçılar içindeki özel birimler, AKP tabanında yüzde 10 civarında olduğu söylenen IŞİD sempatisi, yerli IŞİD örgütlenmeleri, ideolojik ortaklık vardan yok olmuyor. Aksine Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’te yüzde 50’ye karşı yüzde 50 diyerek ilan ettiği “iç savaş” siyaseti ile daha da pekişiyor. AKP’nin ülkeyi değil ama iktidarını sağlama alabilmesi için, IŞİD ile ortaklıklarının çok kurcalanmaması, devletten parti tabanına kadar içeriye yerleşmiş cihatçı varlığın çok tahrik edilmemesi lazım. IŞİD’in dokunulmazlığının sırrı tam da burada.
IŞİD’in bağıra bağıra gelen bir katliamı hiçbir engele takılmadan gerçekleştirip elini kolunu sallayarak evine dönmesini seyreden İçişleri Bakanlığı’nın bu katliama karşı laikliği savunmaya çağıran Halkevleri üyelerinin peşinde düşmesinin sırrı da burada.
İstiyorlar ki Türkiye’deki cihatçı varlığı sorgulanmasın. İstiyorlar ki kimse AKP’nin cihatçı katillerden farksız ideolojisine itiraz etmesin; herkes katliamlar karşısında dehşete kapılarak teslim olsun; AKP’nin başkanlık adı altında İslamcı bir diktatörlük kurma hedefiyle yarattığı saflaşmada demokrasiyi ve laikliği savunan taraftakiler sussun ve AKP sorgulanmadan, yargılanmadan, maçı tek kale oynasın.
Ancak Reina Katliamı’nın ardından Okmeydanı’nda bir kahvede IŞİD’e karşı laiklik bayrağını yükseltme çağrısı yapanların sesinin, tüm baskı ve tehditlere rağmen geniş kesimlerde yankılanması ve sahiplenilmesi, iktidar yolculuğunda cihatçı çetelerle kol kola yürüyenler açısından kötü bir haber.
Bu maç tek kale oynanmayacak.
Cihatçı çetelerle ortaklık yapanların hesap verme vakti yaklaşıyor.