Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açıkladığı Olağünüstü Hal (OHAL) raporu, OHAL koşullarının ve KHK’lerin etkilerine dair önemli veriler sunmuştu.
Rapora göre OHAL’in ‘eşler-arası ilişkiler’ üzerindeki etkisi yüzde 38 oranında ‘kötü’ veya ‘çok kötü’ olarak belirlenmişti. Rapor OHAL koşullarının boşanmalara yol açtığını da ortaya çıkarmış ve OHAL döneminde boşandığını beyan edenlerin yüzde 48.1’inin OHAL koşulları nedeniyle boşandığını beyan ettiğini vurgulamıştı.
Bu rapordan hareketle, OHAL döneminde boşanan kadınlar ve yakınlarıyla buluştuk.
Emine K., bir KHK’li annesi. Hikâyesini şöyle anlatmaya başlıyor:
“Bir gün, bir kâğıt ve üstünde ‘F…’yle iltisakınız nedeniyle açığa alındınız’ yazısı. Başka hiçbir açıklama yok.”
‘İltisak’ ile suçlanan tıp doktoru oğlunun yeni evli olduğunu anlatıyor ve “Evliliklerinden bir şey anlamadılar” diyerek, sonrasında yaşananları şu sözlerle özetliyor:
“Karısı ‘Beni de ihraç ederler’ korkusuyla boşanma davası açtı. Tabii oğlum, daha çok yıkıldı. Çocuğum TUS imtihanına girdi, belki özel hastaneler de görev alırım umuduyla. Onlar da kabul etmedi.
Benim oğlum Hacettepe Üniversitesi’ni 150’inci olarak kazanan, İzmir Fen Lisesi mezunu, gencecik bir insan. Çalışmaktan başka hiçbir şey bilmeden yaşadı, meyvesi bu oldu.”
Meryem F.’nin ağabeyi ve yengesi önce KHK ile ihraç edilmişler, sonra da dediğine göre ‘delilsiz’ tutuklanmışlar. Önce yeğenlerini anlatıyor:
“Çocuklar ebeveynsiz kaldı, okula gitmeyi reddettiler, aşırı bir şekilde içine kapandılar ve sağlık sorunları yaşamaya başladılar.”
Sonrasının, hayal ettiklerinden de kötü olduğunu dile getiriyor:
“Tutuklanan ağabeyim ve yengem hapishanede birbirlerini suçlamaya başladılar. Bir travma da öyle yaşadık. Hapiste boşanma davaları açtılar ve boşandılar.”
Meryem F., bu kararı ‘travmatik’ buluyor ve nedenini de ‘hapishane koşullarına’ bağlıyor:
“Yetersiz ve kapasitenin üstünde mahkûm barındıran cezaevleri; anlayışsız ve keyfi hareket eden cezaevi yönetimi ve gardiyanlar, orada zindan içinde zindan yaşatıyor. İnsanların psikolojisi zaten bozuk, kinle yaklaştılar. Sürekli cezaevi değiştirdiler. Şimdi ikisi de dördüncü cezaevlerine alışmaya çalışıyor. Davaları sürekli erteleniyor. Hiçbir şey yapamayınca birbirlerine hınç tuttular.”
Bu konuşmaları, kenardan, iliştiği sandalyenin üstünde gözleri dolu dolu dinliyor Şehriban K. KHK sürecinde hamile olan kadınlardan kendisi. Strese bağlı olarak şeker hastalığı, hipertansiyon ve sonrasında da gebelik zehirlenmesi olarak bilinen preeklampsi yaşamış ve bebeğini kaybetmiş. Gözyaşları içinde bunları anlatıp bir süre soluklanıyor ve devam ediyor:
“Adeta toplumdan soyutlandım, herkes bana vebalı muamelesi yapıyordu. Açığa alınmamla eşim beni terk etti. Üstüne üstlük, eşimin ailesinin bitmek tükenmek bilmeyen hakaretlerine maruz kaldım. Herkese benimle konuşmanın doğru olmadığını, çok tehlikeli olduğumu anlatıyorlardı.”
Gülcihan S.’yi hem eşi hem oğlu terk etmiş. Buna gerekçe olarak da, kendisi de dahil dört kardeşin işlerinden KHK ile atılmalarını göstermişler. İki kardeşi şu anda tutuklu olan Gülcihan S., “Eşim zaten çok asabi bir insandı. Ona yansıtmamaya çalıştım ama dayanamadı yaşananlara ve oğlumu da alarak çekti, gitti” diye anlatıyor.
Bu süreçte kendi ailesinin desteğiyle ayakta durmuş durmasına ama kendi tabiriyle “çevrenin suçlayıcı bakışları” ile hep kuşatıldığını düşünüyor ve “Devlet gerçekleri ortaya çıkarana kadar diğer insanlar bize tam olarak inanmayacak ve anlamayacaklar” diyor.
Eski bir öğretmen olan Zeynep M.Ş., yaşadığı süreci “Hem işsiz hem eşsiz kaldım” diyerek başlıyor anlatmaya:
“İhraçtan bir ay sonra boşandık. Hem işsiz hem eşsiz kaldım bir anda. İki oğlu olan, yalnız, işsiz, kirada oturan ve hiçbir birikimi olmayan bir kadın olarak çok sıkıntı çektim. Hâlâ çekiyorum. Kısmen aile desteği, kısmen kendi bulduğum bazı işlerle idare ediyorum ama hiçbir gelecek garantimiz yok. Anlık yaşıyoruz.
Büyük oğlum geçen sene lise sonda bizim ihraç olmamız yüzünden ‘terörist çocuğu’ muamelesi gördü. Üniversite sınavında tercih yapamadı. Çünkü iyi çalışamadığı için oturduğumuz il gelmedi ve il dışında okutacak paramız yoktu. Bu yıl sınava tekrar girmek zorunda kaldı. Ailemden bazıları telefonlarım dinleniyordur, korkusuyla beni aramayı bıraktı. Kendilerine bir zararım olur diye bizden uzak duruyorlar.
Bazıları ise eskisi gibi devam ediyor. Öğrencileri tarafından çok sevilen bir öğretmenken geçmişini gizleyen biri oldum. Girdiğim yeni ortamlarda kimseye geçmişimden bahsedememek beni bir kin ve öfke yumağına çevirdi. Kendimi artık ben bile tanıyamıyorum.”
Cemile T., ise yaşadığı yoksulluk ve yoksunluk yüzünden, inşaatlarda bile çalışmayı denemiş bir kadın. “Aç kaldım, bu çağda bildiğiniz günlerce boğazımdan bir şey geçmeden yaşadım, su bile vermediler” diyor kendisini anlatırken.
O da KHK sonrası boşananlardan, üstelik şimdi dört yaşında olan çocuğunu bir buçuk yıldır göremiyor. “Ailesi baskı yapıyor, bana göstermiyorlar çocuğumu” diyor ve devam ediyor:
“Sokaklarda seyyar satıcılık yaptım, kitap sattım okullarda MEB izin vermedi, inşaatta çalışmaya gittim, ama bir haftada az kalsın canımdan oluyordum devam edemedim.”
Aysel G. B., henüz resmi olarak boşanmamış ama kendi deyimiyle ‘ramak kalmış’. Çünkü KHK sonrası işinden ihraç edildikten sonra, daha önce hiç yaşamadığı halde eşinden şiddet görmeye başlamış:
“Sanki işsiz olmak itibarını da elinden alıyor. İtibarsızlaşma hissi yaşıyorum ve geleceğe dair çok kötü şeyler yaşayacağımı düşünüyorum. Güvencesizlik, çok kötü bir çaresizlik hissi yaratıyor. İhraç edildikten sonra eşimden dayak yiyorum ama boşanamıyorum. Bağımsız karar alamıyorum. Bir kızım var ve ben hem kendi hem de kızımın geleceği için çok kaygılanıyorum. Eşimin ailesinin bana ihraç öncesi ve sonrası davranışları çok bariz farklı. Hayata öfke duyuyorum ve kendimi üzgün ve ezik hissediyorum.”
Aysel G. B., iki yıl boyunca neredeyse hiç dışarı çıkmadan yaşadığını söylüyor ve tek kızıyla bile iletişim kurmakta zorlandığını ekliyor.
Şehriban K. gibi, KHK sonrası bebeğini ve sonrasında eşini kaybedenlerden biri de Füsun A. KHK sonrası kendisini soyutladığı bir süreçte hamile olduğunu öğrenmiş, önce bebeği aldırmayı düşünmüş, çünkü kendisini nelerin beklediğini bilmiyormuş:
“Sonrasında vicdanen rahat etmedim ama bu sefer de diyabet hastası oldum buna bağlı hipertansiyon gelişti. Ve bebeğimi 32 haftalıkken kaybettim. Hem işimden hem çocuğumdan oldum. Eşimle de aramızda tartışmalar, kopukluklar başladı. Boşanma evresine kadar geldik ve tamamen koptuk.”
Kaynak: Ahval