İstanbul’daki üçüncü havalimanı inşaatında çalışan işçiler günlerdir çalışma koşullarının iyileştirilmesi için direnişte.
AKP iktidarının işçilere yanıtı, polis-jandarma baskısı, gözaltı ve tutuklama oldu. Gazeteci Burhan Ekinci’ye göre, Türkiye’de “insan hakları” yerini “yandaş hakları”na bırakmış durumda. Ekinci, “Muhalefet edip, hakların için sokağa çıktığında TOMA, polis, biber gazı, gözaltı, tutuklamayla karşılaşıyorsun. ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olmuş ‘Yandaş otokrasisi’” değerlendirmesi yapıyor.
Burhan Ekinci’nin Alman WDR sitesinde Almanca ve Türkçe yayınlanan yazısı şöyle:
“Yaz boğucu sıcaklığıyla bitti, Eylül’ün son haftasına girdik. Köln’de güneşli, güzel havaların son günleri yaşanıyor. Hazan mevsimi bu yıl erkenden doğum yaptı sanki, devasa ağaçlardan sararmış yapraklar dökülüyor. Yer yer alev turuncusu yapraklar kaldırımları kaplıyor. Ren nehrinin kenarında yürüyüşler yapmak, gelip geçen yük gemilerini ya da Köln Katedrali’ni seyretmek hayatımın bir parçası haline geldi. Günlerin okumak ve yazmaktan kaynaklı yoruculuğundan kurtulmak için Ren kenarında oturmak, bana kendimi iyi hissettiriyor.
Yapımı 632 yıl süren tarihi katedrale bakarken, inşaatı süresince kaç işçinin yaşamını yitirdiği konusundaki merakım beni anılarıma götürüyor. İstanbul’da üçüncü havalimanındaki inşaat işçilerinin protestosu bana çocukluğumu ve yeni yetme gençlik yıllarımı hatırlatıyor. Babam müteahhitlik yaptığı yıllarda üst üste aldığı ihalelerden zarar ettiği için banka borçları ve hacizcilerle daha çocuk yaşımda tanışmıştım. Borçlarını ödemek için Arabistan’da çalışmış, birkaç yıl sonra yeniden köye dönmüştü.
O dönemde ilkokulu bitirmiştim. Beni Diyarbakır merkezdeki Kur’an kursuna götürmüş, hafız olmamı istemişti. İki ay dayanabilmiştim. Otoriter bir babaya karşı isyanımın bedeli ağır olmuştu: İnşaatta çalışmak… Kalıp, duvar ve demir işi yapıyorduk. Diyarbakır’da yazlar, Yaşar Kemal’in deyişiyle “sarı sıcak” geçiyordu. Demirler ısınırdı, ellerimiz yanardı, tutamazdık. Kalıp çaktığımızda, duvar ördüğümüzde ter içinde kalırdık. Gün boyu süren ağır bir iştir inşaat. Okul dönemlerindeki yumuşacık ellerim, tatil günlerinde işçi ellerine dönüşürdü. Nasır tutar, sertleşirdi. Üniversiteyi bitirene kadar tatiller böyle geçti. Artık gazeteciyim ama babadan kalma demir, duvar ve kalıp ustalığım da sertifikasız anılarımın en zor ama en gururlu zamanlarında duruyor.
Türkiye’de üçüncü havalimanındaki inşaat işçilerinin protestoları, işçilere jandarma ve polisin baskısı, gözaltılar günlerdir gündemde. Bu havalimanı daha önce de işçi cinayetleriyle gündeme gelmiş ancak bu ölümlerin üstü şaibeli bir şekilde kapatılmıştı. Şu ana kadar kaç kişinin öldüğüyle ilgili net bir bilgi yok. Resmi makamlar 27 diyor ancak T24 sitesinde yer alan bir habere göre, “her gün iki işçi, toplamda bin işçi öldü.” Söz konusu iş cinayetlerinde rekorlar kıran bir ülkeyse, bin işçi ölümü kulağa abartılı gelmez. Tek amaçları kar olan firmaların, zamanında gösterişli açılışlar yapan AKP iktidarının işçi cinayetlerini umursamadığı ortada.
Havalimanı işçilerinin 15 maddelik talepleri çok makul ve mantıklıydı. Eyleme katılan arkadaşlarının işten atılmamasını, atılanların işe iade edilmesini, servis sorununun çözülmesini isteyerek, “Yatakhane, lavabo, banyo temizlikleri düzenli olarak yapılacak, tahtakurusu sorunu çözülecek” talebinde bulundular. Dünyanın her yerinde gayet doğal haklar. Ancak Türkiye’de artık “insan hakları” yerini “yandaş hakları”na bırakmış durumda. Muhalefet edip, hakların için sokağa çıktığında TOMA, polis, biber gazı, gözaltı, tutuklamayla karşılaşıyorsun. “Türkiye Cumhuriyeti” olmuş “Yandaş otokrasisi.”
Öyle ki iktidar için işçi cinayetlerinin sebepleri, tedbir alınması değil, ihaleyi alan yandaşın kar edip etmediği önem taşıyor. Öyle ki Mehtap Yılmaz gibi tipler yazar olarak ortalıkta “çapanoğlu çapanlık” yapabiliyor. Yeni Akit gazetesinde işçilerin protestosuyla ilgili “Üçüncü havalimanındaki tahtakuruları nereli?” başlıklı bir yazı kaleme alan Yılmaz, “Şayet bu itler, bitlendik falan diyorsa da üzerlerine biber gazı sıkıp, içlerindeki şeytanı çıkartacaksın” diyor ardından şu satırlara yer veriyordu:
“Madem bitlendik diye kuduruyorlar! Birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım! Yok, benim yetkim bu itlerin bitleriyle sözcüklerle mücadele etmek! Yetkim olsa bu itlerin bitlerini tek tek ayıklar, ezerim…”
Yazıdaki ifadeler buram buram kin, nefret, ayrımcılık ve ırkçılık kokuyor. Yasalara göre bu yazısı nedeniyle hakkında derhal soruşturma açılması gerekir ancak şu ana kadar buna cesaret eden bir savcı yok. Yandaşsanız istediğinizi karalayabilir, iftira atabilir, hakaret edebilirsiniz. Maalesef Ak Saray devletinde bunlar suç sayılmıyor.”