2011 yılının aralık ayında, Şırnak’ın Roboski (Uludere) ilçesinde, F-16’lar, sınır ticareti yapan bir grup köylüyü ‘PKK’li’ zannederek bombaladı ve 34 kişi yaşamını yitirdi.
Buna rağmen, açılan soruşturmaların hepsinin üzeri örtüldü ve son olarak 7 Ocak 2014’te takipsizlik kararı ile dosya kapatıldı.
‘Vur’ emrini kimin verdiği ise hep bir muamma olarak kaldı.
Ancak, gazeteci Müyesser Yıldız, Odatv’deki yazısında, takipsizlik kararı verilirken, ‘vur emri’ni verenlerin de, “TBMM ve Bakanlar Kurulu kararı uyarınca TSK’ye verilen sınır ötesine operasyon yetkisi çerçevesinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Orgeneral Yaşar Güler” olarak belirtildiğini kaydetti.
Yıldız, bundan sonraki süreçte kafaları karıştıracak gelişmeler yaşandığını ve Akar’ın adının bu olayda da farklı bir boyutla öne çıktığına dikkat çekti.
Genelkurmay Çatı Davası’ndaki sanıkların sık sık “Komutan, birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur” kuralını dayanak göstererek, dönemin komuta heyetini suçladığına değinen Yıldız, konuyu Roboski Katliamı’na getirdi Akar ile komutanın sorumluluğu ilkesi arasında iddia edilen bağa dikkat çekti:
“…Bu kapsamda geçtiğimiz günlerde savunma yapan isimlerden birisi de eski kurmay albay Mustafa Barış Avıalan’dı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Genelkurmay Personel ve Yönetim Daire Başkanlığı’nda Şube Müdürü olan Avıalan, avukatların o kuralı hatırlatmaktan vazgeçmelerini istedikten sonra öncelikle bunun tarihçesi ve mantığı hakkında şunları anlattı:
‘Malum, TSK’da komutan sorumluluğu diye ifade edilen bir kavram ve buna dayalı olan örfî bir gerçek vardır. Daha doğrusu 2012 yılına kadar vardı. Çünkü artık kemaline ermiş, eski mahiyetinde değildir, başkalaştırılmıştır. Askerliğini yapmış olanlar daha iyi bilir, TSK’da, ‘Komutan, birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur’ şeklinde, belki de ta Mete Han zamanından beri kabul görmüş bir kural vardır. Bu kural aslında kutsal bir görev olan komutanlık görevini alan kişiler için, hukuki metinlerde yazıyor olması açısından değil, ama meslek etiği ve mesleğin namusu açısından belirlenmiş ve sanki Anayasa’da yazıyormuş gibi kabul gören TSK’nın örfî bir kuralıdır. Aslında bu yerleşik kuralın yasal dayanağı da öyle zannedildiği gibi bir kanun veya yönetmelik değildir. Bugüne kadar Mete Han’dan sonra kimsenin değiştirmediği, değiştirilmesini düşünmediği ve teklif dahi etmediği bu kural, bizde yönerge veya talimname adı verilen bir mevzuatın içindedir. Yönerge ve talimnameler, sivillerin diliyle genelge mahiyetindedir. Yani hukuki manada bağlayıcılılıkta en sonda yer alan bir emirdir. Ama TSK’da şöyle bir realite de var. TSK personelinin gözünde yönergeler, yani komutan emirleri, kanundan veya yönetmelikten daha önceliklidir. Konunun uzmanı olmayan, yani mevzuata çok hakim olmayan bir asker, kanun veya yönetmeliğe bakmaz. Bir konuda tereddüde düşünce, başvuracağı ilk adres yönergelerdir. Yönergelerde ne yazıyorsa, yani komutanları ne emretmişse öyle yapar.’
Avıalan, bu açıklamaların ardından da şu inanılmaz iddiaları gündeme getirdi:
‘Bu ön bilgiden sonra asıl meseleyi anlatayım. 2011 sonundaki Uludere olayı diye bilinen olaydan birkaç ay sonra o dönem Genelkurmay 2. Başkanı olan Hulusi Akar beni yanına çağırdı ve ‘Her olaydan komutanların sorumlu tutulması konusunu bir inceleyin bakalım, böyle şey olur mu?’ şeklide bir emir verdi. Zira o tarihlerde medyada, Uludere’yle ilgili 2. Başkan olarak sorumlunun kendisi olduğuna yönelik iddialar ve suçlamalar yoğunluktaydı. Tesadüftür ki, o sırada Genelkurmay İstihbarat Başkanı da Yaşar Güler’di. Akar’ı tanıyanlar bilir, bir konuyla ilgili kafasında çözüm adına karar verdiği şeyi baştan söylemez, ilgilileri çalıştırır. Gel-git, git-gel, en son onlara söyletir. Dolayısıyla bir konu hakkındaki söylediği ilk şey, onu iyi tanıyanlar açısından, ‘Bu konuyu kastettiğim şekilde yapın’ anlamında ön emirdir, talimattır. Ben emri aldıktan sonra ayrıntılı bir karargâh etüdü hazırladım. Anayasa hükümlerinden başlayarak, bu işin, yani amir sorumluluğunun ve amirin görevi ihmal konusunun bir kanun meselesi olduğunu ve ortadan kaldırmak veya hafifletebilmek için Türk Ceza Kanunu dahil birçok kanunda değişiklik yapılması gerekeceğini ve bunun da bu aşamada uygun olmayacağını ifade eden bir çalışma idi.
Tabii çalışmanın içerisinde biraz önce anlattığım, ‘Komutan, birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur’ kuralını içeren muhtıra ve yönergeler de vardı. Sonra biz bu çalışmayı görüşlerini bildirsinler diye tüm Kuvvet Komutanlıklarına gönderdik. Onlar da görüşlerini bildirdiler. Belirttiğim bu konular ve bu çalışma ile ilgili tüm resmi evrak, ıslak imzalı olarak Genelkurmay Yönetim Şube Müdürlüğü’nün bilgisayar ve fiziki arşivinde bulunmaktadır. Çalışma 6-7 ay sonra sonuçlandı. Hatta sonuna ben yetişemedim, benden sonraki proje subayı tamamlamış. Nasıl sonuçlandı, söyleyeyim; askerlerin, kanun gibi kabul ettiği ve amel ettiği muhtıra ve yönergelerde bulunan, bugüne kadar değiştirilmesi dahi gündeme gelmemiş, TSK’nın en temel örfî kurallarından birisi olan ‘Komutan, birliğinin yaptığı ve yapamadığı her şeyden sorumludur’ ibaresi ilgili yönergelerden iptal edilerek çıkarıldı. Yıl 2012. Tabii bu temel kuralın iptali, aslında alt seviye komutanların değil, üst seviyedeki komutanların işine geldi. Bu değişikliğe göre artık kendini sorumlu görmeyen amir, hesabı alt seviyelerdeki komutanlardan, onlar da alttakilerden sormaya başladı. Sonuçta fatura, arkasında durulmayan en alttaki komutana kalmaya başladı. Yani TSK’daki yerleşik ‘sorumluluğu sahiplenmek’ anlayışından, şu sıralar artık filizler vermeye başladığını gözlemlediğim, ‘altta kalanın canı çıksın’ anlayışına doğru evrimin ilk resmi adımı atılmış oldu.”