“Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin”
t24.com’dan Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısı şöyle;
Sanırım dünyanın en rahat işi “Recep Tayyip Erdoğan” olmak.
Bir kere böyle olunca her hangi bir sorunun ne müsebbibi oluyorsun ne de o sorunu çözmek ile ilgili bir yükümlülüğün oluyor.
Sonra o gün ne tarafından kalktıysan, öyle davranabiliyorsun.
Bugün “ak” dediğin yarın “kara” olabiliyor, öbür gün yeniden “ak” deme olasılığın da çok yüksek, sonraki gün tamamen bunlardan vazgeçip “al” da diyebilirsin.
Biliyorsunuz memleketimizin PKK diye bir sorunu var.
Bunun ortaya çıkma nedeni elbette Recep Tayyip Erdoğan değil.
Ama Recep Tayyip Erdoğan bu memleketi 17 senedir aralıksız tek başına yönetiyor, sorunu çözmek onun görevi.
Bu süre zarfında PKK, kah karşılıklı mesajlar gönderilebilen bir örgüt oldu, kah bütün kötülüklerin anası. Kah askerine polisine “sakın bunlara dokunmayın” diye emir verdi, sonra bir de baktık örgütle alakası olmayan insanlar “sen onun propagandasını yaptın” diye hedefe konuluyor.
MİT Müsteşarına emir verdi, yabancı bir devletin arabuluculuğuyla bu örgütün yöneticileriyle toplantılar da yaptı.
Bu ortaya çıkınca “ispat edemeyen şerefsizdir” dedi, üç gün sonra çıkıp “hükümet görüşmedi, devlet görüştü” dedi, sonradan emri bizzat kendisinin verdiğini de öğrendik.
Cumartesi Anneleri var, “beyaz Toros günlerinde”, hukuksuz – yargısız olarak ortadan yok edilen çocuklarını arayan anneler.
1995’ten beri çocuklarını arayan, “hiç olmazsa bir mezar taşları olsun” diye ağlaşan acılı kadınlar.
2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe’de kabul edildiler. İki saat süreyle dertlerini Erdoğan’a anlattılar.
Erdoğan, bu Cumartesi Anneleri için önce “ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” demişti. Bu toplantıda böyle bir şey söylemediğini söyledi. Sonra vazgeçti, “sözlerim yanlış anlaşıldı” dedi.
Hangisi doğruydu, bilemedik. Sözlerinin yanlış anlaşılması mı, böyle bir şey söylememiş olması mı?
Sonra kendisine hakaret eden bir adamı bakan yaptı, o da acılı kadınları polisine coplattı, biber gazı attırdı.
Dün de sözü yine onlara getirdi.
“Cumartesi anneleri için oraya gidip gelen sanatçılar vesaireler Diyarbakır’da çocukları dağa kaçırılan hanımların yanına niye gitmiyor” dedi.
Kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepe yöneticisi.
Bu ülkede “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa” hesap sorulması gereken konumda.
Birileri, bazı çocukları kaçırıp dağa götürebiliyorlarsa bunu önleyecek makamda.
Askeri var, polisi var, MİT’i var, var oğlu var!
Hem görevini yapıp bu kaçırmaları önleyemiyor hem de bu durumdan başkalarını sorumlu tutuyor.
Kendisi insanlar arasında ayrım yapmaya alışkın olduğu için zannediyor ki Cumartesi Annelerine üzülenler, Diyarbakır annelerine üzülmezler.
Yanılıyorsunuz bayım, bizler insanlar arasında ayrım yapmayız.
Hedef gözetilerek atılan biber gazı mermisiyle öldürülen Berkin’e de üzülürüz, Kobani olaylarında vahşice öldürülen Yasin’e de. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmak ya da dövdürmek aklımızdan bile geçmez.
Aklımızdan geçse, kendimizden iğreniriz.
Diyarbakır’da çocuğunu arayan acılı kadınlara yarın konjonktür değişirse nasıl bakacağınızı şimdiden bilemiyoruz ama geçmişe bakarak tahminde bulunabiliriz.
Siz en iyisi işinize odaklanın.
Annelerin çocuklarının kaçırılmasını önleyin. Kaçırılan çocukları bulup, geri getirin.
Bu göreve milletin sorunlarını çözme sözü verdiğiniz için seçildiniz, sözünüzü yerine getirin.
Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin.
Annelerin acıları üzerinden siyaset yapmayı bırakın.
“Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin”
t24.com’dan Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısı şöyle;
Sanırım dünyanın en rahat işi “Recep Tayyip Erdoğan” olmak.
Bir kere böyle olunca her hangi bir sorunun ne müsebbibi oluyorsun ne de o sorunu çözmek ile ilgili bir yükümlülüğün oluyor.
Sonra o gün ne tarafından kalktıysan, öyle davranabiliyorsun.
Bugün “ak” dediğin yarın “kara” olabiliyor, öbür gün yeniden “ak” deme olasılığın da çok yüksek, sonraki gün tamamen bunlardan vazgeçip “al” da diyebilirsin.
Biliyorsunuz memleketimizin PKK diye bir sorunu var.
Bunun ortaya çıkma nedeni elbette Recep Tayyip Erdoğan değil.
Ama Recep Tayyip Erdoğan bu memleketi 17 senedir aralıksız tek başına yönetiyor, sorunu çözmek onun görevi.
Bu süre zarfında PKK, kah karşılıklı mesajlar gönderilebilen bir örgüt oldu, kah bütün kötülüklerin anası. Kah askerine polisine “sakın bunlara dokunmayın” diye emir verdi, sonra bir de baktık örgütle alakası olmayan insanlar “sen onun propagandasını yaptın” diye hedefe konuluyor.
MİT Müsteşarına emir verdi, yabancı bir devletin arabuluculuğuyla bu örgütün yöneticileriyle toplantılar da yaptı.
Bu ortaya çıkınca “ispat edemeyen şerefsizdir” dedi, üç gün sonra çıkıp “hükümet görüşmedi, devlet görüştü” dedi, sonradan emri bizzat kendisinin verdiğini de öğrendik.
Cumartesi Anneleri var, “beyaz Toros günlerinde”, hukuksuz – yargısız olarak ortadan yok edilen çocuklarını arayan anneler.
1995’ten beri çocuklarını arayan, “hiç olmazsa bir mezar taşları olsun” diye ağlaşan acılı kadınlar.
2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe’de kabul edildiler. İki saat süreyle dertlerini Erdoğan’a anlattılar.
Erdoğan, bu Cumartesi Anneleri için önce “ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” demişti. Bu toplantıda böyle bir şey söylemediğini söyledi. Sonra vazgeçti, “sözlerim yanlış anlaşıldı” dedi.
Hangisi doğruydu, bilemedik. Sözlerinin yanlış anlaşılması mı, böyle bir şey söylememiş olması mı?
Sonra kendisine hakaret eden bir adamı bakan yaptı, o da acılı kadınları polisine coplattı, biber gazı attırdı.
Dün de sözü yine onlara getirdi.
“Cumartesi anneleri için oraya gidip gelen sanatçılar vesaireler Diyarbakır’da çocukları dağa kaçırılan hanımların yanına niye gitmiyor” dedi.
Kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepe yöneticisi.
Bu ülkede “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa” hesap sorulması gereken konumda.
Birileri, bazı çocukları kaçırıp dağa götürebiliyorlarsa bunu önleyecek makamda.
Askeri var, polisi var, MİT’i var, var oğlu var!
Hem görevini yapıp bu kaçırmaları önleyemiyor hem de bu durumdan başkalarını sorumlu tutuyor.
Kendisi insanlar arasında ayrım yapmaya alışkın olduğu için zannediyor ki Cumartesi Annelerine üzülenler, Diyarbakır annelerine üzülmezler.
Yanılıyorsunuz bayım, bizler insanlar arasında ayrım yapmayız.
Hedef gözetilerek atılan biber gazı mermisiyle öldürülen Berkin’e de üzülürüz, Kobani olaylarında vahşice öldürülen Yasin’e de. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmak ya da dövdürmek aklımızdan bile geçmez.
Aklımızdan geçse, kendimizden iğreniriz.
Diyarbakır’da çocuğunu arayan acılı kadınlara yarın konjonktür değişirse nasıl bakacağınızı şimdiden bilemiyoruz ama geçmişe bakarak tahminde bulunabiliriz.
Siz en iyisi işinize odaklanın.
Annelerin çocuklarının kaçırılmasını önleyin. Kaçırılan çocukları bulup, geri getirin.
Bu göreve milletin sorunlarını çözme sözü verdiğiniz için seçildiniz, sözünüzü yerine getirin.
Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin.
Annelerin acıları üzerinden siyaset yapmayı bırakın.
“Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin”
t24.com’dan Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısı şöyle;
Sanırım dünyanın en rahat işi “Recep Tayyip Erdoğan” olmak.
Bir kere böyle olunca her hangi bir sorunun ne müsebbibi oluyorsun ne de o sorunu çözmek ile ilgili bir yükümlülüğün oluyor.
Sonra o gün ne tarafından kalktıysan, öyle davranabiliyorsun.
Bugün “ak” dediğin yarın “kara” olabiliyor, öbür gün yeniden “ak” deme olasılığın da çok yüksek, sonraki gün tamamen bunlardan vazgeçip “al” da diyebilirsin.
Biliyorsunuz memleketimizin PKK diye bir sorunu var.
Bunun ortaya çıkma nedeni elbette Recep Tayyip Erdoğan değil.
Ama Recep Tayyip Erdoğan bu memleketi 17 senedir aralıksız tek başına yönetiyor, sorunu çözmek onun görevi.
Bu süre zarfında PKK, kah karşılıklı mesajlar gönderilebilen bir örgüt oldu, kah bütün kötülüklerin anası. Kah askerine polisine “sakın bunlara dokunmayın” diye emir verdi, sonra bir de baktık örgütle alakası olmayan insanlar “sen onun propagandasını yaptın” diye hedefe konuluyor.
MİT Müsteşarına emir verdi, yabancı bir devletin arabuluculuğuyla bu örgütün yöneticileriyle toplantılar da yaptı.
Bu ortaya çıkınca “ispat edemeyen şerefsizdir” dedi, üç gün sonra çıkıp “hükümet görüşmedi, devlet görüştü” dedi, sonradan emri bizzat kendisinin verdiğini de öğrendik.
Cumartesi Anneleri var, “beyaz Toros günlerinde”, hukuksuz – yargısız olarak ortadan yok edilen çocuklarını arayan anneler.
1995’ten beri çocuklarını arayan, “hiç olmazsa bir mezar taşları olsun” diye ağlaşan acılı kadınlar.
2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe’de kabul edildiler. İki saat süreyle dertlerini Erdoğan’a anlattılar.
Erdoğan, bu Cumartesi Anneleri için önce “ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” demişti. Bu toplantıda böyle bir şey söylemediğini söyledi. Sonra vazgeçti, “sözlerim yanlış anlaşıldı” dedi.
Hangisi doğruydu, bilemedik. Sözlerinin yanlış anlaşılması mı, böyle bir şey söylememiş olması mı?
Sonra kendisine hakaret eden bir adamı bakan yaptı, o da acılı kadınları polisine coplattı, biber gazı attırdı.
Dün de sözü yine onlara getirdi.
“Cumartesi anneleri için oraya gidip gelen sanatçılar vesaireler Diyarbakır’da çocukları dağa kaçırılan hanımların yanına niye gitmiyor” dedi.
Kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepe yöneticisi.
Bu ülkede “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa” hesap sorulması gereken konumda.
Birileri, bazı çocukları kaçırıp dağa götürebiliyorlarsa bunu önleyecek makamda.
Askeri var, polisi var, MİT’i var, var oğlu var!
Hem görevini yapıp bu kaçırmaları önleyemiyor hem de bu durumdan başkalarını sorumlu tutuyor.
Kendisi insanlar arasında ayrım yapmaya alışkın olduğu için zannediyor ki Cumartesi Annelerine üzülenler, Diyarbakır annelerine üzülmezler.
Yanılıyorsunuz bayım, bizler insanlar arasında ayrım yapmayız.
Hedef gözetilerek atılan biber gazı mermisiyle öldürülen Berkin’e de üzülürüz, Kobani olaylarında vahşice öldürülen Yasin’e de. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmak ya da dövdürmek aklımızdan bile geçmez.
Aklımızdan geçse, kendimizden iğreniriz.
Diyarbakır’da çocuğunu arayan acılı kadınlara yarın konjonktür değişirse nasıl bakacağınızı şimdiden bilemiyoruz ama geçmişe bakarak tahminde bulunabiliriz.
Siz en iyisi işinize odaklanın.
Annelerin çocuklarının kaçırılmasını önleyin. Kaçırılan çocukları bulup, geri getirin.
Bu göreve milletin sorunlarını çözme sözü verdiğiniz için seçildiniz, sözünüzü yerine getirin.
Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin.
Annelerin acıları üzerinden siyaset yapmayı bırakın.
“Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin”
t24.com’dan Mehmet Y. Yılmaz’ın yazısı şöyle;
Sanırım dünyanın en rahat işi “Recep Tayyip Erdoğan” olmak.
Bir kere böyle olunca her hangi bir sorunun ne müsebbibi oluyorsun ne de o sorunu çözmek ile ilgili bir yükümlülüğün oluyor.
Sonra o gün ne tarafından kalktıysan, öyle davranabiliyorsun.
Bugün “ak” dediğin yarın “kara” olabiliyor, öbür gün yeniden “ak” deme olasılığın da çok yüksek, sonraki gün tamamen bunlardan vazgeçip “al” da diyebilirsin.
Biliyorsunuz memleketimizin PKK diye bir sorunu var.
Bunun ortaya çıkma nedeni elbette Recep Tayyip Erdoğan değil.
Ama Recep Tayyip Erdoğan bu memleketi 17 senedir aralıksız tek başına yönetiyor, sorunu çözmek onun görevi.
Bu süre zarfında PKK, kah karşılıklı mesajlar gönderilebilen bir örgüt oldu, kah bütün kötülüklerin anası. Kah askerine polisine “sakın bunlara dokunmayın” diye emir verdi, sonra bir de baktık örgütle alakası olmayan insanlar “sen onun propagandasını yaptın” diye hedefe konuluyor.
MİT Müsteşarına emir verdi, yabancı bir devletin arabuluculuğuyla bu örgütün yöneticileriyle toplantılar da yaptı.
Bu ortaya çıkınca “ispat edemeyen şerefsizdir” dedi, üç gün sonra çıkıp “hükümet görüşmedi, devlet görüştü” dedi, sonradan emri bizzat kendisinin verdiğini de öğrendik.
Cumartesi Anneleri var, “beyaz Toros günlerinde”, hukuksuz – yargısız olarak ortadan yok edilen çocuklarını arayan anneler.
1995’ten beri çocuklarını arayan, “hiç olmazsa bir mezar taşları olsun” diye ağlaşan acılı kadınlar.
2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe’de kabul edildiler. İki saat süreyle dertlerini Erdoğan’a anlattılar.
Erdoğan, bu Cumartesi Anneleri için önce “ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor” demişti. Bu toplantıda böyle bir şey söylemediğini söyledi. Sonra vazgeçti, “sözlerim yanlış anlaşıldı” dedi.
Hangisi doğruydu, bilemedik. Sözlerinin yanlış anlaşılması mı, böyle bir şey söylememiş olması mı?
Sonra kendisine hakaret eden bir adamı bakan yaptı, o da acılı kadınları polisine coplattı, biber gazı attırdı.
Dün de sözü yine onlara getirdi.
“Cumartesi anneleri için oraya gidip gelen sanatçılar vesaireler Diyarbakır’da çocukları dağa kaçırılan hanımların yanına niye gitmiyor” dedi.
Kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepe yöneticisi.
Bu ülkede “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa” hesap sorulması gereken konumda.
Birileri, bazı çocukları kaçırıp dağa götürebiliyorlarsa bunu önleyecek makamda.
Askeri var, polisi var, MİT’i var, var oğlu var!
Hem görevini yapıp bu kaçırmaları önleyemiyor hem de bu durumdan başkalarını sorumlu tutuyor.
Kendisi insanlar arasında ayrım yapmaya alışkın olduğu için zannediyor ki Cumartesi Annelerine üzülenler, Diyarbakır annelerine üzülmezler.
Yanılıyorsunuz bayım, bizler insanlar arasında ayrım yapmayız.
Hedef gözetilerek atılan biber gazı mermisiyle öldürülen Berkin’e de üzülürüz, Kobani olaylarında vahşice öldürülen Yasin’e de. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmak ya da dövdürmek aklımızdan bile geçmez.
Aklımızdan geçse, kendimizden iğreniriz.
Diyarbakır’da çocuğunu arayan acılı kadınlara yarın konjonktür değişirse nasıl bakacağınızı şimdiden bilemiyoruz ama geçmişe bakarak tahminde bulunabiliriz.
Siz en iyisi işinize odaklanın.
Annelerin çocuklarının kaçırılmasını önleyin. Kaçırılan çocukları bulup, geri getirin.
Bu göreve milletin sorunlarını çözme sözü verdiğiniz için seçildiniz, sözünüzü yerine getirin.
Yönetme sorumluluğunuz altındaki bir ülkede gerçekleşen olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutmaktan vazgeçin.
Annelerin acıları üzerinden siyaset yapmayı bırakın.