Türkiye’nin İdlib’de 36 askerini kaybetmesinin ardından batısındaki sınır kapılarını açmasıyla başlayan mülteci krizi İngiltere basınında geniş yer aldı.
Financial Times, Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’yle yaptığı göç anlaşmasının “çökmenin eşiğinde olduğuna” dikkat çekti.
“Anlaşma yaşayacak mı?” sorusunu yönelten gazete “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tehditlerinin AB başkentleriyle ilişkileri zehirlediğini” ifade ediyor.
BBC Türkçe’nin aktardığı haber göre gazete, AB’nin Türkiye’deki mültecilerin üye ülkeler tarafından paylaşılması konusundaki hedefleri de tutturamadığını söylüyor.
Yazıda “Türkiye anlaşması, Avrupa’ya göç politikasının daha adil bir şekilde ele alınabilmesi için içeride sürdürülebilir bir sistem bulması için nefes alma fırsatı verdi. Ancak Avrupa’nın bu alanda gelişme kaydedememesi, Erdoğan’ın tehditleriyle yüzleşirken korunmasız bıraktı” ifadeleri yer alıyor.
Times da, “Avrupa yeni bir göç dalgasına engel olmak için Türkiye ile bir anlaşmaya varmalı” diyor.
Söz konusu yazıda “Erdoğan’ın İdlib’in tüm umutsuz insanlarını AB’ye yönlendirmek gibi ham pazarlık tekniğinden de belli. 2015’teki büyük göç konvoylarında, Angela Merkel aceleyle ülkesinin sınırlarını açması, popülist hareketleri güçlendirerek ve siyasi partiler manzarasını parçalayarak, Avrupa siyasetinin yüzünü değiştirdi. Türkiye’yle yapılan anlaşma biraz zaman kazandırdı, ancak AB bunu iyi kullanmadı. Kitlesel göçle nasıl başa çıkılacağı konusunda beş sene önceki kadar bölünmüş haldeler” ifadeleri kullanılıyor.
AB’nin Erdoğan ile 2015’teki anlaşmayı yeniden müzakere etmesi gerektiğini belirtilen yazıda, “Dahası, AB sınır ötesi insani yardımda daha aktif bir rol üstlenmeli” deniyor.
Yazıda “Bu, hem AB hem de göç politikaları daima kıta Avrupası ile iç içe olacak İngiltere için yakıcı aciliyette bir konu olmalı. Ama hepsinin ötesinde, sonu gözükmeyen savaşta mahsur kalan talihsiz insanlar için” ifadeleri yer alıyor.
Daily Telegraph da Avrupa’nın Suriye kaynaklı yeni bir göç kriziyle karşı karşıya kaldığını söylüyor. İlgili yazıdaki ifadeler şöyle:
“Göç dalgasına engel olmak için daha önce AB’yle bir anlaşmaya varan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sabrının tükendiği ve sınırlama politikalarına halkın desteğini kaybettiği açık. Ülkesi ve halkından, dışarıdan çok az yardımla kamplardaki 3,5 milyondan fazla insanın yükünü omuzlaması isteniyor. Karar, aynı zamanda Suriye’nin İdlib bölgesindeki hava saldırılarında 33 Türk askerinin hayatını kaybetmesini izliyor. Türkiye ‘şantajla’ suçlanıyor ama diğer ülkelerin Suriye’deki iç savaşın tetiklediği sorunu hafifletmek için ne yaptığını soruyor. Bu, adil bir soru. Ancak hemen önümüzde duran sorunu çözümüne yardımcı olacak soru değil. O sorun da Yunanistan sınırına giden insan seli konusunda ne yapılacağı.”
DW Türkçe’nin haberine göre Türkiye’nin mülteci mutabakatını çiğnemesine AB’nin tepkisini, Hollanda’da çıkan de Volkskrantgazetesi şöyle yorumluyor:
“Erdogan’in hareket şekline öfke duyulması gayet haklı bir durum. Ancak Avrupa’nın da kendisine çok daha eleştirel bakması lazım. AB, 2016’da Erdoğan ile bir anlaşma imzalarken, kendini şantaja açık bir konuma getirdiği gayet barizdi. (…) Avrupa, Suriye’de çığırından çıkan iç savaş nedeniyle de bugüne kadar yaptığı gibi davranmaya devam edemez. Birlik, ortak bir göç politikası geliştirmek ve Yunanistan’daki krizi çözmek zorunda. Ama çözüm yine de Erdoğan üzerinden olacak. AB ile Türkiye arasındaki geri kabul anlaşması bazı açılardan iyi işliyor: Zengin Avrupa, bölgedeki savaşlardan kaçan sığınmacıların kabulü için para veriyor. Tabii ki Birlik böylece kendini Türkiye’ye bağımlı hale getiriyor ancak çok fazla alternatif de bulunmuyor.”
Türkiye-Yunanistan sınırındaki insani kriz, İsviçre’nin Zürih kentinde çıkan Tages-Anzeiger adlı gazetenin yorum konusu:
“Türkiye ile imzalanan mülteci mutabakatı ile AB kendini bir şantajcının ellerine teslim etti ve şimdi fatura önüne geldi. Şimdi önünde, Erdoğan’ın haklı olan taleplerine olumlu cevap vermekten başka seçenek olmayan Birlik, başarılı bir şantajcının sürekli daha fazlası için şantaj yapacağının da bilincinde. AB yine de insani ve siyasi nedenlerden dolayı Türkiye’deki Suriyeli mülteciler için mali yardımı sürdürmeli ve hatta gerekirse artırmalı. Birliğin buna hazır olduğu yönünde Türkiye Cumhurbaşkanı’na daha önceden mesaj göndermiş olmaması büyük bir hataydı. Öte yandan Erdoğan’ın gelecekte AB’den gelen paraların yardım örgütlerine değil, doğrudan Türk Devleti’nin bütçesine aktarılması yönündeki talebi ise kesinlikle kabul edilemez.”
Avusturya’nin başkenti Viyana’da çıkan Die Presse ise, yeni mülteci krizini şu satırlarla yorumluyor:
“Avrupa kendi sınırlarını kendi koruyabileceğini ve şantaja izin vermeyeceğini belirgin bir şekilde göstermeli. Ancak zengin kıta, hemen yanı başındaki sefilliği görmezden gelirse, bu çok bayağı bir tavır olur. Uzaktan da olsa insanlara yardım etmek, insaniyetin gereği. Türkiye 3,7 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor, bu Avrupa’dan çok daha yüksek bir sayı. Ve takdir ve desteği hak ediyor. Suriyeli diktatörün muhaliflerinin son kalesi olan İdlib’den yakında yüz binlerce mülteci daha Türkiye’ye sığınmak isteyebilir. Ancak Türkiye çoktan imkanlarının son haddine geldi. Erdoğan bu yüzden de bu buz gibi mesajını gönderiyor. Avrupa buna iki türlü cevap verebilir: Sınırda ödün vermeyerek ve Erdoğan’ın tiksinti verici kriz gösterisinde hiçbir sorumluluğu olmayan Suriyeli mültecilere karşı cömert davranarak…”
Stuttgarter Zeitung, Türkiye’nin Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacılara Edirne’deki sınır kapılarını açmasının ardından, Avrupa Birliği’nin (AB) mülteci politikalarını mercek altına alıyor:
“Avrupalılar rezil oldu. Yine. Erdoğan’ın eline düştüler. Avrupalılar, savaştan kaçan ve yardıma muhtaç sığınmacıların Birlik içinde paylaşılması konusunda uzlaşma sağlayamadıkları ve AB sınırlarının korunmasını düzgün bir şekilde organize edemedikleri sürece, bir anlaşmaya muhtaç durumda kalacaklar. AB’nin uluslararası politika sahnesindeki manevra kabiliyeti hakkında atıp tutulan açıklamalarla, perişanlık içindeki gerçekler arasında dağlar kadar fark olduğu bir kez daha gözler önüne serildi.”
Türkiye-Yunanistan sınırında yaşanan mülteci dramıyla ilgili Straubinger Tagblatt yorum sütununda şu satırlara yer veriyor:
“AB çok zor bir durumda. Değerleriyle gurur duyan Avrupa’nın bir yandan insanları sınırda kurban etmemesi gerek. Ama diğer yandan da bu insanların kabul edilmesi, Birlik içinde yeni gerilimlere yol açacak ve üye ülkelerdeki sağ popülist güçlere ivme kazandıracaktır. Bir çözüm var. Ama bu Türkiye Cumhurbaşkanı ile yeniden bir anlaşma imzalanabilir mi?”
Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi ise, Türkiye-Yunanistan sınırındaki tabloda Rusya’nın rolünü yorumluyor:
“İnsanların Suriye’den kaçmalarının sebeplerini Rusya oluşturuyor, bu yüzden Moskova’ya uluslararası baskı uygulanması gerek, hem de hızlı ve yoğun bir şekilde. Tabii ki buna ek olarak yürekli bir şekilde insani yardım sağlanması lazım. Ancak insanların yerlerini yurtlarını terk etmelerinin asıl sebeplerini görmezden gelen her çözüm seçeneği, uzun vadede hiçbir iyileşme sağlayamamaya mahkum. Aynı 2015’te olduğu gibi, yine mülteci krizinin bulgularına odaklanılıyor. Oysa AB’nin, kendi içinde bölünmesine izin vermemesi, sinirlerine hakim olması, birlik içinde hareket etmesi ve uzun vadeli hedefi tanımlaması gerek: Burada söz konusu olan, kaçan Suriyelilerin günün birinde tekrar geri dönebileceği bir Suriye.”
ABD’de “Süper Salı” sonuçları, Demokrat Parti’nin Başkan Donald Trump’ın karşısına kimi çıkaracağı konusunda ciddi oranda belirleyici olacak. İlk dört ön seçimde 149 delege belirlenirken, 14 eyalette ön seçimin yapıldığı “Süper Salı”da 1344 delege dağıtılıyor. Berlin’de çıkan Tagesspiegel gazetesinin konuyla ilgili yorumu şöyle:
“Partinin sol kanadında yarışın galibi belli gibi görünüyor. Anketlere göre Bernie Sanders, birçok eyalette kısmen ciddi farkla önde. Daha önce Sanders’a bir alternatif olarak kabul edilen Elizabeth Warren ise kendi eyaleti olan Massachusetts’de bile Sanders’a yenik düşüyor. ‘Süper Salı’dan sonra Demokrat Parti içindeki düellonun Sanders ile Biden arasında mı, yoksa Sanders ile Bloomberg arasında mı olacağı sorusu muhtemelen yanıtlanmış olacak. Ondan sonra hızla mücadeleye devam edilmesi gerek zira Demokrat Parti ve seçmenleri için asıl ve acil soru şu: Donald Trump’ı kim yenecek?”