Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yeni yayınladığı bir istatistikle Türkiye genelindeki 26 milyondan fazla hanenin tamamının sosyoekonomik durumunu ölçümlediğini açıkladı.
Sosyoekonomik Seviye (SES) adı verilen ölçüm, hanehalklarının sosyal ve ekonomik statüsünü birlikte değerlendiriyor.
Bunun için fertlerin gelir seviyesi, ortalama eğitim süresi ve meslek bilgilerini esas alınıyor.
Çalışmada “en üst”, “üst”, “üst altı”, “üst orta”, “alt orta”, “alt” ve “en alt” olmak üzere yedi sosyoekonomik grup tanımlanıyor.
Buna göre Türkiye’de en üst ve üst sosyoekonomik seviye gruplarındaki hanehalklarının oranı büyük şehirlerde en yüksek.
Bunlar %28,6 ile İstanbul, %11,5 ile Ankara, %6,7 ile İzmir, %3,9 ile Bursa ve %3,3 ile Antalya diye sıralanıyor.
İlçe düzeyinde en üst ve üst sosyoekonomik seviye gruplarındaki hanehalklarının oranının en yüksek olduğu ilçeler ise %4,1 ile Çankaya (Ankara), %2,4 ile Kadıköy (İstanbul) ve %1,9 ile Yenimahalle (Ankara).
En düşük yedi ilçe de sırasıyla Çamoluk (Giresun), Derebucak (Konya), Doğanşar (Sivas), Felahiye (Kayseri), Dikmen (Sinop), Pınarbaşı (Kastamonu), Bayramören (Çankırı) olarak sıralanıyor.
‘Bölgesel olarak derin kırımlar var’
BBC Türkçe’ye konuşan Nüfus Bilimci ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sutay Yavuz, SES endeksi yüksek yerlerin “beklendiği gibi” İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya, Mersin, Adana, Gaziantep gibi “bürokrasi ve sanayinin yoğunlaştığı” yerler olduğunu belirtiyor.
Bazı uzmanlar bu verilerin bölgeler arasındaki büyük gelir farkını ortaya koyduğunu söylüyor.
TÜİK’in verilerini değerlendiren Hollanda’daki Groningen Üniversitesi’nde Matematik ve Yapay Zeka alanında araştırmacı Ozancan Özdemir, yayımlanan haritada bölgesel olarak “derin kırılımlar” olduğunu söylüyor.
“Ülkenin batısı ve güneyi sosyoekonomik seviye açısından kuzeyine ve doğusuna göre daha yüksek. Üç büyük şehrin öne çıkması bence sürpriz değil fakat bu iller dışında yüksek seviyeye sahip çok fazla sayıda ilin neden olmadığı bence sorulması gereken bir soru” diye ekliyor.
Kamuoyu Araştırmacısı ve Ekonomist Can Selçuki de hemfikir görünüyor.
Türkiye’nin bölgesel kalkınma konusunda eşitsizliklerinin uzun süredir devam eden bir sorun olduğunu söyleyen Selçuki, “Bunu gidermek için de yıllardır teşvik programları başka harcama programları geliştiriyor ve ciddi kaynaklar ayrılıyor. Fakat baktığınız zaman burada çok ciddi bir farklılaşma görmüyoruz” diyor.
‘Eşitsizliğin hanehalkı seviyesinde oluştuğunu gösteriyor’
Verilere göre Türkiye’deki hanehalklarının %1,1’i en üst; %11’i üst sosyoekonomik seviyede. Buna karşın sadece en alt seviyedekilerin oranı %16’dan fazla.
Selçuki bu deseni Avrupa bölgesiyle kıyaslayarak şunları söylüyor:
“Kuzey ya da Batı Avrupa’da görmeye alışık olduğumuz kalın orta sınıf, ince en üst ve en alt deseninden belirgin bir şekilde farklı. En üst seviye daha dar; orta ve en alt basamaklar görece geniş” diyor.
Selçuki’ye göre bu, “gelir ve servet dağılımı hesaplamalarında gördüğümüz eşitsizliğin hanehalkı seviyesinde de oluştuğunu” gösteriyor.
“Sonuç itibarıyla eğitim yoluyla elde edilen yetenekler ile adaletli gelir dağılımı yaratılamıyor” diye ekliyor.
‘Yerel düzeyde kalkınma çalışmalarında kullanılabilir’
Nüfus Bilimci Prof. Dr. Yavuz, “Anadolu’nun tam ortasında, Kastamonu – Sinop’tan Mersin – Adana’ya doğru inen hat boyunca; bunun yanında Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun doğu kısımlarında A+ (en üst seviye) düşük görünüyor” diyor.
Nüfus bilimci, bu bölgelerde “bu potansiyele sahip insanların göç ediyor” olabileceği gibi tezlerin, iç göç dinamikleri incelenerek doğrulanıp doğrulanmadığının görülebileceğini söylüyor.
Bununla birlikte TÜİK’in yayımladığı bu yeni istatistiğin bölgelerin beşeri sermayesi ve nüfusun niteliği hakkında önemli bilgiler verdiğini belirtiyor:
“Endeks yerel düzeyde kalkınma çalışmalarında kullanılabilir, niteliği artırmak eğitim ya da gelir gibi için endeks bileşenlerine bakılabilir. Buna göre de planlama yapılabilir.”
Türkiye’de gelir eşitsizliği artıyor mu?
Türkiye’de resmi verilere göre en yüksek gelirli grubun toplam gelirden aldığı pay en düşük gelirlilerin aldığı paya göre daha fazla artıyor.
Daha önce ODTÜ’de İstatistik alanında araştırma görevlisi olarak çalışan Ozancan Özdemir TÜİK verilerinden yola çıkarak, 2015 ile 2024 arasında en düşük gelire sahip %20’lik grubun toplam gelirden aldığı payın sadece %0.2 artarken, en yüksek gelire sahip %20’lik grubun aldığı payın ise yaklaşık %2 arttığını vurguluyor.
“Yaklaşık 10 katlık bir fark var arada ki en yüksek gelire sahip %20’lik grup toplam gelirin neredeyse yarısına sahip (%48)” diye ekliyor.
Keza gelir eşitsizliği için kullanılan indikatörlerden biri olan Gini İndeksi sonuçlarıda yıllar içerisinde Türkiye’de gelir eşitsizliğinin arttığını söylüyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) verilerine göre Türkiye gelir eşitsizliğinin Şili’den sonra en kötü durumunda olduğu ikinci ülke.
SES verileri neden eleştiriliyor?
TÜİK’in ilk kez yayımladığı çalışma, başta yöntemi olmak üzere farklı yönlerden eleştirildi.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) araştırma birimi TÜİK’in üç yılda bir yayımlamayı planladığı araştırmayla ilgili bazı sorunlar tespit ettiğini söyledi.
Kuruma göre bunlardan ilki, ölçüm amacının “net olarak belirtilmemiş” olması.
TÜİK hesaplamasında kullandığı eğitim skoruna %50, gelir skoruna %30’u ve meslek skoruna %20 ağırlık verdiğini söylüyor.
DİSK, bunu “ölçülmek istenen bir eşitsizlik göstergesi ise eğitim değişkenine %50 gibi yüksek bir ağırlık verilirken gelir değişkenine yalnızca %30 pay ayrılması, eşitsizliğin ölçülmesi için yetersiz kalmaktadır” diyerek eleştiriyor.
DİSK çalışmada, hangi skor aralıklarının hangi SES grubuna karşılık geldiğinin açıklanması gerektiğini söylüyor.
“Örneğin, meslek sınıflandırmasında hangi meslek grubunun neden en yüksek değeri alırken, hangi meslek grubunun neden düşük değerlere karşılık geldiği belirtilmemiştir” diyor.
Nüfus Bilimci Prof. Dr. Sutay Yavuz ise eğitimin tüketim düzeyi ve yaşam süresi gibi sosyoekonomik durumla doğrudan ilişki kurulabilir bir bileşen olduğunu hatırlatıyor.
Diğer yandan insanların meslekleri dışında gelir elde edebilmeleri gibi faktörlerin bu bileşenlerin ağırlıklarına etki edebileceğini öngörüyor.
Bunlara ek olarak Türkiye’de 2025 1. çeyrek itibarıyla istihdamın dörtte birinin kayıt dışı olduğunu belirten DİSK, bu kişilerin verilerinin de hesaplamaya dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.
Ozancan Özdemir de çalışmada bazı iyileştirilmesi gereken yönler olduğunu söylüyor:
“Örneğin, hanehalkının sahip olduğu varlıklar (ev, arsa, tasarruf) hiç hesaba katılmamamış ve sadece gelir odaklı bir yaklaşım benimsenmiş. Bir diğer önemli nokta da; bölgesel yaşam maliyeti farklılıklarının dikkate alınmadığı görünüyor.”
Buna karşın çalışmanın “eksikliklerine rağmen ülkenin genel durumuna dair bir çerçeve sağladığını” düşündüğünü belirtiyor.
TÜİK, çalışmasında sosyal güvenlikten sosyal yardım kayıtlarına; gelir beyannamelerinden motorlu taşıt kayıtlarına milyonlarca ferde ait 11 farklı idari kaydı kullanıyor.
Uzmanlar tüm bu verilerin hanehalkı düzeyinde birleştirmesinin önemli bir “yenilik” ve “oldukça zahmetli” bir iş olduğu konusunda hemfikir görünüyor.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – MERVE KARA-KAŞKA