Deneyimli Ankara gazetecisi ve Kısa Dalga yazarı Sedat Bozkurt, 17-25 Aralık Yolsuzluk soruşturmaları döneminde AKP hükümeti içinde yaşananlarla ilgili dikkat çekici bir bilgi paylaştı.
Bozkurt, yolsuzluk operasyonları başlayınca Başbakan Erdoğan’ın makam odasına gelerek eşyalarını toplamak istediğini ve Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala’nın “operasyonu geri püskürteceklerinin” garantisini vermesi sonrası istifadan vazgeçtiğini öne sürdü.
Bozkurt, devletin en üst düzey bürokratı olan Efkan Ala’nın devreye girmesiyle yolsuzluk soruşturmasına karşı “devletin” görev üstlendiğini ve meselenin “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” olmaktan çıkartılarak “hükümete karşı girişimi” olarak kamuoyuna sunulduğunu yazdı.
Sedat Bozkurt o dönemde Erdoğan tutuklanacaklar listesinde olduğu için oğlu Bilal Erdoğan’ı da hiç yanında ayırmadığı bilgisini paylaştı.
Yazıda şu görülere yer verildi:
Adalet Bakanı’nın haftalık rutini “yargının bağımsız, Türkiye’nin bir hukuk devleti” olduğunu söylemektir. Buna “yargıya kimsenin talimat veremez”i de sık sık eklemeye başladı. Oysa yapılan tanıklıklar bunun hiç de öyle olmadığını net bir biçimde ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Sayıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada, “Türkiye bir hukuk devletidir, kimse hukukun üstünde ya da kapsama alanı dışında değildir” dedi. Aslında çok doğru sözler bunlar, olması gerekenden bahsediyorsanız eğer.
Adını Devlet Bahçeli’nin koyduğu “17/25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Haftası” dönemi bu “olması gereken” duruma hiç uymuyor. Şimdilerde CHP’nin de içine tam olarak girdiği hukuk ve yargı tartışmaları için bence en iyi başlangıç noktası burası. (Bu hafta ile ilgili yazımı okursanız konuya hemen vâkıf olursunuz)
Adını operasyonun yapıldığı tarihten alır 17 ve 25 Aralık soruşturmaları. Yapanlar cemaat kimliği nedeniyle o göreve getirilmiş olan hâkim, savcı ve emniyetçilerdir. Bugünkü operasyonlar ile kıyaslandığı zaman hayli somut delil ve kayıtlar olduğu hemen fark edilir.
Operasyonun ilk adımından sonra Başbakan Erdoğan makam odasına gelerek eşyalarını toplamak ister. Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala onu engeller ve “operasyonu geri püskürteceklerinin” garantisini verir. Ala hemen devreye girer, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü hemen değiştirilir, Ala, TBMM dışından İçişleri Bakanı olarak atanır. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ devreye girer, hâkim, başsavcı atamalarını yapar. Kendisi de operasyonun başına geçer ve Adalet Bakanı olarak atanır. Binali Yıldırım da Erdoğan’ın yanındaki yerini hemen alır. Başbakanlık Müsteşarı yani devletin en üst düzey bürokratı olan Efkan Ala’nın devreye girmesi “devletin” görev üstlendiğinin en net göstergesidir o gün için. Hâkimi, savcısı ve güvenlik bürokrasisiyle, hatta birkaç yıl sonra darbe girişimde bulunanları bünyesinde barındıran TSK ile devlet, cemaatin karşısında Erdoğan’ın yani seçilmiş siyasi iktidarın yanında yer alır. Mesele “yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” olmaktan çıkar ve “hükümete karşı girişim” halini alarak ters yönde ilerler.
Erdoğan tutuklanacak listesinde olduğu için oğlu Bilal Erdoğan’ı hiç yanında ayırmaz. Bugün söylediği “kimse kapsam alanı dışında olamaz” cümlesi o gün yoktu yani.
TBMM’de kurulan soruşturma komisyonu oylamasında da Erdoğan devreye girer ve “hedefin AKP olduğunu” dile getirerek bunun yargıya bırakılmadan kendi aralarında halledecekleri sözünü verir. Halledilecek olanın ne olduğunu lütfen tekrar hatırlayın. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da buna direnen milletvekillerini ikna etmek için “Anayasa Mahkemesi’ne güvenemeyeceklerini” anlatır uzun uzun. Keşke bugün Adalet Bakanı koltuğunda o oturuyor olsaydı.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’a yanıt veren AKP Grup Başkanvekili Leyla Şahin, 17/25 Aralık’taki, her şeyin kurmaca, sahte olduğunu anlattı geçtiğimiz günlerde TBMM Genel Kurulu’nda. Oysa dinlemeler dahil her şey incelenmişti yani gerçekti ve bunu onun bilmiyor olması da mümkün değildi.