Analiz / İsmail S Gülümser
Büyük mefkure sahiplerinin çoğu, önemli badirelerden geçmiş ve baskı altında oldukları halde geleceğe ışık tutacak işlere imza atmış. Ülü’l-azm peygamberler başta olmak üzere, maneviyat önderlerinin çoğu, zulme uğrasa bile karşılık beklemeden üstlendikleri sorumluluk ve yol gösterici uyarılarla yaşadığı çağa yön vermiş.
Tarihsel süreçten baskı örnekleri
Hz. Musa (AS), aktardığını iktidarı için tehdit olarak gören dönemin firavunu tarafından zindana atılarak halkla bağı kesilmek istenmiş. Hz. Mesih’in (AS) insani mesajlarını engellemeyi düşünen zorbalar, onu çarmıha gerip hayatına kastetmeyi planlamış. Peygamberimiz Hz. Muhammed de (ASV) dönemin muktedirlerince aynı muameleye maruz kalmış, vatanından hicret zorunda bırakılmış.
Ondan sonra gelen tüm maneviyat önderleri de benzer sıkıntılar yaşamış, devrin iktidar sahiplerince dışlanmış. Bir kısmına bizim de tanıklık ettiğimiz yakın dönem cumhuriyet Türkiye’sindeki olaylar bile, güçlülerin halkı kandırmaya engel gördüklerine yaptığı zulmün boyutunu ortaya koyuyor.
Bediüzzaman, toplumun maneviyatını güçlendirmek için yazdığı eserlerden dolayı yıllarca hapis ve sürgünle karşılaştı. Süleyman Hilmi Tunahan, köşe bucak saklanarak halkı Kur’an’la yeniden buluşturmak zorunda kaldı. Özal sonrası özgürlük ortamında gelişen dini cemaatler, toplumu kötülükten koruma çabalarından dolayı 28 Şubatçıların hışmına uğradı, ürettikleri hizmetlerin çoğu yasaklandı.
Her maneviyat önderi gibi Hocaefendi de hedefe kondu
Toplumun değer yargılarını tüketerek kolayca yönlendirme hesabı yapan zavallılar, onları yeniden bu güzelliklerle donatanların varlığından hep rahatsız oldu. Hayatını gençlere olumlu davranış kazandırmaya adamış olan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, yaptığı hizmetler her dönem farklı gerekçelerle engele takıldı.
70’li yıllarda kavgayı köpürtüp toplumu çaresizliğe itmeyi düşünenler, anarşiye boyun eğmeme yönündeki vaaz ve diğer hizmetlerinden dolayı onu hedefe koydu, 80 darbesi sonrası hakkında yakalama kararı çıkardı.
O, tedavi amaçlı yurt dışına gittiği için post modern darbecilerin karanlık planlarından kurtuldu ve ülkesine geri dönemeyince entelektüel sığınmacı statüsünden faydalanıp yerleşmek mecburiyetinde kaldı.
Anormal dönemlerde ağır bedeller ödemesine rağmen, insan yetiştirme çabasından asla vazgeçmedi. Sürekli ders okutup eğiterek yüksek ahlaki değerlerle donattığı birikimli kadroları, dünyanın dört bir yanına gönderdi ve pek çok ülkede olumlu hizmetin öncüsü oldu.
Son dönemde Türkiye, dindar görünümü ile halkı kandırıp kişisel beklentilerini karşılamaya yönelen birinin tehdidi altında. Onun buyruğunu emir kabul eden, kendi halkına her türlü kötülüğü yapmaya hazır kadrolar, toplumun değer yargılarını yıkarak kolayca istediğini gasp edebileceğine inanıyor.
Hizmete baskılar ve topyekûn cezalandırma niyetleri
98’de Hocaefendi’nin yurt dışında olması bazı tehditlerin etkisini kısmen de olsa kırmıştı. Ancak şimdi bu tehdit tüm gönüllüleri hedef alacak şekilde genişledi. Geçmiş iktidarları hizmet düşmanlığına ikna edemeyen karanlık odaklar, ahlaki değer iddiasındaki günümüz yöneticilerini zaafından yakaladı, aklama karşılığı gönüllüleri yem olarak istedi.
Yargı sürecinden kaçmak isteyen bir nifak şebekesi, yardım aldıklarının taleplerine boyun eğdi. Onların verdiği listeler üzerinden masum insanlar hakkında tarihe geçecek bir soykırım süreci başlattı. Bugün Ekrem İmamoğlu ve muhalefet cephresine yaptıkları gibi on binlerce gönüllü yasal eylemiyle suçlanıp tutuklandı.
Ülke, hizmet gönülleri için adeta cehennem yerine dönüştü. İki kişinin bile buluşması engellenmekte, bir şekilde bağı devam ettirenler arka arkaya gözaltına alınmakta. Yeni doğum yapmış bebekli kadınlar dahil her yaşta insan, geçmişte devlet izniyle yaptığı ve herkesin alkışladığı olumlu çabasından dolayı yargılanmakta.
Sahabenin hicret tecrübesinden alınan ilham
Boğucu atmosferden kurtulmak isteyen binlerce gönüllü, her şeyini geride bırakıp yurt dışında hayatına sıfırdan başlamak mecburiyetinde kaldı. Bu problemli süreçte sahabenin hicrette yaşadığı olaylar, onların ilham kaynağı ve rehberi oldu.
Efendimiz (SAV) şartların ağırlaşmasının, sabredenler için yeni ferahlık günlerinin habercisi olduğunu bildirmişti. Hakkın takdirine rıza göstermede sahabenin sabır ve tahammül gücü, gönüllüler için de referans niteliği taşıdı. On binlerce insan, ülkede kalıp zulme boyun eğmek yerine yurt dışına çıkıp hayata yeniden başlamayı tercih etti. Zorluklar karşısında yılmayanlar, üzerlerine düşeni yaptıktan sonra neticeyi yüce Yaratıcıdan bekledi.
Veysel Ayhan’da hayali bir hikâye üzerinden aktardığı tr724’teki yazısında;
“Ne kadar muhteşem bir ilkbahar hayal ettiyseniz bir o kadar şiddetli kışa maruz kalırsınız. İlkbahar kış duasıyla yaratılır. Zulümler art arda eklenir. Dua ve gözyaşları göklerde dev bulutlar halinde birikir. Biriktikçe birikir. Allah’tan dolayı yaşanmış en küçük mihnet, Allah’a yönelik, Allah’a müteveccih tek bir damla ter, tek bir gözyaşı damlası zayi olmaz. Ebediyet kazanır. Kader bazen tek bir gözyaşı damlasından vakti geldiğinde yüzlerce hidayet vesilesi halk eder. Tek bir damla ter ile dağları düzler. Ama yağmurun vakti Rabbimizin tasarrufunda. Bulutları görürüz. Gün gün katlandığını fark ederiz. Gelecek sağanak yağmuru sezeriz hatta nemini iliklerimizde hissederiz ama vaktini bilemeyiz. O gayb ve Allah’ın tasarrufunda.” diyor.
Nasıl ki sahabeler, Peygamberin (SAV) vaadine güvenerek, zorluklara göğüs germişse, gönüllülerde her zaman yardımını hissettikleri yüce yaratıcıya inançları ve onun takdirine rıza göstermeleri sayesinde, önlerine çıkan engelin büyüklüğüne aldırmadan ellerinden geleni yapmaya koyuldu. Tıpkı müşrik baskısından bunalan sahabilerin hiç tereddüt etmeden birlik ruhuyla her zorluğu aştığı gibi, gönüllüler de kendi ihtiyaçları olsa bile başkalarının problemine el attı dayanışmayla çözüm buldu.
Her insan gibi onlar da bazen devasa sorunlar karşısında ezildiğini hissetti, ciddi bir hüzün ve teslimiyet içinde ilahi yardım bekledikleri anlar oldu. Ancak sıkıntının sona ereceği takvimi O’nun belirlediğini bildikleri için, sabır sınırlarını zorlayan incitici olaylara direndiler. Verenin de alanın da O olduğuna inandıkları için asla ümitlerini kaybetmedi, sonucu hayra çevirmek adına iradelerini ortaya koydular.
Hizmetlerini yeniden inşa etmek için kolları sıvadılar
Yaptıkları büyük fedakarlıktan dolayı terörist damgası yemek, yönetimdekilerin çocukları dahil yüzbinlerce genci ahlaki değerlerle yetiştirdikleri için suçlanmak, vicdanlarını derinden yaraladı. Yurdunu yuvasını terk etmek zorunda kalanlar, gittikleri yerlerde küçük çaplı da olsa komüniteler kurdular.
Ülkede şartların normale dönmesini beklemeyle vakit kaybetmek yerine, çoğu bulunduğu yere tam entegrasyon için kolları sıvadı. Sohbet halkalarıyla maneviyatlarını korumaya çalışırken, yeni nesiller için her ülkede farklı tarzda eğitim yol ve yönetimi geliştirmeye başladı.
Öz eleştiri adı altında birbirini sorgulama ve suçlu arama psikolojisine girmediler. Aksine geçmişte varsa yapılan her hatadan ders çıkarıp kendilerine çeki düzen verdi, noksanlarını tamamladılar. Herkes başkasını tenkitle uğraşacağı yerde, nefsini yanlıştan korumaya yöneldiği için, ayrılık ve nifak tohumu ekmek isteyenlerin oyunlarını bozdular.
Vefa ve ümitle yeni bir başlangıç
Pek çoğu, ülkesine duyduğu özleme rağmen bulunduğu yerde kalma mecburiyeti hissediyor.
Çünkü:
Ülke onları kovarken, kendilerine çalışma fırsatı verenleri bırakıp gitmenin vefasızlık olacağını düşünüyorlar.
Türkiye’de şartlar normale dönse bile, ziyaretle memleket hasretini giderip düzen kurduğu yere geri dönmeyi planlıyor.
Ayrıca; memleketlerindeki tüm mal varlıkları yağmalanmış, ekonomik darboğaz nedeniyle yeniden iş kurma şansı kaybolmuş insanlar, geri dönme umudunu bastırıp mevcut işine yoğunlaşıyor.
Tıpkı Mekke fethinden, sonra çok sevdiği şehri bırakıp hicret diyarı olan Medine’ye dönen Efendimiz (SAV) gibi, onlar da mecburen hicret ettikleri yerlerde kalıcı olmanın yolunu arıyorlar.
Bugün, bazıları başarısıyla yerlilerle rekabet edebilecek konuma ulaştı bile.