Beyaz Saray’a dönüşünden sadece birkaç ay sonra Başkan Donald Trump, seçkin üniversitelere yönelik fon kesintileri ile yükseköğretimi yeniden şekillendirmeye başladı.
En çarpıcı adım ise geçen hafta geldi, Trump Harvard’a sağlanan toplam 2,2 milyar dolarlık hibeyi geri çekti. Nisan ayının başında Cornell ve Northwestern üniversitelerine ayrılan, sırasıyla bir milyar ve 790 milyon dolarlık fonlar dondurulmuş, hiçbir kuruma ayrıcalık tanınmayacağının sinyali verilmişti.
Bütçe kesintileri bilime ayrılan kamu kaynağının azaltılması ve Trump yönetiminin ideolojik önyargı, antisemitizm ve Filistin yanlısı protestolarla baş edememekle suçladığı kampüsleri cezalandırma kampanyasının bir parçası. Kesintiler sadece yükseköğretimle sınırlı kalmadı; iklim bilimi, aşı geliştirme ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi alanlardaki araştırmalar da etkilendi.
Yönetimin uygulamalarına yanıt olarak 100’den fazla üniversite 22 Nisan’da yayınladıkları ortak mektupta “benzeri görülmemiş bir hükümet müdahalesi” olarak niteledikleri duruma itiraz etti. Mektupta, “Yapıcı reformlara açığız ve meşru devlet denetimine karşı değiliz. Ancak haksız hükümet müdahalesine karşı durmalı ve fonların baskı aracı olarak kullanılmasını reddetmek zorundayız” denildi.
Elit okullara özgü finansman modeli
ABD’de federal hükümetin seçkin eğitim kurumlarına fon sağlaması, 20’nci yüzyılın başlarındaki Büyük Buhran dönemine dayanıyor. Uygulama Soğuk Savaş yıllarının rekabet ortamında kurumsallaştı. Sovyetler Birliği’nin dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik’i uzaya göndermesine yanıt olarak 1958 yılında Amerikan Kongresi Ulusal Savunma Eğitim Yasası’nı çıkardı. Bilim ve teknolojiye önemli yatırımları tetikleyen düzenleme, Amerikan üniversitelerini küresel araştırma ve inovasyon merkezlerine dönüştürdü.
Ulusal Bilim Vakfı’na göre 2023 yılında ABD’deki yükseköğretim kurumları araştırma ve geliştirme çalışmaları için 108,8 milyar dolar harcadı, bu paranın yaklaşık yüzde 55’ine karşılık gelen 60 milyar dolarını federal hükümet sağladı.
Birçok ülkenin aksine devlet üniversiteleri bulunmayan ABD’de eğitim büyük ölçüde eyaletlerin sorumluluğundadır. Seçkin okulların federal hükümetten aldıkları ve temelde araştırma projeleri için kullandıkları fonlar ise genel bütçelerinin sadece bir kısmını oluşturur. ABD’nin en iyi okullarının mali gücü temelde bağışlar ve diğer sermaye getirilerinden kaynaklanır.
Örneğin Harvard’ın büyüklüğü 2024’te 53,2 milyar dolara ulaşan bağış fonu dünyadaki tüm üniversitelerin kaynaklarından fazla olmakla kalmayıp; Ürdün, Gürcistan ya da İzlanda gibi ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılasından da daha yüksek.
Teksas, Yale, Stanford, Princeton ve MIT gibi üniversiteler de 23,5 milyar dolar ila 40 milyar dolar arasında değişen fonlarla önde gelen üniversiteler arasında yer alıyor.
Ancak bu sınırsız bir kaynak değil. Sermayenin büyük kısmı, bağışçıların belirli amaçlara yönelik olarak verdiği ve hukuken sadece bu amaçlara harcanabilen paradan oluşuyor. Örneğin Harvard’ın toplam fon varlığı, neredeyse tamamı tek bir iş için kullanılmak üzere verilmiş 14 bin 600’den fazla tekil fondan oluşuyor.
Bağışlar ve okul aidatları
Bağışlar üniversitelerin finansmanında temel rol oynuyor. Ancak çoğu belli koşullarla geliyor. NACUBO’ya göre fonların yaklaşık yüzde 90’ı sadece belirli amaçlarla, örneğin burs, altyapı veya belirli bir araştırma projesi için kullanılabiliyor.
Yüksek profilli bağış kampanyaları milyarlarca dolar getirse de bu paralar genellikle yeni bina inşaatları veya yeni akademisyen kadrolarının açılması gibi uzun vadeli projelere aktarılıyor. Yani kriz anlarında ani bütçe ihtiyaçlarını karşılamaya uygun değiller. Kullanımı bir şarta bağlanmamış bağışlar ise daha nadir. COVID-19 döneminde örneğin, okullar dev bütçelere sahip olsalar da fonların büyük kısmı projelerle sınırlandırılmış olduğundan finansal zorluklar yaşadılar.
Üniversite harçları da seçkin okulların operasyonel maliyetlerinin ancak bir kısmını karşılamaya yetiyor. Okul harçları ayrıca siyasi olarak da hassas bir konu. Kampüste konaklama imkanı, teknoloji lisansları ve yemek gibi yan gelirler de genelde temel akademik hizmetlere harcanıyor. Bu da Harvard gibi üniversiteleri federal araştırma hibeleri ve öğrenci destek programlarına büyük ölçüde bağımlı kılıyor.
ABD üniversiteleri ve diğerleri
ABD’deki seçkin okulların mali büyüklüğü küresel rakiplerininki ile kıyaslanamayacak boyutta. Örneğin İngiltere’deki Oxford Üniversitesi’nin 43 okulu ile birlikte sahip olduğu toplam bütçe 11 milyar dolar. Bu Harvard’ın beşte biri kadar. Cambridge Üniversitesi’nin sahip olduğu fon büyüklüğü ise sadece 280 milyon dolar civarında.
Avrupa ve Çin’de ise üniversiteler ağırlıklı olarak devlet sübvansiyonları ile finanse ediliyor. Avrupa Yükseköğretim Kayıt Sistemi’ne göre Avrupa’daki çok az kurumun sahip olduğu bağış fonunun büyüklüğü bir milyar doları geçiyor.
Bütçe kesintilerinin etkisi ne olur?
Amerika’nın en üst düzey üniversiteleri gelir kaynaklarını çeşitlendirmiş olsa da araştırmalara küresel anlamda liderlik etme kapasiteleri doğrudan kendilerine sağlanan kamu kaynağı ile bağlantılı. Şimdi okulların bu bağımlılığı test ediliyor. Harvard Tıp Fakültesi işten çıkarmalara hazırlık yapıyor, bazı kira sözleşmelerini sonlandırdı ve araştırma hibelerini askıya aldı bile.
ABD’nin en büyük biyomedikal araştırma fon sağlayıcısı olan NIH’in bütçesinde yüzde 40 oranında bir kesinti önerildi. Columbia Üniversitesi’ne bağlı Vagelos Tıp Fakültesi harcamaları dondurmaya başladı. Bu gelişmeler, ileride yaşanabileceklerin erken bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Sıkılaşmanın etkisi sağlık bilimleriyle de sınırlı değil. Trump yönetimi tarafından ABD’nin uzay araştırmaları ajansı olan NASA’nın 7,6 milyar dolarlık bilim bütçesinin yarı yarıya azaltılması öneriliyor. NASA, Beyaz Saray Bütçe Ofisi tarafından kendilerine gönderilen önerileri incelediklerini teyit etti.
“Trump etkisi” yalnızca elit eğitim kurumları ile sınırlı kalmayacak. Federal desteğe bağımlı küçük üniversiteler ve araştırma merkezleri de yenilikçiliği yavaşlatabilecek ve bölgesel ekonomileri zayıflatabilecek potansiyel kesintilerle karşı karşıya.
Örneğin, kozmolojiden üretime birçok alanda kullanılan küresel bir referans laboratuvarı olan Atomik Spektroskopi Grubu’nun kapatılacağı rapor edildi.
Birçok eğitim ve araştırma kurumu için artık asıl soru “Etkilenecek miyiz?” değil, “Ne kadar derinden etkileneceğiz?”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE