Analiz / İsmail S. Gülümser
Eskiden yönetim değişikliği için silahlı mücadele gerekliydi. Komünizm birçok ülkede çatışmalar sonucu devleti ele geçirdi. Demokratik düzeni bir anda kaldırmanın tepki doğuracağını düşünen despotlar ise halkın uyanmasını engellemek için aşamalı plan uygulayıp, rejimi kendi araçlarını kullanarak yıkmaya çalışıyor.
İnsanca yaşamın teminatı gibi görünen yapılar, art niyetlilerin elinde halkın kazanımlarını imha silahına dönüşebiliyor. Toplum, hala demokrasiyle yönetildiğini düşünürken, onlar çıkardıkları yasalarla sistemin içini boşaltıyor, hukuk sopasıyla hakları gasp ediyor, silah kullanmadan herkesi hizaya getiriyor.
Nazi taktikleri
Türkiye’deki despot yönetimin, 90 yıl önce Hitler’in demokrasiyi yıkmak için kullandığı taktikleri kopyaladığı görülüyor. Aynı yöntemlerle aşamalı ve fark ettirmeden demokratik düzeni kaldıracak adımlar atılıyor. Reichstag yangınına benzer 15 Temmuz senaryosuyla tüm kontrolü ele geçirdiği anlaşılıyor.
Hitler, 1929’daki buhranı kullanarak ekonomik krizden diğerlerini sorumlu tuttu ve onları düşmanlaştırdı. İşsizlik ve yoksulluktan faydalanarak yıpratma kampanyası yürüttü. Milletvekili sayısını %37’ye çıkardı, bunu halka ezici çoğunluk gibi sundu ve meclisi demokrasiyi kaldırma aracı olarak kullandı. 2001’de Erdoğan’da mevcut partileri “faiz lobisi ve dış güçlere hizmetle” suçladı, diğerlerinin sandığa gömüldüğünü anlatarak krizi fırsata çevirdi. Meclis çoğunluğundan faydalanan aşamalı bir planla onun yetkisini gasp etti.
Naziler, halk arasına korku yaymak için Yahudi vatandaşları krizden sorumlu tuttu, iç düşman olarak sundu ve soykırıma zemin hazırladı. Erdoğan ise kendini yerli ve milli ilan edip, muhalifleri sırayla iç düşman gibi gösterdi. Eski partisi dahil birçok köklü partinin itibarını kirli propagandalarla sıfırladı ve onların oy potansiyelini ellerinden aldı. Yönetime gelince terörü kullanıp ölümler üzerinden, PKK ve HDP’yi iç düşman ilan etti, bölgede evleri yıktı, halkı göçe zorladı. Kurguladığı darbe senaryosu ölümlerini “hizmet” in üstüne yıktı, KHK ile en temel hakkı çalınanları korumaya kimse cesaret edemedi. Yurt dışına çıkanlar, suçlarını uluslararası mahkemelere taşıdı ve bazıları gecikmeli de olsa yapılan soykırımı tescilledi tazminat kazandı.
Sıra kimde?
Şimdi sıra muhalefet bloğuna geldi, Naziler, bir yangını bahane ederek komünist partiyi yasaklamış ve 5 bine yakın üyesini tutuklamıştı. Erdoğan’da CHP’yi yavaş yavaş toplum düşmanı ilan etmeye hazırlanıyor. KHK çıkarma yetkisiyle, seçilmiş belediye başkanlarının yerine partili kayyım atıyor, hukuk siteminde iş birliğine yatkın savcıları kullanarak muhalifleri komik gerekçelerle tutukluyor. Kimin yargılanacağına Erdoğan ve aparatları karar veriyor. Naziler gibi onlarda, suç üretme görevi üstlenmiş cübbeli tetikçilerle istediğini alıp götürüyor, sırayla itiraz eden her başı eziyor.
Hitler, halkın sıkıntısını giderme bahanesiyle yetki aldı, bağımsız yargıyı kaldırıp devleti kendi ideolojisine göre yeniden kurdu. Erdoğan’da benzer biçimde devletin kontrol sistemlerini lağvetti, tüm yetkileri elinde topladı. Güçler ayrılığı sona erdi, hukuk-DDK-güvenlik birimleri-bakanlıklar dahil devlet, Erdoğan’ın rejimi devirmesi keyfi idare sistemini kurmasına hizmet eder hale geldi.
Devlet çarkları parti çıkarları için dönüyor
Dış temsilcilikler, iktidarın suçlarını saklamak için yoğun mesai harcıyor. Goebbels gibi çalışan İletişim başkanlığı, MİT tarafından üretilmiş yalanları havuz medyası aracılığıyla süsleyip halka sunuyor. RTÜK, her muhalif sesi yalan beyanla suçlayıp susturuyor. Devlet kaynaklarıyla beslenen trol orduları itirazları küfür ve hakaretle bastırıyor ve devlet çarkları toplumu parti çıkarlarına göre yönlendirmede kullanılıyor.
Hitler, Yahudi kökenli hâkim ve savcıları görevden alıp yargıyı kendi lehine göre düzenledi. Benzer şekilde Erdoğan yönetimi, suç ortaklığını reddedeceğini düşündüğü 5 bine yakın hâkim ve savcıyı yasa dışı fişlemelerle önceden belirledi. 15 Temmuz bahanesiyle hepsini aynı gece KHK ile ihraç edip bir kısmını tutukladı, yargıyı parti hedeflerine hizmet edecek hale getirdi ve soykırıma itiraz yollarını kapattı. Adil yargılanma hakkını tehditlerle engelledi, uymayanları teröre destekle suçlayıp harcadı. Yerine tecrübesiz yandaşlar ya da suçuyla köleleştirdikleri kriminalleri doldurdu, yargıyı emre uyacak hale getirdi.
Kurguladıkları bir senaryoyu kullanarak binlerce ordu mensubunun haklarını aldı, görevlilerin çoğunu darbeyle ilişkilendirip tutukladılar. SADAT vb. desteklerle ordunun içini boşalttı, askeri okulları lağvedip problemli bile olsa tüm tecrübeyi sıfırladılar. Dürüst emniyet kadrolarının yaftalayıp ihraç etti, güvenlik birimlerini suçtan yakalanmışlar ya da acemilerle doldurdu, hukuksuz işlerde kullandılar.
Toplum fakirliğe mahkum edildi
“Güçlü devlet güçlü lider” sloganıyla kandırılan sağduyulu Anadolu halkı, saldırganlığı içi burkularak seyretti. “Tek vatan tek bayrak” diyerek uyuşturulan, bölünme tehdidiyle kokutulanlar, her soykırım mazeretini kabullendi. Nazilerin halk mahkemesi gibi, bunlar da talimatla iş yapan mahkemeleri muhalif avında kullandı. Masumları mensubiyeti, kökeni, görüşünden dolayı şablon suçlamalarla alıp götürdüler.
Fakirliğe mahkûm ettikleri toplumu, kömür-gıda gibi yardımlarla partiye mideden bağladı sesini kestiler. Diyaneti siyasileştirdi, kürsüleri-cemaat meclislerini siyasi aparata dönüştürdüler. Eğitimi parti teşkilatına bağlamak için okul yönetimlerini aşamalı olarak partililerle değiştirdiler. Hızla İHL sayısını artırıyor, devlet kaynaklarıyla parti militanı yetiştirmeyi düşlüyorlar.
Partili belediyeler gırtlağına kadar borç batağında iken, borç bahanesiyle muhalif belediyelerin kaynağını kesti, denetim baskısıyla faaliyetini engelledi, kayyumla yönetimini gasp ettiler. İmar yetkilerin merkez alıp halkın önemli varlıklarını bölüşüyorlar.
Kurguladıkları darbeyle, tüm Anadolu’ya yayılmış yüzlerce vakıf ve derneği yasa dışı uygulamalarla kapatıp kaynaklarını TÜGVA-TÜRGEV gibi parti vakıflarına ya da yandaşlara dağıttılar. Sivil toplum kuruluşlarından her itiraz edenin başını ezdi, kendileri dışında hiçbir birlikteliğin yaşamasına izin vermediler. Meslek örgütlerini anlaşmaya zorladı ya da iş yapamaz hale getirip her dayanışmayı yok ettiler.
Hamasi nutuklarla üstünü örttüler
Uluslararası gelişmeleri, ülke çıkarına göre değerlendirecekleri yerde, parti ve kişisel çıkara göre kullandılar. Batı karşıtı reklam kampanyalarıyla AB süreci politikaya meze yapıldı. Dış temsilcilikleri gayrı meşru işlerini gizleme aparatına dönüştürdüler. Her uyarıyı, “yönetime müdahale” “yabancılar kıskanıyor” gibi sundu, hamasi nutuklarla üstünü örttüler. Hesaptan kaçmak isterken batıdan koptu, ülkenin NATO ve AB ile ilişkilerini bozdular. Milliyetçilik üzerinden prim yapmak için, Rusya-Çin gibi otoriterlere yanaştılar.
Eğitimin kaynaklarını ülke geneliyle paylaşacakları yerde, büyük bölümünü din okullarına aktardılar. Bilim adamlarının sesini kesti, ayrılan kaynakları parti militanlarına verdi, desteklemeyenin topluma hizmetini engellediler. Sanatçıları susturdu, aykırı görüşte olanları iş yapamaz hale getirdiler.
Hitlerin bütün yaptıklarını kopyaladıkları ve aşama aşama hayata geçirdikleri halde, propaganda araçlarını kullanıp ülkede “her şey normal” algısı oluşturuyor, yalancı cennet vaadiyle halkı avutuyorlar. Devlet memurları parti amaçlarına hizmet ediyorsa görevini sürdürebiliyor, bunu yapmayanlar bir şekilde sistem dışına itiliyor. Tüm toplum genelinin vergileriyle ayakta duran devlet çarkı, partinin çıkarları için diğer vatandaşları görmezden geliyor ya da onların haklarının çalınmasına soykırımına hizmet ediyor.
Yıkılacakları korkusundan kurtulamıyorlar
Devlet-parti aygıtı birleşiyor, halk kitlelerinin problemlerine kulak tıkıyor. İnançlılar, rejime destek olmadıkları takdirde susturuluyor. Dini kurumlar parti reklamına mecbur ediliyor. Yazının hazırlandığı sırada başarılı işletmeciliğiyle kendini kabul ettirmiş ülke çapındaki yaygın bir döner zincirine baskınlar düzenlendiği haberi medyaya düştü. İktidara hizmet etmediği için terörle suçlanıp serbest ticaret hakkı alınarak soykırıma maruz kaldığı ortaya çıktı.
Hukuk sistemi felç edildi, yargı denetimini kaldırıldı, tüm itiraz yolunu kapattı, emir eri savcı ve hakimlerle ülke açık hapishaneye döndürüldü, mağdurlar uluslararası mahkemelere mecbur bırakıldı. Suçları açığa çıktıkça, özel düzenlemelerle kendilerini aklıyor, gücü kaybetmemek için kılıktan kılığa giriyorlar.
Toplumsal tepkiden korkuyor, en küçük bir hareketlilikte şiddete başvuruyor, örgütlü yapıları sırayla etkisiz hale getiriyor vakıf ve dernekleri kapatıp bölüşüyorlar. Rol alanları devlet düşmanı-hain olarak yaftalıyor, bir kısmını tutuklayıp hak arama yolunu kapatıyorlar. Tüm bunlara rağmen bir bahane ile yıkılacakları korkusunu atamıyorlar. Anayasa değişikliği ile iktidarı garantileyip hukuk düzenini yıkmayı düşünüyorlar
Kitlesel ölümler hariç, Nazilerin her yaptığını taklit ettikleri ortaya çıkıyor. 15 Temmuz’da 250 değil, kitlesel ölümler planlamışlar. Boğaz köprüsüne götürdükleri askeri öğrencilerden birinin boğazını kestiler, bunu medyaya servis edip askerde infial uyandırdı, gelişmiş savaş silahlarıyla halka saldırtmayı düşündüler. Eğer ateş emiri verdikleri savaş uçak/gemi komutanları, hedeftekilerin terörist olmadığını anlamasaydı, merakla toplanmış binlerce insan hayatını kaybedecek, başkasına yıktıkları katliamlarla meşruiyet devşireceklerdi.
*Nedim Hazar’ın tr724 teki yazısından faydalanıldı.