Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Adalet, bir toplumun kalbidir. Ancak bu kalbin ritmi bozulduğunda, bir toplum ne huzuru koruyabilir ne de özgürlüğünü sürdürebilir. Adaleti şahsi çıkarlarına alet eden güç odakları, istismarlarını gizlemek için halkı muhayyel dış düşmanla korkuturlar. Muhayyel ve abartılı harici düşmanlara odaklanan halk, içeriden gelen sinsi tehlikeleri gözden kaçırır. Tarih, bize toplumsal huzurun yalnızca dış düşmanlar tarafından değil, içerdeki yozlaşma, çıkar ilişkileri ve vicdan eksikliğiyle de yok edilebileceğini defalarca göstermiştir.
İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu dizeleri ne kadar güçlü:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!”
Ne var ki, dışarıdan gelen zincirlere karşı gösterdiğimiz direnci, içeriden gelen görünmez zincirlere karşı gösterebiliyor muyuz? Adaletin zayıflaması, fark edilmeyen ama en tehlikeli esaret biçimidir. Çünkü bu zincirler halkın damarlarına sızan bir afyon gibi sinsidir; uyutur, susturur ve bağımsızlık yanılsaması yaratır.
Konu adalet olunca adliyeyi nasıl tanımlamalıyız? Öncelikle şunu net olarak söylemek gerekir:
“Adliye ne siyasethane, ne ticarethane, ne de ibadethanedir. Adı üzerinde: adalethanedir.”
Adliyeye yüklenen her türlü çıkar ilişkisi, onu tarafsızlıktan uzaklaştırır ve toplumun güvenini sarsar. Adaletin “tarafsız ve bağımsız” olması, bir slogandan ibaret değil, bir yaşam meselesidir. Gücü elinde bulunduranların, adliyeyi bir sopa olarak kullanmaya başlaması, sadece adaleti değil, sosyal barışı bozarak toplumun geleceğini de tehdit eder. Unutmayalım: “Adliyenin milli marşı adalettir.” Eğer bu marş susturulursa, toplumun huzuruna elveda dememiz gerekecektir.
Adaletin temel dayanağı delildir, hukuktur ve vicdandır. Ancak bir toplumda emirle işleyen bir adalet mekanizması varsa, orada artık hukukun değil, gücün hüküm sürdüğünü anlamak zor değildir. “Adliye emirle değil delille hareket etmeli.” Bu kısa ama derin anlamlar taşıyan söz, adaletin temelini özetliyor.
Eğer bir toplumda insanlar kendi adliyelerinden umudu kesmişse, orada eşitlikten söz etmek mümkün müdür? Uğradığı haksızlık nedeniyle adliyenin kapısında Şair Sezai Karakoç’un dizeleriyle,
“Ah, beni vursalar bir kuş yerine!” diye feryat eden vatandaşın vicdanındaki yaraya hangi ilaç deva olabilir.
Adaletin korunması sadece yasalarla değil, vicdanla mümkündür. Ancak vicdan ilahi bir yetidir, körelmesine izin vermemek gerekir; eğitimle geliştirilmeli. “Hak ve vicdan eğitimi kundakta başlar.” Bu aforizma, adaletin temel taşını işaret ediyor. Bireylerin adaleti içselleştirmesi, toplumun adaleti koruyabilmesi için şarttır. Fakat bu, yalnızca bir aile terbiyesi değil, aynı zamanda sistematik bir eğitim meselesidir. Adaleti sözde değil, uygulamada anlayan bireyler yetiştirmek, adil bir toplumun ilk adımıdır.
Adalet eğitimini üniversiteye erteleyen bir toplum, yirmi yaşında jimnastiğe başlayıp olimpiyat şampiyonu olmayı bekleyen bir hayalpereste benzer. Vicdanı sağlam bir temel üzerine kurmadan, hukukun kağıt üzerinde var olması hiçbir anlam ifade etmez.
Yargının bağımsızlığını kaybetmesi, yargıcın eğilip bükülmesiyle başlar. “Kıyakçı adliyenin geleceği en son nokta, ayakçılık olur.” Bu sert bir ifade olabilir, ama bir o kadar da gerçektir. Yargıcın eğildiği yerde, adalet ayakta duramaz; adaletin eğildiği yerde ise bireylerin hakkı çiğnenir.
Adalet, çıkar ilişkileriyle lekelenmemeli. Güç odaklarıyla çıkar bağı geliştiren bir adalet mekanizması, bağımsızlığını kaybetmekle kalmaz; topluma da atomize eder. “Mülkiyenin çayını içen adalet, onun çayını da toplamak zorunda kalır.” İktidar ya da başka güç odakları, adliyeyi kendi çıkarlarına hizmet ettikleri bir mekanizma haline getirirse, halkın güvenini kaybetmek kaçınılmazdır.
Adalet, sadece mahkeme duvarlarında yazılı bir söz değildir. O, bir toplumun hem iç hem de dış tehditlere karşı direncini belirleyen turnusol kâğıdıdır. “Adliye, çete ile hukuk devletini ayıran turnusoldur.” Bu sözü unutmamalı ve unutturmamalıyız.
Bir toplumun bağımsızlığı, yalnızca ordularla ya da sınırlarla korunmaz. O toplumun vicdanı olan adalet mekanizması bozulursa, bağımsızlık sadece kağıt üzerinde kalan bir kavram haline gelir. Adaletin buharlaşması için tek koşul yabancı esareti değildir. İçeriden gelen yozlaşma ve vicdan kaybı, bir toplumu özgürlüğünden edebilir.
Kim söylemiş bilmiyorum ancak çok manidar bir sözle noktayı koyuyorum:
Namaz beş vakit farz, ancak adalet yirmi dört saat!