Analiz / İsmail S. Gülümser
Erdoğan, Suriye’nin devrik lideri Beşar Esad sonrası ortaya çıkan hapishanelerdeki zulmü görünce duygulanmış ve “Bana diktatör diyenler bu manzaralara baksın” diyerek kendisini masum göstermeye çalışmış. Türkiye, babadan oğula geçen bir diktatörlükle değil, kusurları olsa da demokrasi iddiası olan bir yönetimle idare edildi. 1960’ta Menderes’in Demokrat Partisi’ne, 1980 ve 1997’de siyasi partilere yönelik askeri müdahaleler yaşansa da baskı kalktığında toplum yeniden normale döndü.
Suriye ise, baba Esad döneminden beri demir yumrukla yönetildi, kendi kabilesi dışındakilere yaşam hakkı tanımayan bir anlayışla muhalif liderleri yıllarca hapiste süründürdü. Zulüm dayanılmaz boyutlara ulaşınca hakkı gasp edilenler örgütlendi, Arap Baharı sonrası başlayan protestolar silahlı ayaklanmaya dönüştü. Bu durum terör gruplarının işine yaradı, Esad ise orduyla müdahale ederek yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın ülkesini terk etmesine sebep oldu.
Mülteciler Avrupa’daki düzeni zorlamaya başlayınca bölgedeki dengeleri değiştiren gelişmeler yaşandı. ABD ve İngiltere’nin desteğiyle HTŞ Suriye’ye saldırdı, İran ve Rusya’dan destek bulamayan Esad rejimi direnemedi ve ülkeyi bırakıp gitti.
Her diktatör yıkıldığında…
Her diktatörün yıkılışı, diğer baskıcı liderler için bir endişe kaynağı oluyor. Erdoğan’ın “Geriye Putin ve ben kaldık” ifadesi, Esad’ın akıbetine bakarak kendi geleceği hakkında duyduğu kaygıyı yansıtıyor. Esad muhalif grupların gücü yüzünden değil yalnız bırakıldığı için çabuk yıkıldı. Bugün Erdoğan’ın maaşa bağladıkları, kaynaklar kesildiğinde ilk saf değiştirenler olacak.
Dikta rejimleri, çevresine acıma duygusunu terk etmeyi öğütlüyor, halk sefalet içinde yüzerken ‘itibardan tasarruf olmaz’ diyerek kendilerine görkemli saraylar yapıyor. Bilim yuvaları kurma yerine muhalefeti bastırmak, yanlışa itirazları kesmek için hapishaneler inşa edip sindiriyor. Beğenmedikleri her davranışı muhakeme etmeden yargılıyor. Kendileri çekilip gittiğinde sarayları yağmalanırken, hapistekileri tüm dünya yüreği burkularak izliyor.
Esad sonrasına ait en kötü görüntüler hapishanelerden geldi, çürümeye terk edilmiş insan manzaraları vahşetin boyutlarını gösterdi. Erdoğan, bir yandan suçsuz insanların vicdanı sızlatan görüntüsünden şikâyet ederken, sanki kendisi muhaliflerin hakkını gasp etmiyormuş gibi duygu sömürüsüyle aklanmaya çalışıyor.
O da Suriye’deki gibi görkemli saraylarda halktan kopuk bir hayat sürme özentisi içinde. Canını sıkan herkesi ‘terörist’ ilan edip yargılatıyor, kanuna uyma gereği duymayan hâkim ve savcıları itiraz edeni tutuklamak için tetikte bekliyor.
Bir karşılaştırma
Suriye hapishanelerinde ölüme terk edilmiş muhaliflerin yaşadığı zulmü aktaran saray medyası, kendi yöneticilerinin yaptığı işkenceleri gizleme karşılığı ballı maaş alıyor. Tüm güç sahipleri bırakıp gittiği gibi bugün çok güçlü görünenler de bir gün o makamı kaybedecek.
Rasyonel politikaları terk ettikleri, hukuk nizamını bozup her muhalifi hukuk sopasıyla susturdukları için arkalarında bir enkaz bırakıp gidecek. Hamisini kaybedenler menfaat kesilince alkışladıkları, zulmü duyurmak için yarış edecek.
Ülkenin durumunu görmek için basit bir karşılaştırma yapalım.
Esad’ın muhaberat devletinde istihbarat, yargı, medya ve tüm devlet kurumları yalnızca yöneticilerin çıkarını koruyordu. Türkiye’de ise yargı, siyasetin baskı aparatı haline getirildi; istihbarat, parlamento, hukuk, güvenlik ve tüm devlet organları bir kişiye teslim edildi, bir zümre medya ve toplumu esir aldı.
-Polis, parti çıkarı doğrultusunda yasa dışı fişleme yaptı, binlerce masumu terörle suçlayıp tutukladı.
-Muhalif sesler susturuldu, muhalif medyanın yazacakları dahi istihbarat birimleri tarafından hazırlandı.
-Liyakat gözetilmeksizin devlet kurumları, yasa dışı işlere alet olacak kişilerle dolduruldu.
-Görevliler, paranoya içindeki yönetimin şüphelerini gidermek için halka zulmetmekten çekinmedi.
-Senaryolarına gerçek süsü vermek için keskin nişancılar halka ateş açtı, boğaz köprüsünde bir öğrencinin boğazı kesildi.
Savaş uçağı pilotları ve gemi komutanlarının müdahalesi olmasaydı, kalabalığa açılan ateş sonucu binlerce insan hayatını kaybedecekti.
Nasıl bilirdiniz?
Acıma duygusu içindekilerin çelişkili tutumlarını sıralarsak;
-Suriye’de muhaliflerin kurtulmasına sevinenler, ülkelerinde masumların tutuklanmasına sessiz kalıyor.
-Kürt-Alevi-azınlıklar ve cemaat mensuplarının özgürlüğünü kısıtlayanlar, Suriyelilerin için gözyaşı döküyor.
-Haksız tutuklamalardan şikâyet edenler, yüz binlerce insanı yasal eylemlerle tutukluyor.
-Binlerce insanı ülkeden kaçmak zorunda bırakanlar, merhamet simsarı görünüp Suriye için ağıt yakıyor.
-Başkalarının insan hakkı ihlallerine karşı çıkanlar, kendi ihlallerini gizlemek için medyayı susturuyor.
Tüm bunların yanında, sahte gözyaşlarıyla halkı kandıranların, yüce yaratıcıyı da kandırabileceklerini düşünmeleri büyük bir gaflet.
Erdoğan dönemini anlatan bir belgesel yapılsa, insanlık dışı zulmünden mağdur olmuş yüzbinler onun hakkında neler anlatır. Bunu saklamak için bütün basını baskı altında tutmuyorlar mı?
Suriye ile kıyaslayıp aklanmaya çalışan Erdoğan’dan kurtulacağı gün bayram edeceğini düşünen partililerin sayısı bile azımsanmayacak boyuta ulaştı. Esad’a eli kanlı diyenlerde bir gün işledikleri cürümlerle anılacak.
Yıllar sonra Erdoğan’ı nasıl bilirdiniz sorusu sorulduğunda ilk akla gelen şey hırsızlığın hesabını vermekten kaçan, her itiraz edeni hapisle tehdit edip yıldıran, koltuğu bırakmamak için hukuku yok eden.
Hayatları zindan ettiler
-İktidarı korumak uğruna kurgulanan senaryo öncesi 2,5 milyon masumu yasal eylemiyle fişleyen,
-Hiç suçu olmadığı halde düzmece bahanelerle 200 bin çalışan aynı gecede işten atan,
-Senaryoya destek vermeyen profesörler dahil, çok sayıda aydını zindana gönderen,
-Karşı çıkması muhtemel basın yayın kuruluşlarını susturmak için zorla gasp eden,
-Samanyolu TV başındaki Hidayet Karaca’yı, 10 yıldan beri hapiste çürümeye terk eden,
-Yüzlerce bebekli-emzikli kadını yetersiz gıda ile hapis koşullarında çocuk büyütmek zorunda bırakan,
-16 yaşında gençler dahil, yanlışa itiraz eden yüzbinler hakkında kendine hakaret davası açan,
-Tutuklu kadınlara tecavüze göz yuman, hapiste hamilelik olaylarını takip gereği duymayan,
-MİT’i yurt dışından muhalif kaçırmada kullanan, göz dağı verip sesini kesmeye kalkışan,
-İnsanlık dışı işkencelerle kalın bağırsağı parçalanıp ölenleri soruşturulmasını engelleyen,
-Muhalefet ve STK ların her itirazını terörle suçlayıp susturan, hayatlarını zindan eden,
-Kürt siyasiler sadece yanlışa ‘evet’ demedikleri için yıllarca içerde tutan,
-Ülkeyi tutuklayarak itirazları bastırmada birinci sıraya yerleştiren,
-Atadan oğul iktidarı sürdürme hesabı yüzünden ülkenin BM ve Avrupa konseyinde imajını sıfırlayan,
-AB, demokratik değerlerle değil, mülteci salma tehdidiyle dikta rejimini kabule zorlayan,
-Diktatörden kaçan Suriyeliler gibi, zulmüyle on binlerce insanın ülkeden kaçmasına sebep olan biri olarak anılacak.
Esad demokrasi iddiasında bulunmadı, muhaberat devleti kurup ülke yönetti. Türkiye ise başka ülkelerdeki hak ihlallerini savunurken kendi ülkesinde telefon konuşması, sosyal medya paylaşımından dolayı binlerce insanın tutuklayıp hapse gönderdi.
Senaryo öncesi fişlemelerle tespit edilen yüzbinlerce insanı savunmasız bırakmak için aynı anda adil davranması muhtemel binlerce hâkim ve savcı ihraç edildi yargı söz dinleyeceklere bırakıldı.
Aynı gün hepsinin birden ‘Bylock’ kullandıkları tespit edildi yüzbinler hakkında işlem başlatıldı.
Terör yaftası her dönem yutmayı düşündükleri farklı bir kesime yöneliyor. Son günlerde bu tuzak ülkenin en büyük muhalefet partisine çevrildi. Asama aşama onları terörle iltisaklı gösterip belediyeleri gaspa başladılar. Olayın iç yüzünü bildiği halde, kendine dokunmadığı sürece sessizliği tercih edenler bu günlerde topun kendilerine çevrildiğini görünce uyandı.
Zorbalıkla ayakta duran komünist bloktaki SSCB, Yugoslavya, Romanya, korku imparatorluğu kurmuş Irak Libya, Suriye silah gücüne rağmen devamlı olamadı. Yargı sopasını kullanarak toplumu sindirmeye çalışan 28 Şubatçılar da fıtrata ters davrandıkları için baskıları Erdoğan’ın önünü açtı.
Bütün korku yönetimleri gibi ülkede baskıyla ayakta duracağını zanneden Erdoğan yönetimi de insan tabiatını görmezden geldiği için, halk ve hak nezdindeki kredisini tüketti. Eğer değişimin önü tıkanırsa mukadder ömrünü uzatmak isterken topluma çok acı çektirecek, ülke adım adım bir zümrenin tapulu malına dönüşecek.