Araştırmacı Bekir Ağırdır, Oksijen’deki yazısında “Ekonomik sistemden devlet modeline kadar yolun sonuna geldik” dedi. Gençlerde biriken öfkeye dikkat çeken, “Yoksulluk, yoksunluk, yok sayılmak, ötekileştirilmek ve hatta siyasi iklime göre tutuklanmak ihtimalleri mirasa dahil, gençlere devrediliyor. Bu sıkışmışlık öfke üretiyor” ifadelerini kullandı.
Ağırdır, iktidarın iki seçeneği olduğunu vurgulayarak, “Siyasetçilerin, konuşan, yazan çizenlerin sorumluluğu da burada başlıyor. Bu öfkeyi manipüle ederek muhaliflerinize, ötekileştirdiklerinize, düşmanlıklarınıza yöneltebilir, buradan oy devşirebilirsiniz. Ya da farklı fikirlere, kimliklere, inançlara saygının ortak yaşamın vazgeçilmezi olduğunu, onurlu yaşam hakkının herkese ait olduğu fikrinin ancak devletin de toplumsal yaşamın da bekası için öncelik olduğu fikrinin savunuculuğunu yaparsınız. Soru da bu, hangisi öncelediğiniz devletin bekası için daha doğru ve gereklidir?” diye yazdı.
Bekir Ağırdır’ın, “Toplumsal öfke yükselirken sorun düzeni korumak mı?” başlıklı yazısından aktarıyoruz:
”Ayrı olaylar, sayılar, meseleler gibi görünen birçok konu topluca bir şey anlatıyor. Okurlardan artık ne kadarı akşam ekranlarda ana haberleri izliyor emin değilim ama ana haber bültenlerinin iki bölümü var.
Birincisi iktidar propagandası, ikincisi mobese kameraların görüntülerinden derlenmiş bireysel şiddet görüntüleri. Halbuki o bireysel şiddet sanılan görüntüler toplumsal psikolojinin ne denli öfkeye doğru evrildiğini, manevi şiddetin maddi şiddete dönüşmekte olduğunu gösteriyor.
Eskişehir’de 18 yaşındaki bir genç çay bahçesinde rastgele yedi kişiyi bıçaklayarak yaraladı ve saldırıyı canlı olarak yayınladı. Daha sonra bu saldırgan gencin sahte bir isimle açtığı ve orada yayınladığı blog sayfasında saldırı öncesi bir manifestosu olduğunu T24’te genç gazeteci Buse Söğütlü’nün haberinden öğrendik. Saldırgan 12 Ağustos’ta yayımladığı manifestoda “nasyonal sosyalist” olduğunu yazmış, başka ülkelerde benzer saldırılar gerçekleştirmiş 4 isme yer vererek onları “günümüz azizleri” olarak tanımlamış. İsmini verdiklerinden birisi 2011’de Norveç’te 77 kişiyi öldüren bir neo-Nazi, bir diğeri 2019’da Yeni Zelanda’da iki camiye saldırarak 51 kişiyi öldüren faşist, üçüncüsü 1995’te ABD’de bomba yüklü bir kamyonu patlatarak 168 kişiyi öldüren bir milis, dördüncüsü de ABD’de konser izleyicilerinin üzerine ateş açarak 59 kişiyi öldürüp 527 kişiyi yaralayan birisi.
Bu insanları psikopat olarak adlandırıp meseleyi de bireysel hastalık olarak değerlendirip geçmek doğru değil. Önce büyük meseleyi tespit edelim. Dünyada büyük bir siyasal ve ekonomik egemenliğin devletler arasında yeniden bölüşümü için bir kavga veriliyor. Aynı zamanda küresel bir kültürel gerilim yaşanıyor. Bu üç katmanlı küresel gerilim bir yandan otoriter ve popülist iktidarlarca yönetiliyor, diğer yandan ulus devletlerin kendi bekalarını sürdürme ve güvenlik temelli politikalarıyla yaşanıyor.
Üstelik küresel sistemin yalnızca güç dağılımı değil, sanayi toplumu kurum ve kurallarıyla şekillenmiş bugünkü ulusal ve yerel sistemleri de tüm boyutlarıyla kriz yaşıyor. Ekonomik sistemden devlet modeline kadar yolun sonuna geldik. O nedenle Gazze’deki soykırım ya da yukarıdaki dört saldırı ya da IŞİD gibi terör örgütlerinin varlığı birbirinden bağımsız değil. Bireysel gibi görünen terör eylemleri giderek bir yandan kitleselleşme eğilimi diğer yandan devlet politikaları haline dönüşme eğilimi gösteriyor.
Gençlerin algısı net
KONDA’nın mart ayında açıkladığı “Gençler” araştırması bulgularına göre gençler, eşitlikçilik ve insan haklarını savunmaya Türkiye geneline göre daha yüksek oranda öncelik veriyor. Hem Türkiye genelinde hem gençler özelinde cumhuriyetin en önemli iki değeri bağımsızlık ve laiklik olarak ifade ediliyor. Sırasıyla “özgürlükçülük”, “kadın-erkek eşitliği”, “çağdaşlaşma” ve “bilimsellik” diyenlerin oranı gençlerde daha yüksek. “Yurtseverlik”, “dindarlık” ve “devletin bekası” diyenlerin oranları gençlerde daha düşük. Buna karşılık “eşitliğin” günümüzde hayata geçtiğini düşünen genç erkeklerin oranı yüzde 8; genç kadınlarda bu oran yüzde 12’ye çıkıyor. “Özgürlükçülüğün” hayata geçtiğini düşünen kadınlar yüzde 24, genç erkeklerse yüzde 18 oranında. Ülkede çağdaş bir eğitim düzeni olduğunu düşünenler, gençlerin arasında yalnızca yüzde 12 oranında.
Bu algılara ve değerlendirmelere sahip gençlerin önünde rol modelleri yok. Ya da rol modelleri sokaktaki suç örgütlerinin liderleri, gerçeklik dışı biçimde dizilerde yeniden yaratılan tarihi kişilikler, kayıtdışı ve kara para aklama operasyonlarının aparatı haline dönüşmüş kimi fenomenler ve benzerleri. Umudu kalmamış, fırsat eşitliğine sahip olmayan, kendini çaresiz hisseden, hala dörtte üçü yukarıda gördüğünüz gelir dağılımının mağduru anne babaların harçlığına mahkûm gençler.
Yine önlerindeki örnek, siyasi muhalif olursa, sosyal medyada, sokak röportajlarında iktidarı eleştirirse tutuklanmak, elinde silah muhalifleri tehdit ederse hatta maddi şiddet uygularsa bile serbest kalma, saçma sapan iddialarının alkışlanması ve hatta bir de siyasilerle fotoğraf fırsatı.
Ülkenin yalnızca işsizleri ya da gençleri değil her bir ekonomik sınıftaki ya da kültürel kümedeki yoksulları ve yoksunları umutsuzca bir yaşam savaşı veriyor. Deneyimleri de yıllar geçtikçe işlerin düzelmesi değil daha da kötüleşmesine dair. Yoksulluk, yoksunluk, yok sayılmak, ötekileştirilmek ve hatta siyasi iklime göre tutuklanmak ihtimalleri mirasa dahil, gençlere devrediliyor. Bu sıkışmışlık öfke üretiyor.
Siyasetçilerin, konuşan, yazan çizenlerin sorumluluğu da burada başlıyor. Bu öfkeyi manipüle ederek muhaliflerinize, ötekileştirdiklerinize, düşmanlıklarınıza yöneltebilir, buradan oy devşirebilirsiniz. Ya da farklı fikirlere, kimliklere, inançlara saygının ortak yaşamın vazgeçilmezi olduğunu, onurlu yaşam hakkının herkese ait olduğu fikrinin ancak devletin de toplumsal yaşamın da bekası için öncelik olduğu fikrinin savunuculuğunu yaparsınız. Soru da bu, hangisi öncelediğiniz devletin bekası için daha doğru ve gereklidir?”