Yazar Bilgehan Uçak diken.com.tr’de yayınlanan köşesinde Lösemiye yakalanan 11 yaşındaki Hakan Dağdeviren’in dramını yazdı.
Annesi ve babası cezaevinde bulunan, kendisi ise 11 yaşında olmasına karşın tek başına Lösemi ile mücadele eden Hakan Dağdeviren’e toplumun her kesiminden destek yağıyor .
Haftalardır Türkiye’nin gündeminde olan Lösemi hastası 11 yaşındaki Hakan Dağdeviren’e bir destek de yazar Bilgehan Uçak’tan geldi .
Diken.com.tr’de yayınlanan yazısında Uçak ‘Hakan, sakın bırakma kendini…’ yazdı
BİLGEHAN UÇAK – DİKEN.com.tr
Doğa da ne yapacağını bilmez halde.
Salgın bir yana, nisan günü, erik ağaçları bembeyaz çiçeğe bürünmüşken ansızın manyak bir soğuk, karıyla fırtınasıyla camlarda uğuldamaya başladı.
Kaloriferin derecesini yükselttim.
Dolgun kalçalı konyak kadehini çıkardım dolaptan.
Karşımda, küçücük bir çocuğun fotoğrafı.
Çarşafla hemrenk mavi bir örtü örtmüşler üstüne.
Yatağa sığışamamış, ucuna kadar gitmiş, sağ omzunun üstünde yan dönmüş.
Uzattığı sağ koluna, kimsesizlikten, sol eliyle sarılmış.
Saçlarının aylardır berber yüzü görmediği besbelli.
Uyuyor mu yoksa başına gelenleri yaşından büyük bir tevekkülle kabulleniyor mu belli değil.
Hastane yatağı olduğu için yanları kapalı.
Yalnızlığıyla başbaşa kalacağı üstü açık bir kafes.
Seruma bağlamışlar.
Hakan, sekiz yaşında kansere yakalanmış. Şu an 11 yaşında.
Ailesi, hapisteymiş.
Tam okuyamıyorum ne olduğunu; elimdeki konyak kadehinden, sıcak evden utanıyorum, ama Hakan’ın fotoğrafı karşımda, hayır, yanıbaşımda.
Komşuları imece usulü, nöbetleşe bakıyormuş çocuğa.
Senin orada böyle çaresiz yatmadan hepimiz sorumluyuz Hakan.
Başına gelen ne varsa, bir tek sen sorumlu değilsin.
Ama bedeli de bir tek sen ödüyorsun.
Bu nisan yağmurlarını sen görmedin, kışın epey kar yağdı, atıp kendini sokağa kartopu oynayamadın yaşıtların gibi, kimbilir kaç mevsimi hiç yaşamadın.
Şöyle içtenlikle koşmadın top peşinde, kavga etmedin arkadaşlarınla, karne sevincini, doğumgünü heyecanını, hediye almanın coşkusunu yaşamadın.
Ben itikatı yüksek bir insan olmadım hiç Hakan, şöyle kendimi teslim edeceğim bir inancın kollarına kendimi atamadım.
Ama bugün, şimdi, senin şu haldeki fotoğrafını gördükten sonra, böyle bir itikata sahip olmak isterdim.
Başka türlü nasıl üstesinden gelinir bu yalnızlığın?
Sen sekiz yaşında, berbat bir hastalığın pençesinde, bir başınasın, yaşam diye sağ koluna sarılmışsın.
Oyuncaklarla oynayacak yaşta, damar yolu, ilaç, serum, bunlarla mücadele ediyorsun.
Sen bunları yaşamak için ne kötülük yapmış olabilirsin a çocuk?
Tabii ki yapmadın, sekiz yaşındasın yahu, ne yapabilirsin ki?
Bilmiyorum farkında mısın, Ramazan geliyor…
Benim evde değilse de birçok yerde iftar sofraları kurulacak, insanlar Allah’la daha yakın bir ay geçirecek.
Eğer bir imkânım olsaydı, her sahurda, her ezanda, her iftar sofrasında senin çiçeklerin patladığı kırlarda koşan fotoğraflarını göstermek isterdim onlara.
Bir çocuğu yaşatamadıktan sonra istersen yüz sene oruç tut, bunların hiçbirine inanmıyorum ben.
Ama “11 ayın sultanı” denen şu Ramazan, belki merhametin de ayı olur.
Ve, sen çıplak koluna değil de ailene sarılır ve şu lanet hastalığı atlatırsın.
Sonra gene bahar gelecek, nisanları bir daha kar yağar mı bilmiyorum ama çiçeklerin kırları, bahçeleri kaplayacağını biliyorum.
Arkadaşlarınla oynayacaksın, gönlünce, bugünleri bir daha hatırlamak istemeden.
Sen iyileşirsen bu toplumu çocuklarını ölüme yollamayan bir toplum olacak.
Sen iyileştiğinde, bu Ramazan Allah’a en yakın geçirdiğimiz ay olacak.
İlkokul çocuklarını ölüme terk eden vicdansız, merhametsiz insanların ülkesi değil burası.
Din ne emreder bilmiyorum ama Allah’ın her şeyden önce kullarından vicdan ve merhamet göstermelerini talep edeceğini düşünüyorum.
Bence hiçbir insan, vicdanı ve merhametini dinlediği için kendisini yaratmış Allah’ı mahcup edemez.
O çocuğun sağ kolu buz gibiydi, ben buradan hissediyorum.
Sizlerin de hissetmenizi diliyorum.
Çocuklarını yaşatan bir ülke olalım.
Ramazan’a vicdan gibi, merhamet gibi kelimeleri daha çok kullanarak girelim.
Hakan, sakın bırakma kendini.
Sakın bırakma.
Sakın.
Sakın.