Abdülaziz Özbekzay 6 Ağustos 2012’de Afganistan’daki evinin avlusunda oğluyla son kez iftarını açıyordu. Bunun birlikte yedikleri son yemek olduğunu bilmeden.
Nimruz vilayetinde Şeş Aba adındaki bir köydeki bu mütevazı evde kurulan iftar sofrasında Abdülaziz, karısı, beş çocuğundan dördü ve en küçük iki torunu vardı.
O gün de her gün gibi sıradan bir şekilde başlamıştı. Sahura kalkmışlar, sabah olunca işlerine gitmişler, Abdülaziz’in en büyük oğlu Hüseyin manav dükkanını açmış, Hüseyin’in eşi Rukiye ev işlerine koyulmuştu.
Ailenin anlattıklarına göre farklı olan tek şey evlerine gelen, tanımadıkları iki misafirdi. Afganistan’ın kırsal kesimlerinde beklenmedik misafirlerin kapınızı çalması normal bir durum olduğundan bu iki adamı evlerine buyur edip misafirperverlik göstermişlerdi.
Ancak Abdülaziz misafirlerinin hal ve tavırlarından şüphelenmiş, Hüseyin’in arayarak dükkanını erkenden kapatıp eve gelmesini istemişti.
Ezan okununca misafirlere oruçlarını açmaları için yemek vermişler, saat 22:00 gibi de iki adam evden ayrılmışlardı.
Abdülaziz yemekten sonra ayağa kalkmış, yorgun olduğunu söylemiş, oğluna ”İyi geceler Hüseyincim,” demiş, gelini Rukiye’ye ”İyi geceler kızım,” diye seslenmiş, torunlarına da iyi geceler dileyip uyumaya gitmişti.
Abdülaziz’in torunları daha çok küçüktü. İmran üç yaşında, Bilal ise 1,5 yaşındaydı.
İkisi de o gece neler yaşandığını hatırlamıyor. Aileleri yıllarca onları o gecenin kabusundan korumaya çalışmış.
Afganistan savaşı on yılı aşkın süredir devam ediyor ve koalisyon güçlerinin elit kuvvetlerinin nokta atış operasyonları sık sık söz konusu oluyordu.
Askerler hava karardıktan sonra helikopterlerle operasyon düzenlenecek bölgeye götürülüyor ve Taliban hedeflerine hızlı saldırılar gerçekleştiriyorlardı.
İngiltere ordusunda bu özel operasyonları SAS ya da SBS birimleri düzenliyordu.
Ancak kamuoyunun o dönem bilmediği bir şey vardı: SAS unsurları halihazırda teslim olmuş ya da gözaltına alınmış şüpheli Afganları yasadışı öldürme olaylarına karışmış ve daha sonra bu olayları örtbas etmişlerdi.
BBC’nin Panorama programı tarafından yürütülen ve bu yıl yayımlanan bir araştırma bir SAS taburunun altı ay zarfında 54 kişiyi şüpheli şekilde öldürdüğünü ortaya koymuştu.
İşte ”Öldür/Yakala” diye de bilinen bu tür bir nokta atış operasyonu Abdülaziz’in evine de düzenlenmek üzereydi.
O gece saat 03:00 sularında İngiliz helikopterleri Nimruz’da gece karanlığında yol aldı ve Şeş Aba köyünün dışına iniş yaptı.
Özel kuvvetler aile uykudayken eve girdi. Abdülaziz ilk silah seslerini duyduğunda uyandı ve birkaç dakika içinde odasına giren yabancı askerler onu yakaladı, kelepçeledi, yere yatırdı ve gözlerini bantladı.
”Beni oğlumun, gelinimin ve torunlarımın uyuduğu odaya götürmeleri için yalvardım,” diye anlatıyor Abdülaziz. ”İki kızımın çığlıklarını duyuyordum. Ama kimse yardım etmiyordu. Çocuklarımı korumak için hiçbir şey yapamadım.”
Abdülaziz sorguya çekildiğini, dövüldüğünü, yabancı askerlerin o gün eve gelen iki adam hakkında sorular sorduğunu anlatıyor.
Operasyon süresince oğlunun olduğu odaya geçmesine izin verilmediğini, askerler gittikten saatler sonra gün ışıdığında yerinden kalkacak cesareti bulduğunu ve Hüseyin, Rukiye ve torunlarının olduğu odaya gidebildiğini söylüyor.
”Her yerde kan vardı. Çarşaflar, döşekler, her şey kana bulanmıştı.”
Hüseyin ve Rukiye’nin cesedini gören görgü tanıkları, ikisinin de yattıkları yerde başlarından vurulduğunu söylüyor.
İmran ve Bilal’in de kanlı kıyafetlerini görmüşler, ancak çocuklar odada değilmiş.
Aile başta çocukların da öldürüldüğünü düşünmüş.
Ama gerçekte operasyon sırasında İmran karnından, Bilal de yüzünden vurulduğu için özel kuvvetler çocukları helikopterle hastaneye götürmüşler.
İngiltere yasalarına göre özel kuvvetler komutanlarının operasyonlarda emirleri altındaki askerlerden birinin ”Schedule 2” adı verilen bir suça, yani yasadışı öldürme ya da ağır yaralama eylemine karışması durumunda askeri polise durumu bildirmeleri gerekiyor.
Ancak BBC’nin ortaya koyduğuna göre Şeş Aba’da Abdülaziz’in evine düzenlenen operasyon askeri polise bildirilmemiş ve olay hakkında hiçbir soruşturma açılmamış.
Savunma Bakanlığı’nın BBC’ye yaptığı açıklama da şöyle: ”Ordunun avukatlarının verdikleri tavsiye doğrultusunda ve Silahlı Kuvvetler Kanunu 2006 ile Savunma Bakanlığı politikaları uyarınca koşulların komutan subayın olayı askeri polise bildirmesini gerektirmediği sonucuna varılmıştır.”
Nimruz’daki o şafak operasyonunda askerleri Abdülaziz’in evine getiren helikopterler, operasyonun ardından yaralı İmran, Bilal ve Hüseyin’in 12 yaşındaki kardeşi Rahmet’le üslerine geri döndüler. Ancak daha sonra üçü de farklı askeri üslere götürüldüler.
Abdülaziz askeri hastanede kendisine tazminat teklif edildiğini, ancak bunu kan parası olarak gördüğü için almayı reddettiğini söylüyor.
Torunları ve oğlu taburcu edildiğinde Abdülaziz hepsini alarak köye geri dönmüş ve o gün bugündür de İmran ve Bilal ablaları Hacere’yle birlikte vuruldukları aynı evlerinde yaşıyorlar.
Ne o geceyi, ne de onu takip eden haftaları doğru dürüst hatırlıyorlar. Ancak İmran eve döndükleri ilk zamanlarda uzunca bir süre geceleri uykusundan çığlık çığlığa uyanıp evin dışında uyurgezer olarak dolanıyormuş.
İmran bugün 13 yaşında. Göğsünü ve karnını boydan boya kesen bir ameliyat izi ve kurşun yaraları var.
Bilal ise 11 yaşında. Sol gözünden yalnızca birkaç milim öteye girmiş bir kurşunun bıraktığı iz yüzünde görülüyor. Omzunda da kurşun parçası kalmış.
İmran ve Bilal anne ve babalarından pek bahsetmiyorlar. Hüseyin ve Rukiye hakkında çok bir şey hatırlamıyorlar.
İmran ”Keşke bugün annem ve babam yanımızda olsalardı,” diyor, ”Şehre iner, diğer çocuklar gibi güler oynardık.”
Abdülaziz Cuma günü oğlu Hüseyin ve gelini Rukiye’nin mezarlarını ziyaret etmiş. Güneş batarken yarım saat mezarları başında dualar okumuş.
Hüseyin ”Oğlumla konuştum, onu çok özlediğimi söyledim,” diyor, ”Onu hala küçük bir çocukken ki haliyle hatırladığımı anlattım. Ama yüksek sesle söylemedim bunları. Oğlumla kalbimle konuştum.”