Hacettepe Tıp’tan, pazarcılığa, bir Hizmet Gönüllüsü’nün destansı hikayesi..
Sünneti kıldıktan sonra fark ettim ki sağ tarafımda, her halinden farklı biri olduğu fark edilen bir delikanlı ellerini açmış, öne doğru hafif hafif ırgalanarak dua ediyor. Ben farzı kıldıktan sonra delikanlının için için ağladığının alameti, hafif hafif burun çekme seslerini duymaya başladım.
Son sünneti de kıldıktan sonra tesbihatımı yapıp bu delikanlıyla tanışmak istiyordum. Ben tesbihatımı yaptım ama delikanlı hâlâ gözyaşları içinde ırgalanarak duaya devam ediyordu. Ben de delikanlının hemen gerisine geçip duasını bitirmesini bekledim. Hayli zaman sonra ellerini yüzüne sürüp bir müddet daha öylece kala kaldı. Camiden çıkmak için kalktığında bende kalmış tanışmak istiyordum. Başımla selamladıktan sonra “Allah kabul etsin” dedim.
-Tanışabilir miyiz mahsuru yoksa.
-Estağfurullah. Ben Hamza
-Hamza kardeşim nerelisin?
-Konyalıyım abi
-Burada mı oturuyorsunuz yoksa gezmek için mi geldiniz?
-Oturmak için gelmiştik ama. Dedi ve sustu.
Daha fazla konuşmamak için hemen konuyu değiştirip. “Abi burada Şark Han diye bir yer varmış biliyor musunuz?” diye karşı soru sordu. Bildiğimi söyledim, beraber gitmeyi teklif ettim.
-Ne yapacaksın kardeşim “Şark Handa”
-Bir şeyler alacağım
-Toptan mı perakende mi
-Gücüm yettiği kadarıyla toptan
-Tüccar mısın
-Yok abi. Ufak tefek şeyler alıp maişetimizi çıkarmak için.
-Sen ne iş yapıyorsun ki
-Aslında öğrenciydim
-Eee
Sustu. Tüccara benzer hiçbir hali yoktu. Konuşmak istemiyordu ama mevzuya girmişti bir defa. Benim de ısrarlı sorularım karşısında çaresiz gıdım gıdım dertlerini açmaya başlamıştı.
-Ne öğrencisi
-Liseyi yeni bitirdim üniversiteye gidecektim
-Kazanamadın mı
-Kazandım da
-Eee
-Abi boş ver yaa
Konuşmak istemiyordu ama derdini anlatmayan derman bulamaz diye ısrar ettim. Verdiği cevap sarsıcıydı:
-Abi bizim dertlere derman olmak şöyle dursun şu anda benimle yaptığınız bu yolculuk bile sizin başınız bela açabilir.
Bu sözlerden sonra mevzuyu anlamıştım. “Yoksa sen de Hizmet Hareketinden misin?” diye sordum.
Delikanlı duygu ve düşüncelerine muhalif olmadığımı anlayınca biraz rahatladı. Yüzündeki endişenin yerini güven ve itimat gamzeden bir hal almıştı. Delikanlıyı şark hanın Mercan tarafında bir bankanın önünde belediyenin koyduğu iki tane banktan birine oturtup ayrıntılı dinlemeye karar verdim.
-Sen onları boşver de şimdi bana işin aslını anlat ki elimden bir şey geliyorsa yardımcı olayım sana.
Bir müddet sustuktan sonra devam etti.
-Abi benim babam otuz küsur yıllık öğretmendi. Biri ben işte; diğerleri de biri on beş, diğeri on yaşında iki kız kardeşim daha var. Geçen ay tayinimiz İstanbul’a çıktı. Geldik ev tuttuk yerleştik. Ben Hacettepe Tıp’ı kazandığımdan evi yerleştikten sonra okul kaydımı yaptıracaktık. Bir Eylül’de babamı KHK ile ihraç ettiler. Ne yapalım ne edelim derken İstanbul’u bilmediğimizden, babam Bursa’ya halamların yanına bir iş aramaya gitti. Yolda polisler kimlik kontrolü yaparken babamı gözaltına almışlar. Kimsenin haberi olmadığından halam iki gün sonra bizi aradı durumu bildirdi. Hemen apar topar Bursa’ya gittik. Vardık Bursa’ya bulduk Emniyeti babamı sorduk. Hayli bekledikten sonra babamın orada olmadığını söylediler. Nerede sorusunun cevabını saatler sonra çok ağır azar ve hakaretlerden sonra öğrendik ki babamı İzmir’e sevk etmişler. Ne yapacağımızı şaşırdık. Ev İstanbul’da, babam İzmir’de, nasıl ederiz, ne yaparız bilmiyorum. İzmir’e taşınalım dedik.
Babam:
“Oğlum yerinizden kımıldamayın sizin buraya taşındığınızı duyarlarsa bu sefer de başka yere naklederler. Bunların derdi bize zulmetmek. Yoksa benim İzmir’le ne alakam var”
Babam haklıydı. Geldik. Hayatta kalmak için yemek, yemek için kazanç, kazanç için de çalışmak gerekti. Bu çaresizlik içinde ne yapar, ne ederiz derken daha evvel bu işleri yapmış bir komşum dedi “Şark Han’da Uzakdoğu’dan gelen çok güzel ürünler var git al gel pazarlarda sat. Ekmeğini çıkarırsın”
Ben de geldim işte.
-Bir dakika siz memlekete niye gitmiyorsunuz.
-Abi gidip ne yapacağız? Yakın akrabalarımızla bu meseleyi konuştuğumuzda sanki yıllardır bizi tanımıyorlarmış gibi “Suçu vardır ki tutukluyorlar. Bizi niye gelip tutuklamıyorlar” dediler. Çok ağrıma gitti abi. Onlarla olmaktansa gurbette kendi yağımızla kavruluruz daha iyi.
-Eyvallah
Bu işler bu delikanlının yapacağı işler değildi ama bir şeyler yapmak lazımdı tabi. Biraz el becerisi olduğunu söyledi.
Planımda Beyazıt’a gitmek vardı onu erteleyip bu delikanlıyla ilgilenmeye karar verdim. Girdik içeri. Üzerine bir harf veya iki harf yazılacak kadar sedef takılar aldık delikanlıya. Yüzük, kolye, küpe, bileklik gibi. Sonra geçtik Perşembe pazarına.
Perşembe pazarına geçerken delikanlının parasının bittiğini biliyordum. Girdik çok kibar ve kullanışlı bir tane “Dramel kalem” aldık. Parasını ben verdiğimde itiraz etti.
Vitrinde teşhir ürünlerinden birini kullanmayı hemen orada gösterdim.
-Bak bununla aldığımız takılara alan insanların isimlerinin veya soy isimlerinin baş harfini yazacaksın.
-Abi bu süper ya! Tutar bu iş!
“Tutar bu iş” dediğinde yüzünde öyle bir tatlı tebessüm vardı ki. “Ha şöyle” deyip o sevincine ortak olarak kendimi tutamayıp sarıldım delikanlıya. Öyle mutlu görünüyordu ki, ışıl ışıldı gözleri. Koluna girip yürüdük baba oğul gibi Karaköy köprüsünün üzerinden Eminönü iskelesine kadar.
Bak sana son bir şey söyleyeceğim itiraz etmeyeceksin
-Estağfurullah abi
-Cebine bir miktar para koydum. Estağfurullah dedi ama yine de itiraz etti. Ve sordu:
-Abi bütün bunlar niye?
-Hamza kardeşim senin babana bu milletin olduğu gibi benim de çok borcum var. Bu hem öyle borç ki böyle harçlıklarla ödenecek borç değil.
Israrımla kabul ettirdim. Tabi yine dua karşılığı diyerek. Zira bulmuştum hazineyi zayi eder miydim? Üsküdar vapuruna bindirip gönderdim Hamza’yı mahallesine. Vapur hareket ettiğinde iskelesinden bana el sallarken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Allah’ım sana havale ediyoruz bunlara sebep olan zalimleri deyip, “Hasbunallahû ve niğmel vekil, niğmel Mevla ve niğmen nasir” çekerek evin yolunu tuttum.