İkinci ayına giren Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) öncülüğünde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının katılımıyla, Suriye’nin Afrin kasabasında devam eden Zeytin Dalı Harekatı, uluslararası toplumun ve medyanın ilgi odağında olmaya devam ediyor.
Yazının satırbaşları şöyle:
Bundan üç yıl önce, dünya, çoğu kalaşnikoflarla silahlanmış kadın ve erkek savaşçılardan oluşan bir ayak takımının, Suriye’nin Kobane kasabasında; tank, top ve lojistik üstünlükle donatılmış İslamcı militanları durdurmasını seyretti.
Bu savunmayı gerçekleştirenler, devrimci feminist demokrasi adına hareket ettiklerinde ısrar ediyorlardı. İslamcı savaşçılar da tam aynı gerekçe ile onların kökünü kazımak istiyordu. Kobane’nin savunucuları kazandı ve bu iyinin kötüye karşı meydan okuması olarak selamlandı.
Bugün tam olarak aynı şey oluyor. Sadece bu kez, küresel güçler sıkı bir şekilde saldırganların tarafında. Garip bir değişimle, bu saldırganlar dünya liderlerini ve kamuoyu önderlerini, çevre, demokrasi ve kadın hakları konusunda radikal bir tutum alan Kobane’nin vatandaşlarını ‘terörist’ oldukları konusunda ikna etmiş görünüyor.
Sözkonusu bölge, Kobane’yi de savunan; savaşı IŞİD’in kalbi Rakka’ya taşımaya istekli yegane güç olan ve şimdi aynı mücadelenin YPG ve YPJ tarafından verildiği Afrin.
Suriye iç savaşında aklı selim ve bir avuç yalıtılmış barış umudu olan Afrin’in nüfusu, çatışma sırasında neredeyse ikiye katlandı ve yüz binlerce Arap mülteci, sığınmak için buraya geldi.
Aynı zamanda, buraya yerleşenler Rojava olarak bilinen kuzey Suriye bölgeleri boyunca benimsenen demokratik prensipleri geliştirmek için sunulan barış ve istikrar ortamından faydalandı.
Aynı zamanda, yerel halk herkesin katılım sağlayabileceği komşuluk meclisleri kurdular ve cinsiyet eşitliğine dayalı, yönetimlerinin üçte ikisinin kadınların elinde tutulduğu yapılar geliştirdiler.
Bugün bu demokratik deneyim, IŞİD ve El Kaide unsurlarının da aralarında bulunduğu militanlar ve Gri Kurtlar olarak da bilinen Türk ölüm timleri üyeleri tarafından gerçekleştirilen tümüyle sebepsiz bir saldırının hedefi.
Türk ordusu tankları, F-16’ları ve savaş helikopterleri ile destekleniyorlar. Kendinden önceki IŞİD gibi, onlar da tüm davranış standartlarını ihlal etmeye kararlı; barajlara saldırı, tarihi yerlerin tahribi gibi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘Afrin’i gerçek sahiplerine teslim etmeyi amaçladıklarını’ söyledi ki Kürt yerleşimcileri buradan temizleme yönündeki niyetini örtülü bir şekilde ifade etti.
YPG ve YPJ bugüne kadar müdahalecileri önemli ölçüde alıkoydu. Ancak bunu, tek bir dünya gücünün desteği olmadan yaptılar. Hatta, Türkiye’nin Suriye’nin doğusunda bulunan ve YPG ile YPJ’nin IŞİD’e karşı savaşa giriştiği bölgelere müdahale etmesini engelleyen ABD bile, Afrin’i savunmak için parmağını kıpırdatmadı.
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Türkiye’nin sınırlarını güvende tutma hakkı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti.
Bunun nasıl olduğunu anlamak için Türkiye’nin PKK’ya karşı 1990’larda yürüttüğü savaşa bakmak lazım. Bu her iki tarafa da korkunç zararlar veren kanlı bir süreçti.
Milenyumun başlarında, PKK bağımsız bir devlet talebinden vazgeçti, tek taraflı ateşkes ilan etti ve Kürtler için bölgesel bir otonomiyi ve Türk toplumunun demokratikleşmesi için barış müzakerelerine başladı.
Bu dönüşüm, Ortadoğu’daki tüm Kürt bağımsızlık hareketini de etkiledi. Öcalan’dan ilham alanlar, gücün merkezsizleştirilmesi ve etnik milliyetçiliğin tüm türlerine karşı çıkılması çağrısı yaptı.
Türkiye ise, 2001’de örgütü AB, ABD ve BM terör listesine ekletti. Bu barış ihtimalini öldüren bir adımdı. Türk hükümetinin binlerce aktivist, gazeteci ve seçilmiş Kürt yetkilileri tutuklaması ile devam eden süreçte, takınılan bu tavır Türk hükümetinin, sivil hak talep edenleri ‘terörist’ olarak nitelemesi için PR şirketlerine milyonlarca dolar akıtması ile devam etti.
Böylece saçma bir durum oluştu ve bu dünya liderlerinin Türkiye’nin, Suriye’nin son birkaç barışçıl bölgesine karşı yürüttüğü gerekçesiz savaşına kayıtsız kalmalarına neden oldu.