“İşkence suçu ömür boyu işkencecilerin yakasını bırakmayacak…”
ZAMAN AŞIMI
Türkiye’de sistematik işkence ve kötü muamele var. Dahası kanunları hiçe sayan, kontrolsüz ve keyfi yargısız infaz var. 15 Temmuz sonrasında darbeye karıştığı iddia edilen askerlere ve sivillere yapılan işkenceler artık sıklıkla haber yapılmaya başlandı. Spor salonlarında çırılçıplak soyulmuş, kafaları, yüzleri ve vücutları ağır şekilde darp edilmiş rütbeli askerlerin görüntülerini, darbe sonrası günler ve haftalarda devletin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı geçti dünyaya. Türkiye adına utanç vericidir! Öyle gizlemeye saklamaya çalışmadılar, alenen ve hiç çekinmeden fotoğraf ve video görüntülerinde subayların nasıl darp edildiğini, gördükleri işkenceler sonrası ne hale geldiklerini, kafaları sargılı, bedenleri bandajlı, gözleri morarmış, dudak ve burunları deforme olmuş yarı çıplak perişan görüntüleri hepimiz gördük. Bu görüntüler hala internette mevcut. Dahası, vicdanı olan tüm insanların beyinlerine kazındı.
İŞKENCE, SİZİN ONAY VERDİĞİNİZ REJİM TARAFINDAN YAPILIYOR
Boğaz köprüsünde yakalanan rütbeli-rütbesiz, hatta askeri okul öğrencisi üniformalı askerlerin nasıl katledildiği biliniyor. Harp Okulu öğrencisi Murat Tekin bu katledilen üniformalılardan biriydi. Ailesi onu Yalova’da eğitim kampında zannediyordu. Buradan eğitime götürüleceği söylenerek alınan ve İstanbul’un muhtelif yerlerine nakledilerek kontrollü darbe planında piyon olarak kullanılan zavallı masum askeri öğrencilerden biriydi. Linç edilerek boğazı kesildi! IŞİD’li İslamcı fanatik teröristlerin esirlerini katlettikleri metotla, hunharca, barbarca katledildi Murat Tekin. Öyle ki, ailesi günlerce nezaret ve hastanelerde onu aradıktan sonra, bir morgda buldu cansız, tarumar edilmiş bedenini. Anacığı da dâhil, önce tanıyamadılar, çünkü linç esnasında aldığı darbelerden dolayı yüzü tanınmaz haldeydi. Sonra onu tırnağından teşhis edebildiler. Otopsi raporunda da boğazının kesildiği ve bu yolla katledildiği belgelenmiş durumda. IŞİD, bugün yönetimde olan İslamcı kafa ile neden aynı ideolojik temellere sahip deniliyor, önemli göstergelerindendir bu.
Gözaltına alınan öğretmen Gökhan Açıkkollu da 13 gün boyunca İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında ağır işkencelere maruz kaldı, göğüs kafesinde aldığı darbeler sonrası kırıklar oluştu, yüzlerce kez kafasına ve yüzüne ağır darbeler aldı. Kafası duvarlara vuruldu. Eşi ve çocukları üzerinden kendisine psikolojik baskı yapıldı. Açıkkollu şeker hastasıydı. Gözaltında işkenceyle canına kıydılar. Bir başka meslektaşı, Eyüp Birinci, makatına sokulan sert bir cisim nedeniyle bağırsakları parçalandığı ve iç kanama geçirdiği için kaldırıldığı acilde öldü! Şu yapılanın barbarlık ve haysiyetsizlik seviyesini lütfen bir düşünün! İnsanlara her fırsatta ahlak dersi veren dincilerin kurduğu faşizan diktatörlükte yaşanıyor bütün bunlar. Her nutuk attığında ayet, sure referansı veren, “medeniyet” projelerinden dem vuran, Gazze ve Arakan’daki haksızlıklara ağlayan, Tahrir meydanındaki kıza üzülen ağlayan İslamcılar, neredesiniz!
Çok uzağa gitmenize gerek yok, bu yaşananlar sizin onay verdiğiniz rejim tarafından sizin ülkenizde yapılıyor! Bu mudur sizin bahsettiğiniz medeniyet?
Teslim olmuş askerlerin linç edilmesi, öldürülmesi ve ağır şekilde darp edilmesi, tutuklanmış subay ve askerlerin gözaltında bulundukları Emniyet’e ait veya devlet gözetiminde resmi binalarda bir takım “görevlilerin” emriyle ağır işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılması, tutuklanan sivillerin gözümüzün önüne getirdiğimizde bile yüzümüzün kızardığı, insan olmaktan utanır hale geldiğimiz aşağılık metotlarla işkencelere tabi tutulması, yaşanan dramların sadece bu örneklerle sınırlı olmayıp, yüzlerce, hatta binlerce örneğinin her gün çeşitli mecralarda karşımıza çıkması, yapılanların sistematik olduğunu ortaya koyuyor. Tümüyle resmi otoritenin bilgisi ve emriyle yapılan, adeta rutinleşmiş uygulamalardan söz ediyorum. Soruyorum yeniden, bu uygulamaların sorumlularını seçenlere: bu işkencelerin fotoğraflarını çocuklarınıza, torunlarınıza, küçük kız ve oğullarınıza izletebiliyor musunuz? Haberlerini okutabiliyor musunuz? O işkenceleri yapan alçaklara soruyorum: akşam eve döndüğünüzde başını okşamak kızınızın-oğlunuzun, o fiillerin ayıbını taşıyan ellerinizle, nasıl bir duygudur? Anlatın bize!
GENERAL AKIN ÖZTÜRK’ÜN ANLATAMADIĞI İŞKENCELER
Gözaltına alınan insanları, yasalara aykırı bir biçimde avukatlarıyla görüştürmüyorlar. İşkence altında, bu insanlara önceden hazırladıkları kâğıtları imzalatıyor, bu mizanseni sanık ifadesi veya itirafname olarak mahkemelerde kanıt olarak kabul ediyorlar. Akın Öztürk mahkeme heyetinin kendisine gördüğü işkenceyi sorması üzerine, işkencenin detaylarını vermeye utanıyor. Fakat kamuya yansıyan haberlere göre, kendisinin çırılçıplak soyulduğunu, cinsel organının ve makatının alçakça ve hayâsızca aleni şekilde teşhir edildiğini, bunun diğer tutuklu subayların ve orada bulunan tüm “resmi görevlilerin” önünde yapıldığını biliyoruz. Bu korkunç aşağılamaların ve işkencenin ardından, orada bulunan polislere, polis olmayan bazı “görevlilerin” hücum emri vererek sanıklara saldırttığını, General Akın Öztürk’ün onlarca kişiden oluşan bu işkence mangası sözde polis üniformalı alçak suçlular sürüsü tarafından saatlerce düzenli aralıklarla darp edildiğini, diğer subayların da bu saldırılardan ve tecavüzlerden payına düşeni aldığını öğreniyoruz. Ellerine geçirdikleri ve darbecilikle suçladıkları bu Türk subaylarını, üstlerini başlarını tümüyle soyup, çırılçıplak yerde otururken, yani tümüyle savunmasız ve “devletin adaletine” ve “güvenlik kuvvetlerine” teslim olmuş vaziyetteyken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Türkiye devletinin taraf olduğu uluslararası bağıt ve antlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yasalarına aykırı olarak, bu yasaları uygulamakla mükellef kolluk güçlerine bahsedilen işkenceleri ve fazlasını yaptırdılar.
Türkiye’nin Güneydoğusunda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde bugünkü rejim Türkiye tarihinin sivil yerleşim birimlerine yönelik en ağır saldırılarını yaptı, ağır silahlarla, sivil kayıplardan zerre endişe duymaksızın, sadece gizlenen PKK’lıların varlığını gerekçe göstererek mahalleri bombalayarak dümdüz etti, insanların içinde olduğu binaları yerle bir ederek büyük bir insanlık suçu işledi. Ölen insanların cesetleri günlerce o yerle bir edilen binaların enkazı altında kaldı. Sokaklarda yatan kokuşmuş ölü bedenleri almaya giden beyaz bayraklı sivillere ateş açıldı, insanların aylarca elektrik, su ve temel gıda ihtiyacı karşılanmadan yaşamak zorunda kalmasına neden olundu. Orada o alçaklıkları yaparken siz, çocuklar vardı, kadınlar, yaşlılar, bilir misiniz? Ya da bir kış günü, anneciği ile beraber ayaz ortasında küçücük 10 yaşında kız çocuğuna bas bariton ve tahakkümcü sesiyle komut vererek, önce üzerindeki paltoyu, sonra kazağı, son olarak da fanilasını soyduran alçak. Ve bu utancı bir ana ve küçük kızına yaşatan “Müslüman!” iktidarın şerefini sorguladığım memuru, bu muameleyi senin kızına yapmalarını ister miydin? Hala utanmadan CHP döneminde mütedeyyinlere yapılan – yarısı da şişirme – şehir efsanesi eziyetleri kendini acındırarak anlatan despot, Gazze değil Türkiye bu olayın yaşandığı yer. Ondan dolayı mıdır suskunluğun!
BU UYGULAMALAR, MÜNFERİT ÖRNEKLER DEĞİL
Bugün Türkiye hapishanelerinde 700’e yakın bebecik ve minik, annelerinin politik gerekçelerle hukuksuzca içeri alındığı yetmezmiş gibi, onlarla beraber ağır hapishane koşullarında, kapasitesinin iki katı mahkûmun kaldığı insanlık dışı ortamlarda, nemli izbe gri tonlar dışında renk olmayan dört duvar arasında hapiste. Güneşleri, temiz havaları, gıdaları, oyuncakları olmadan, çiçek ve kedi görmeden, kuş sesi duymadan, mis gibi yıkanmadan, bir oyun parkına gidemeden büyüyorlar. Ve bu zavallı bahtsızların sayısı her geçen gün artıyor. Bu zulme gözlerini kapatan şahsiyetsiz profesör meslektaşlarım, gazete yazarı yazar-kasa methiyeciler, Barolar Birliği, feminist örgütler, çocuk hakkı savunucuları! Neredesiniz! Her kim ki bu miniklerin dramlarını gün be gün sosyal medyada okuyup, kendi çocuğunu ya da kardeşini, ne bileyim, yeğeni veya kuzenini, ya da Schindler’in Listesi’ndeki küçük kırmızılı kızı düşünmeden iki göz yaşı dahi empati kuramıyorsa, lanet olsun sizin salt laflarda kalan değerlerinize! Önce kendinize dürüst olun! Ve cesaret! Birazcık cesaret, ne olur!
Bakın tekrar ediyorum, bu uygulamalar münferit örnekler değil. Yani birkaç tane kendini bilmez memur tarafından yapılan, istisnai bir takım kötü muamele ve işkencelerden söz etmiyoruz. Veya kazara içeri girmiş bir-iki çocuk değildir bahsedilen! Burada konu edilen – altını çiziyorum – Türkiye’de karar alıcı konumda olanların bilgileri ve hatta bizzat emirleriyle yerine getirilen sistematik işkencelerdir, kötü muamele ve hukuksuz uygulamalardır. Şimdi diyebilirler ki, nereden biliyorsun baştakilerin bu işin sorumlusu olduğunu.
Kamu yönetimi ve hukuk tekniği bakımından, eğer bu binlerce işkence ve kötü muamele vakalarında bugüne dek bir kez olsun herhangi bir idari soruşturma veya açılan bir kamu davası yoksa, bu alçak uygulamalar bir buçuk yıla yaklaşan bir süre zarfında aralıksız olarak yapılmaya devam ediyorsa, bu işi yapan “görevliler” işledikleri suçun büyüklüğüne karşın hala herhangi bir yaptırıma uğramıyor, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, hatta görevlerine devam ediyorsa, bu iş sistematiktir. Eğer içeri alınan bebeklerin sayısı her geçen gün artıyorsa, birkaç göstermelik siyasi abrakadabra dışında tıs yoksa muhalefetten, devam ediyorsa bu alçaklık, bu zulüm aralıksız olarak, bu iş sistematiktir beyler! Devletin bilgisi ve bugünkü rejimin genel politikasının bir parçası olarak, karar alıcıların direktifleri ve sorumluluğu altında yapıla gelmektedir bunlar hep. Bir defa da onurunuz lafta kalmasın, yazın, konuşun, karşı çıkın bu hukuksuzluklara!
ŞUNU BİLİN Kİ BU SUÇLAR ÖMÜR BOYU YAKANIZI BIRAKMAYACAK
Bu koşullar altında, Mehmet Barlas adlı, ismi önüne şahsiyetine dair koyacak sıfat bulamadığım işbirlikçi fırsatçı rüzgâr gülü “duayen yazar”, hafta sonu yayınladığı yazısında yarım ağızla içerideki “gazeteci arkadaşlarını” savunurmuş gibi yaparken, neden onların içerde olmaları gerektiğini anlatıyor ve bu iğrenç ve hukuksuz rejimin utanmadan sıkılmadan savunuculuğunu üstleniyor. Tüm havuz medyasını ve evcilleştirilmiş eski merkez medyayı dâhil ederek söylüyorum işte: her kim ki bu yaşanan kırımlara, kıyımlara, alçak ve hayâsız işkencelere, insanlık onurunu ayaklar altına alan berbat ve utanılası uygulamaları savunuyor, onları görmezden geliyor, her şey normalmiş gibi yaparak bu rejimin devamına hizmet ediyorsa, şunu bilsin ki, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yok!
Hangi sebeple olursa olsun, her kim ki aldığı anayasa ve yasalara aykırı emri uygulamanın ardına saklanarak kentleri bombalamış ya da bombalatmış, işkence yapmış, yaptırmış ya da buna göz yummuş, gözaltında olan devletin kutsal koruması altındaki – suçlu olsun ya da olmasın – insanların ölümüne sebep olmuşsa, işte yazıyorum buraya, bu işlediğiniz alçakça suçlarda zaman aşımı yok.
Bugün forslu makam araçlarında gezen, insanların karşılarında sus pus oldukları diktatör bozuntularına ve onun alçak, şahsiyetsiz, hukuk tanımaz çevresine sesleniyorum ki, biliniz, yaptıklarınızın, yaptırdıklarınızın, bilip de bilmezden geldiklerinizin zaman aşımı yok! Bugün yok ettiğiniz demokrasinin, hukuk devletinin, güçler ayrılığının ve bağımsız ve tarafsız yargının ilelebet devam edeceğini sananlar! Makatına cop soktuğunuz o zavallı öğretmen değil, utanç içinde aşağılayarak, izzet-i nefsini çiğneyerek katlettiğiniz! Hukuktur, ardır, ahlaktır, devlettir, devlet, bağırsakları patlayarak can veren! Uğruna mücadele edilesi hangi değer varsa bu kâinatta, onu katledenlersiniz! Fakat hiçbir eziyet, zulüm, despotluk ve faşizm baki kalmadı, kalmıyor, kalmayacak! 28 Şubatçılar da despotluklarının 1000 yıl süreceğine inanıyorlardı! Hepiniz bir gün, anayasa ve yasalar yeniden işlemeye başladığında, hukuk devleti yeniden restore edildiğinde, yani gücünüzü kaybettiğinizde, yaktığınız canların, yaptığınız hukuksuzlukların cezasını yargılanıp çekecek ve adalete er geç hesap vereceksiniz!
“İşkence suçu ömür boyu işkencecilerin yakasını bırakmayacak…”
ZAMAN AŞIMI
Türkiye’de sistematik işkence ve kötü muamele var. Dahası kanunları hiçe sayan, kontrolsüz ve keyfi yargısız infaz var. 15 Temmuz sonrasında darbeye karıştığı iddia edilen askerlere ve sivillere yapılan işkenceler artık sıklıkla haber yapılmaya başlandı. Spor salonlarında çırılçıplak soyulmuş, kafaları, yüzleri ve vücutları ağır şekilde darp edilmiş rütbeli askerlerin görüntülerini, darbe sonrası günler ve haftalarda devletin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı geçti dünyaya. Türkiye adına utanç vericidir! Öyle gizlemeye saklamaya çalışmadılar, alenen ve hiç çekinmeden fotoğraf ve video görüntülerinde subayların nasıl darp edildiğini, gördükleri işkenceler sonrası ne hale geldiklerini, kafaları sargılı, bedenleri bandajlı, gözleri morarmış, dudak ve burunları deforme olmuş yarı çıplak perişan görüntüleri hepimiz gördük. Bu görüntüler hala internette mevcut. Dahası, vicdanı olan tüm insanların beyinlerine kazındı.
İŞKENCE, SİZİN ONAY VERDİĞİNİZ REJİM TARAFINDAN YAPILIYOR
Boğaz köprüsünde yakalanan rütbeli-rütbesiz, hatta askeri okul öğrencisi üniformalı askerlerin nasıl katledildiği biliniyor. Harp Okulu öğrencisi Murat Tekin bu katledilen üniformalılardan biriydi. Ailesi onu Yalova’da eğitim kampında zannediyordu. Buradan eğitime götürüleceği söylenerek alınan ve İstanbul’un muhtelif yerlerine nakledilerek kontrollü darbe planında piyon olarak kullanılan zavallı masum askeri öğrencilerden biriydi. Linç edilerek boğazı kesildi! IŞİD’li İslamcı fanatik teröristlerin esirlerini katlettikleri metotla, hunharca, barbarca katledildi Murat Tekin. Öyle ki, ailesi günlerce nezaret ve hastanelerde onu aradıktan sonra, bir morgda buldu cansız, tarumar edilmiş bedenini. Anacığı da dâhil, önce tanıyamadılar, çünkü linç esnasında aldığı darbelerden dolayı yüzü tanınmaz haldeydi. Sonra onu tırnağından teşhis edebildiler. Otopsi raporunda da boğazının kesildiği ve bu yolla katledildiği belgelenmiş durumda. IŞİD, bugün yönetimde olan İslamcı kafa ile neden aynı ideolojik temellere sahip deniliyor, önemli göstergelerindendir bu.
Gözaltına alınan öğretmen Gökhan Açıkkollu da 13 gün boyunca İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında ağır işkencelere maruz kaldı, göğüs kafesinde aldığı darbeler sonrası kırıklar oluştu, yüzlerce kez kafasına ve yüzüne ağır darbeler aldı. Kafası duvarlara vuruldu. Eşi ve çocukları üzerinden kendisine psikolojik baskı yapıldı. Açıkkollu şeker hastasıydı. Gözaltında işkenceyle canına kıydılar. Bir başka meslektaşı, Eyüp Birinci, makatına sokulan sert bir cisim nedeniyle bağırsakları parçalandığı ve iç kanama geçirdiği için kaldırıldığı acilde öldü! Şu yapılanın barbarlık ve haysiyetsizlik seviyesini lütfen bir düşünün! İnsanlara her fırsatta ahlak dersi veren dincilerin kurduğu faşizan diktatörlükte yaşanıyor bütün bunlar. Her nutuk attığında ayet, sure referansı veren, “medeniyet” projelerinden dem vuran, Gazze ve Arakan’daki haksızlıklara ağlayan, Tahrir meydanındaki kıza üzülen ağlayan İslamcılar, neredesiniz!
Çok uzağa gitmenize gerek yok, bu yaşananlar sizin onay verdiğiniz rejim tarafından sizin ülkenizde yapılıyor! Bu mudur sizin bahsettiğiniz medeniyet?
Teslim olmuş askerlerin linç edilmesi, öldürülmesi ve ağır şekilde darp edilmesi, tutuklanmış subay ve askerlerin gözaltında bulundukları Emniyet’e ait veya devlet gözetiminde resmi binalarda bir takım “görevlilerin” emriyle ağır işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılması, tutuklanan sivillerin gözümüzün önüne getirdiğimizde bile yüzümüzün kızardığı, insan olmaktan utanır hale geldiğimiz aşağılık metotlarla işkencelere tabi tutulması, yaşanan dramların sadece bu örneklerle sınırlı olmayıp, yüzlerce, hatta binlerce örneğinin her gün çeşitli mecralarda karşımıza çıkması, yapılanların sistematik olduğunu ortaya koyuyor. Tümüyle resmi otoritenin bilgisi ve emriyle yapılan, adeta rutinleşmiş uygulamalardan söz ediyorum. Soruyorum yeniden, bu uygulamaların sorumlularını seçenlere: bu işkencelerin fotoğraflarını çocuklarınıza, torunlarınıza, küçük kız ve oğullarınıza izletebiliyor musunuz? Haberlerini okutabiliyor musunuz? O işkenceleri yapan alçaklara soruyorum: akşam eve döndüğünüzde başını okşamak kızınızın-oğlunuzun, o fiillerin ayıbını taşıyan ellerinizle, nasıl bir duygudur? Anlatın bize!
GENERAL AKIN ÖZTÜRK’ÜN ANLATAMADIĞI İŞKENCELER
Gözaltına alınan insanları, yasalara aykırı bir biçimde avukatlarıyla görüştürmüyorlar. İşkence altında, bu insanlara önceden hazırladıkları kâğıtları imzalatıyor, bu mizanseni sanık ifadesi veya itirafname olarak mahkemelerde kanıt olarak kabul ediyorlar. Akın Öztürk mahkeme heyetinin kendisine gördüğü işkenceyi sorması üzerine, işkencenin detaylarını vermeye utanıyor. Fakat kamuya yansıyan haberlere göre, kendisinin çırılçıplak soyulduğunu, cinsel organının ve makatının alçakça ve hayâsızca aleni şekilde teşhir edildiğini, bunun diğer tutuklu subayların ve orada bulunan tüm “resmi görevlilerin” önünde yapıldığını biliyoruz. Bu korkunç aşağılamaların ve işkencenin ardından, orada bulunan polislere, polis olmayan bazı “görevlilerin” hücum emri vererek sanıklara saldırttığını, General Akın Öztürk’ün onlarca kişiden oluşan bu işkence mangası sözde polis üniformalı alçak suçlular sürüsü tarafından saatlerce düzenli aralıklarla darp edildiğini, diğer subayların da bu saldırılardan ve tecavüzlerden payına düşeni aldığını öğreniyoruz. Ellerine geçirdikleri ve darbecilikle suçladıkları bu Türk subaylarını, üstlerini başlarını tümüyle soyup, çırılçıplak yerde otururken, yani tümüyle savunmasız ve “devletin adaletine” ve “güvenlik kuvvetlerine” teslim olmuş vaziyetteyken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Türkiye devletinin taraf olduğu uluslararası bağıt ve antlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yasalarına aykırı olarak, bu yasaları uygulamakla mükellef kolluk güçlerine bahsedilen işkenceleri ve fazlasını yaptırdılar.
Türkiye’nin Güneydoğusunda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde bugünkü rejim Türkiye tarihinin sivil yerleşim birimlerine yönelik en ağır saldırılarını yaptı, ağır silahlarla, sivil kayıplardan zerre endişe duymaksızın, sadece gizlenen PKK’lıların varlığını gerekçe göstererek mahalleri bombalayarak dümdüz etti, insanların içinde olduğu binaları yerle bir ederek büyük bir insanlık suçu işledi. Ölen insanların cesetleri günlerce o yerle bir edilen binaların enkazı altında kaldı. Sokaklarda yatan kokuşmuş ölü bedenleri almaya giden beyaz bayraklı sivillere ateş açıldı, insanların aylarca elektrik, su ve temel gıda ihtiyacı karşılanmadan yaşamak zorunda kalmasına neden olundu. Orada o alçaklıkları yaparken siz, çocuklar vardı, kadınlar, yaşlılar, bilir misiniz? Ya da bir kış günü, anneciği ile beraber ayaz ortasında küçücük 10 yaşında kız çocuğuna bas bariton ve tahakkümcü sesiyle komut vererek, önce üzerindeki paltoyu, sonra kazağı, son olarak da fanilasını soyduran alçak. Ve bu utancı bir ana ve küçük kızına yaşatan “Müslüman!” iktidarın şerefini sorguladığım memuru, bu muameleyi senin kızına yapmalarını ister miydin? Hala utanmadan CHP döneminde mütedeyyinlere yapılan – yarısı da şişirme – şehir efsanesi eziyetleri kendini acındırarak anlatan despot, Gazze değil Türkiye bu olayın yaşandığı yer. Ondan dolayı mıdır suskunluğun!
BU UYGULAMALAR, MÜNFERİT ÖRNEKLER DEĞİL
Bugün Türkiye hapishanelerinde 700’e yakın bebecik ve minik, annelerinin politik gerekçelerle hukuksuzca içeri alındığı yetmezmiş gibi, onlarla beraber ağır hapishane koşullarında, kapasitesinin iki katı mahkûmun kaldığı insanlık dışı ortamlarda, nemli izbe gri tonlar dışında renk olmayan dört duvar arasında hapiste. Güneşleri, temiz havaları, gıdaları, oyuncakları olmadan, çiçek ve kedi görmeden, kuş sesi duymadan, mis gibi yıkanmadan, bir oyun parkına gidemeden büyüyorlar. Ve bu zavallı bahtsızların sayısı her geçen gün artıyor. Bu zulme gözlerini kapatan şahsiyetsiz profesör meslektaşlarım, gazete yazarı yazar-kasa methiyeciler, Barolar Birliği, feminist örgütler, çocuk hakkı savunucuları! Neredesiniz! Her kim ki bu miniklerin dramlarını gün be gün sosyal medyada okuyup, kendi çocuğunu ya da kardeşini, ne bileyim, yeğeni veya kuzenini, ya da Schindler’in Listesi’ndeki küçük kırmızılı kızı düşünmeden iki göz yaşı dahi empati kuramıyorsa, lanet olsun sizin salt laflarda kalan değerlerinize! Önce kendinize dürüst olun! Ve cesaret! Birazcık cesaret, ne olur!
Bakın tekrar ediyorum, bu uygulamalar münferit örnekler değil. Yani birkaç tane kendini bilmez memur tarafından yapılan, istisnai bir takım kötü muamele ve işkencelerden söz etmiyoruz. Veya kazara içeri girmiş bir-iki çocuk değildir bahsedilen! Burada konu edilen – altını çiziyorum – Türkiye’de karar alıcı konumda olanların bilgileri ve hatta bizzat emirleriyle yerine getirilen sistematik işkencelerdir, kötü muamele ve hukuksuz uygulamalardır. Şimdi diyebilirler ki, nereden biliyorsun baştakilerin bu işin sorumlusu olduğunu.
Kamu yönetimi ve hukuk tekniği bakımından, eğer bu binlerce işkence ve kötü muamele vakalarında bugüne dek bir kez olsun herhangi bir idari soruşturma veya açılan bir kamu davası yoksa, bu alçak uygulamalar bir buçuk yıla yaklaşan bir süre zarfında aralıksız olarak yapılmaya devam ediyorsa, bu işi yapan “görevliler” işledikleri suçun büyüklüğüne karşın hala herhangi bir yaptırıma uğramıyor, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, hatta görevlerine devam ediyorsa, bu iş sistematiktir. Eğer içeri alınan bebeklerin sayısı her geçen gün artıyorsa, birkaç göstermelik siyasi abrakadabra dışında tıs yoksa muhalefetten, devam ediyorsa bu alçaklık, bu zulüm aralıksız olarak, bu iş sistematiktir beyler! Devletin bilgisi ve bugünkü rejimin genel politikasının bir parçası olarak, karar alıcıların direktifleri ve sorumluluğu altında yapıla gelmektedir bunlar hep. Bir defa da onurunuz lafta kalmasın, yazın, konuşun, karşı çıkın bu hukuksuzluklara!
ŞUNU BİLİN Kİ BU SUÇLAR ÖMÜR BOYU YAKANIZI BIRAKMAYACAK
Bu koşullar altında, Mehmet Barlas adlı, ismi önüne şahsiyetine dair koyacak sıfat bulamadığım işbirlikçi fırsatçı rüzgâr gülü “duayen yazar”, hafta sonu yayınladığı yazısında yarım ağızla içerideki “gazeteci arkadaşlarını” savunurmuş gibi yaparken, neden onların içerde olmaları gerektiğini anlatıyor ve bu iğrenç ve hukuksuz rejimin utanmadan sıkılmadan savunuculuğunu üstleniyor. Tüm havuz medyasını ve evcilleştirilmiş eski merkez medyayı dâhil ederek söylüyorum işte: her kim ki bu yaşanan kırımlara, kıyımlara, alçak ve hayâsız işkencelere, insanlık onurunu ayaklar altına alan berbat ve utanılası uygulamaları savunuyor, onları görmezden geliyor, her şey normalmiş gibi yaparak bu rejimin devamına hizmet ediyorsa, şunu bilsin ki, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yok!
Hangi sebeple olursa olsun, her kim ki aldığı anayasa ve yasalara aykırı emri uygulamanın ardına saklanarak kentleri bombalamış ya da bombalatmış, işkence yapmış, yaptırmış ya da buna göz yummuş, gözaltında olan devletin kutsal koruması altındaki – suçlu olsun ya da olmasın – insanların ölümüne sebep olmuşsa, işte yazıyorum buraya, bu işlediğiniz alçakça suçlarda zaman aşımı yok.
Bugün forslu makam araçlarında gezen, insanların karşılarında sus pus oldukları diktatör bozuntularına ve onun alçak, şahsiyetsiz, hukuk tanımaz çevresine sesleniyorum ki, biliniz, yaptıklarınızın, yaptırdıklarınızın, bilip de bilmezden geldiklerinizin zaman aşımı yok! Bugün yok ettiğiniz demokrasinin, hukuk devletinin, güçler ayrılığının ve bağımsız ve tarafsız yargının ilelebet devam edeceğini sananlar! Makatına cop soktuğunuz o zavallı öğretmen değil, utanç içinde aşağılayarak, izzet-i nefsini çiğneyerek katlettiğiniz! Hukuktur, ardır, ahlaktır, devlettir, devlet, bağırsakları patlayarak can veren! Uğruna mücadele edilesi hangi değer varsa bu kâinatta, onu katledenlersiniz! Fakat hiçbir eziyet, zulüm, despotluk ve faşizm baki kalmadı, kalmıyor, kalmayacak! 28 Şubatçılar da despotluklarının 1000 yıl süreceğine inanıyorlardı! Hepiniz bir gün, anayasa ve yasalar yeniden işlemeye başladığında, hukuk devleti yeniden restore edildiğinde, yani gücünüzü kaybettiğinizde, yaktığınız canların, yaptığınız hukuksuzlukların cezasını yargılanıp çekecek ve adalete er geç hesap vereceksiniz!
“İşkence suçu ömür boyu işkencecilerin yakasını bırakmayacak…”
ZAMAN AŞIMI
Türkiye’de sistematik işkence ve kötü muamele var. Dahası kanunları hiçe sayan, kontrolsüz ve keyfi yargısız infaz var. 15 Temmuz sonrasında darbeye karıştığı iddia edilen askerlere ve sivillere yapılan işkenceler artık sıklıkla haber yapılmaya başlandı. Spor salonlarında çırılçıplak soyulmuş, kafaları, yüzleri ve vücutları ağır şekilde darp edilmiş rütbeli askerlerin görüntülerini, darbe sonrası günler ve haftalarda devletin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı geçti dünyaya. Türkiye adına utanç vericidir! Öyle gizlemeye saklamaya çalışmadılar, alenen ve hiç çekinmeden fotoğraf ve video görüntülerinde subayların nasıl darp edildiğini, gördükleri işkenceler sonrası ne hale geldiklerini, kafaları sargılı, bedenleri bandajlı, gözleri morarmış, dudak ve burunları deforme olmuş yarı çıplak perişan görüntüleri hepimiz gördük. Bu görüntüler hala internette mevcut. Dahası, vicdanı olan tüm insanların beyinlerine kazındı.
İŞKENCE, SİZİN ONAY VERDİĞİNİZ REJİM TARAFINDAN YAPILIYOR
Boğaz köprüsünde yakalanan rütbeli-rütbesiz, hatta askeri okul öğrencisi üniformalı askerlerin nasıl katledildiği biliniyor. Harp Okulu öğrencisi Murat Tekin bu katledilen üniformalılardan biriydi. Ailesi onu Yalova’da eğitim kampında zannediyordu. Buradan eğitime götürüleceği söylenerek alınan ve İstanbul’un muhtelif yerlerine nakledilerek kontrollü darbe planında piyon olarak kullanılan zavallı masum askeri öğrencilerden biriydi. Linç edilerek boğazı kesildi! IŞİD’li İslamcı fanatik teröristlerin esirlerini katlettikleri metotla, hunharca, barbarca katledildi Murat Tekin. Öyle ki, ailesi günlerce nezaret ve hastanelerde onu aradıktan sonra, bir morgda buldu cansız, tarumar edilmiş bedenini. Anacığı da dâhil, önce tanıyamadılar, çünkü linç esnasında aldığı darbelerden dolayı yüzü tanınmaz haldeydi. Sonra onu tırnağından teşhis edebildiler. Otopsi raporunda da boğazının kesildiği ve bu yolla katledildiği belgelenmiş durumda. IŞİD, bugün yönetimde olan İslamcı kafa ile neden aynı ideolojik temellere sahip deniliyor, önemli göstergelerindendir bu.
Gözaltına alınan öğretmen Gökhan Açıkkollu da 13 gün boyunca İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında ağır işkencelere maruz kaldı, göğüs kafesinde aldığı darbeler sonrası kırıklar oluştu, yüzlerce kez kafasına ve yüzüne ağır darbeler aldı. Kafası duvarlara vuruldu. Eşi ve çocukları üzerinden kendisine psikolojik baskı yapıldı. Açıkkollu şeker hastasıydı. Gözaltında işkenceyle canına kıydılar. Bir başka meslektaşı, Eyüp Birinci, makatına sokulan sert bir cisim nedeniyle bağırsakları parçalandığı ve iç kanama geçirdiği için kaldırıldığı acilde öldü! Şu yapılanın barbarlık ve haysiyetsizlik seviyesini lütfen bir düşünün! İnsanlara her fırsatta ahlak dersi veren dincilerin kurduğu faşizan diktatörlükte yaşanıyor bütün bunlar. Her nutuk attığında ayet, sure referansı veren, “medeniyet” projelerinden dem vuran, Gazze ve Arakan’daki haksızlıklara ağlayan, Tahrir meydanındaki kıza üzülen ağlayan İslamcılar, neredesiniz!
Çok uzağa gitmenize gerek yok, bu yaşananlar sizin onay verdiğiniz rejim tarafından sizin ülkenizde yapılıyor! Bu mudur sizin bahsettiğiniz medeniyet?
Teslim olmuş askerlerin linç edilmesi, öldürülmesi ve ağır şekilde darp edilmesi, tutuklanmış subay ve askerlerin gözaltında bulundukları Emniyet’e ait veya devlet gözetiminde resmi binalarda bir takım “görevlilerin” emriyle ağır işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılması, tutuklanan sivillerin gözümüzün önüne getirdiğimizde bile yüzümüzün kızardığı, insan olmaktan utanır hale geldiğimiz aşağılık metotlarla işkencelere tabi tutulması, yaşanan dramların sadece bu örneklerle sınırlı olmayıp, yüzlerce, hatta binlerce örneğinin her gün çeşitli mecralarda karşımıza çıkması, yapılanların sistematik olduğunu ortaya koyuyor. Tümüyle resmi otoritenin bilgisi ve emriyle yapılan, adeta rutinleşmiş uygulamalardan söz ediyorum. Soruyorum yeniden, bu uygulamaların sorumlularını seçenlere: bu işkencelerin fotoğraflarını çocuklarınıza, torunlarınıza, küçük kız ve oğullarınıza izletebiliyor musunuz? Haberlerini okutabiliyor musunuz? O işkenceleri yapan alçaklara soruyorum: akşam eve döndüğünüzde başını okşamak kızınızın-oğlunuzun, o fiillerin ayıbını taşıyan ellerinizle, nasıl bir duygudur? Anlatın bize!
GENERAL AKIN ÖZTÜRK’ÜN ANLATAMADIĞI İŞKENCELER
Gözaltına alınan insanları, yasalara aykırı bir biçimde avukatlarıyla görüştürmüyorlar. İşkence altında, bu insanlara önceden hazırladıkları kâğıtları imzalatıyor, bu mizanseni sanık ifadesi veya itirafname olarak mahkemelerde kanıt olarak kabul ediyorlar. Akın Öztürk mahkeme heyetinin kendisine gördüğü işkenceyi sorması üzerine, işkencenin detaylarını vermeye utanıyor. Fakat kamuya yansıyan haberlere göre, kendisinin çırılçıplak soyulduğunu, cinsel organının ve makatının alçakça ve hayâsızca aleni şekilde teşhir edildiğini, bunun diğer tutuklu subayların ve orada bulunan tüm “resmi görevlilerin” önünde yapıldığını biliyoruz. Bu korkunç aşağılamaların ve işkencenin ardından, orada bulunan polislere, polis olmayan bazı “görevlilerin” hücum emri vererek sanıklara saldırttığını, General Akın Öztürk’ün onlarca kişiden oluşan bu işkence mangası sözde polis üniformalı alçak suçlular sürüsü tarafından saatlerce düzenli aralıklarla darp edildiğini, diğer subayların da bu saldırılardan ve tecavüzlerden payına düşeni aldığını öğreniyoruz. Ellerine geçirdikleri ve darbecilikle suçladıkları bu Türk subaylarını, üstlerini başlarını tümüyle soyup, çırılçıplak yerde otururken, yani tümüyle savunmasız ve “devletin adaletine” ve “güvenlik kuvvetlerine” teslim olmuş vaziyetteyken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Türkiye devletinin taraf olduğu uluslararası bağıt ve antlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yasalarına aykırı olarak, bu yasaları uygulamakla mükellef kolluk güçlerine bahsedilen işkenceleri ve fazlasını yaptırdılar.
Türkiye’nin Güneydoğusunda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde bugünkü rejim Türkiye tarihinin sivil yerleşim birimlerine yönelik en ağır saldırılarını yaptı, ağır silahlarla, sivil kayıplardan zerre endişe duymaksızın, sadece gizlenen PKK’lıların varlığını gerekçe göstererek mahalleri bombalayarak dümdüz etti, insanların içinde olduğu binaları yerle bir ederek büyük bir insanlık suçu işledi. Ölen insanların cesetleri günlerce o yerle bir edilen binaların enkazı altında kaldı. Sokaklarda yatan kokuşmuş ölü bedenleri almaya giden beyaz bayraklı sivillere ateş açıldı, insanların aylarca elektrik, su ve temel gıda ihtiyacı karşılanmadan yaşamak zorunda kalmasına neden olundu. Orada o alçaklıkları yaparken siz, çocuklar vardı, kadınlar, yaşlılar, bilir misiniz? Ya da bir kış günü, anneciği ile beraber ayaz ortasında küçücük 10 yaşında kız çocuğuna bas bariton ve tahakkümcü sesiyle komut vererek, önce üzerindeki paltoyu, sonra kazağı, son olarak da fanilasını soyduran alçak. Ve bu utancı bir ana ve küçük kızına yaşatan “Müslüman!” iktidarın şerefini sorguladığım memuru, bu muameleyi senin kızına yapmalarını ister miydin? Hala utanmadan CHP döneminde mütedeyyinlere yapılan – yarısı da şişirme – şehir efsanesi eziyetleri kendini acındırarak anlatan despot, Gazze değil Türkiye bu olayın yaşandığı yer. Ondan dolayı mıdır suskunluğun!
BU UYGULAMALAR, MÜNFERİT ÖRNEKLER DEĞİL
Bugün Türkiye hapishanelerinde 700’e yakın bebecik ve minik, annelerinin politik gerekçelerle hukuksuzca içeri alındığı yetmezmiş gibi, onlarla beraber ağır hapishane koşullarında, kapasitesinin iki katı mahkûmun kaldığı insanlık dışı ortamlarda, nemli izbe gri tonlar dışında renk olmayan dört duvar arasında hapiste. Güneşleri, temiz havaları, gıdaları, oyuncakları olmadan, çiçek ve kedi görmeden, kuş sesi duymadan, mis gibi yıkanmadan, bir oyun parkına gidemeden büyüyorlar. Ve bu zavallı bahtsızların sayısı her geçen gün artıyor. Bu zulme gözlerini kapatan şahsiyetsiz profesör meslektaşlarım, gazete yazarı yazar-kasa methiyeciler, Barolar Birliği, feminist örgütler, çocuk hakkı savunucuları! Neredesiniz! Her kim ki bu miniklerin dramlarını gün be gün sosyal medyada okuyup, kendi çocuğunu ya da kardeşini, ne bileyim, yeğeni veya kuzenini, ya da Schindler’in Listesi’ndeki küçük kırmızılı kızı düşünmeden iki göz yaşı dahi empati kuramıyorsa, lanet olsun sizin salt laflarda kalan değerlerinize! Önce kendinize dürüst olun! Ve cesaret! Birazcık cesaret, ne olur!
Bakın tekrar ediyorum, bu uygulamalar münferit örnekler değil. Yani birkaç tane kendini bilmez memur tarafından yapılan, istisnai bir takım kötü muamele ve işkencelerden söz etmiyoruz. Veya kazara içeri girmiş bir-iki çocuk değildir bahsedilen! Burada konu edilen – altını çiziyorum – Türkiye’de karar alıcı konumda olanların bilgileri ve hatta bizzat emirleriyle yerine getirilen sistematik işkencelerdir, kötü muamele ve hukuksuz uygulamalardır. Şimdi diyebilirler ki, nereden biliyorsun baştakilerin bu işin sorumlusu olduğunu.
Kamu yönetimi ve hukuk tekniği bakımından, eğer bu binlerce işkence ve kötü muamele vakalarında bugüne dek bir kez olsun herhangi bir idari soruşturma veya açılan bir kamu davası yoksa, bu alçak uygulamalar bir buçuk yıla yaklaşan bir süre zarfında aralıksız olarak yapılmaya devam ediyorsa, bu işi yapan “görevliler” işledikleri suçun büyüklüğüne karşın hala herhangi bir yaptırıma uğramıyor, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, hatta görevlerine devam ediyorsa, bu iş sistematiktir. Eğer içeri alınan bebeklerin sayısı her geçen gün artıyorsa, birkaç göstermelik siyasi abrakadabra dışında tıs yoksa muhalefetten, devam ediyorsa bu alçaklık, bu zulüm aralıksız olarak, bu iş sistematiktir beyler! Devletin bilgisi ve bugünkü rejimin genel politikasının bir parçası olarak, karar alıcıların direktifleri ve sorumluluğu altında yapıla gelmektedir bunlar hep. Bir defa da onurunuz lafta kalmasın, yazın, konuşun, karşı çıkın bu hukuksuzluklara!
ŞUNU BİLİN Kİ BU SUÇLAR ÖMÜR BOYU YAKANIZI BIRAKMAYACAK
Bu koşullar altında, Mehmet Barlas adlı, ismi önüne şahsiyetine dair koyacak sıfat bulamadığım işbirlikçi fırsatçı rüzgâr gülü “duayen yazar”, hafta sonu yayınladığı yazısında yarım ağızla içerideki “gazeteci arkadaşlarını” savunurmuş gibi yaparken, neden onların içerde olmaları gerektiğini anlatıyor ve bu iğrenç ve hukuksuz rejimin utanmadan sıkılmadan savunuculuğunu üstleniyor. Tüm havuz medyasını ve evcilleştirilmiş eski merkez medyayı dâhil ederek söylüyorum işte: her kim ki bu yaşanan kırımlara, kıyımlara, alçak ve hayâsız işkencelere, insanlık onurunu ayaklar altına alan berbat ve utanılası uygulamaları savunuyor, onları görmezden geliyor, her şey normalmiş gibi yaparak bu rejimin devamına hizmet ediyorsa, şunu bilsin ki, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yok!
Hangi sebeple olursa olsun, her kim ki aldığı anayasa ve yasalara aykırı emri uygulamanın ardına saklanarak kentleri bombalamış ya da bombalatmış, işkence yapmış, yaptırmış ya da buna göz yummuş, gözaltında olan devletin kutsal koruması altındaki – suçlu olsun ya da olmasın – insanların ölümüne sebep olmuşsa, işte yazıyorum buraya, bu işlediğiniz alçakça suçlarda zaman aşımı yok.
Bugün forslu makam araçlarında gezen, insanların karşılarında sus pus oldukları diktatör bozuntularına ve onun alçak, şahsiyetsiz, hukuk tanımaz çevresine sesleniyorum ki, biliniz, yaptıklarınızın, yaptırdıklarınızın, bilip de bilmezden geldiklerinizin zaman aşımı yok! Bugün yok ettiğiniz demokrasinin, hukuk devletinin, güçler ayrılığının ve bağımsız ve tarafsız yargının ilelebet devam edeceğini sananlar! Makatına cop soktuğunuz o zavallı öğretmen değil, utanç içinde aşağılayarak, izzet-i nefsini çiğneyerek katlettiğiniz! Hukuktur, ardır, ahlaktır, devlettir, devlet, bağırsakları patlayarak can veren! Uğruna mücadele edilesi hangi değer varsa bu kâinatta, onu katledenlersiniz! Fakat hiçbir eziyet, zulüm, despotluk ve faşizm baki kalmadı, kalmıyor, kalmayacak! 28 Şubatçılar da despotluklarının 1000 yıl süreceğine inanıyorlardı! Hepiniz bir gün, anayasa ve yasalar yeniden işlemeye başladığında, hukuk devleti yeniden restore edildiğinde, yani gücünüzü kaybettiğinizde, yaktığınız canların, yaptığınız hukuksuzlukların cezasını yargılanıp çekecek ve adalete er geç hesap vereceksiniz!
“İşkence suçu ömür boyu işkencecilerin yakasını bırakmayacak…”
ZAMAN AŞIMI
Türkiye’de sistematik işkence ve kötü muamele var. Dahası kanunları hiçe sayan, kontrolsüz ve keyfi yargısız infaz var. 15 Temmuz sonrasında darbeye karıştığı iddia edilen askerlere ve sivillere yapılan işkenceler artık sıklıkla haber yapılmaya başlandı. Spor salonlarında çırılçıplak soyulmuş, kafaları, yüzleri ve vücutları ağır şekilde darp edilmiş rütbeli askerlerin görüntülerini, darbe sonrası günler ve haftalarda devletin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı geçti dünyaya. Türkiye adına utanç vericidir! Öyle gizlemeye saklamaya çalışmadılar, alenen ve hiç çekinmeden fotoğraf ve video görüntülerinde subayların nasıl darp edildiğini, gördükleri işkenceler sonrası ne hale geldiklerini, kafaları sargılı, bedenleri bandajlı, gözleri morarmış, dudak ve burunları deforme olmuş yarı çıplak perişan görüntüleri hepimiz gördük. Bu görüntüler hala internette mevcut. Dahası, vicdanı olan tüm insanların beyinlerine kazındı.
İŞKENCE, SİZİN ONAY VERDİĞİNİZ REJİM TARAFINDAN YAPILIYOR
Boğaz köprüsünde yakalanan rütbeli-rütbesiz, hatta askeri okul öğrencisi üniformalı askerlerin nasıl katledildiği biliniyor. Harp Okulu öğrencisi Murat Tekin bu katledilen üniformalılardan biriydi. Ailesi onu Yalova’da eğitim kampında zannediyordu. Buradan eğitime götürüleceği söylenerek alınan ve İstanbul’un muhtelif yerlerine nakledilerek kontrollü darbe planında piyon olarak kullanılan zavallı masum askeri öğrencilerden biriydi. Linç edilerek boğazı kesildi! IŞİD’li İslamcı fanatik teröristlerin esirlerini katlettikleri metotla, hunharca, barbarca katledildi Murat Tekin. Öyle ki, ailesi günlerce nezaret ve hastanelerde onu aradıktan sonra, bir morgda buldu cansız, tarumar edilmiş bedenini. Anacığı da dâhil, önce tanıyamadılar, çünkü linç esnasında aldığı darbelerden dolayı yüzü tanınmaz haldeydi. Sonra onu tırnağından teşhis edebildiler. Otopsi raporunda da boğazının kesildiği ve bu yolla katledildiği belgelenmiş durumda. IŞİD, bugün yönetimde olan İslamcı kafa ile neden aynı ideolojik temellere sahip deniliyor, önemli göstergelerindendir bu.
Gözaltına alınan öğretmen Gökhan Açıkkollu da 13 gün boyunca İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında ağır işkencelere maruz kaldı, göğüs kafesinde aldığı darbeler sonrası kırıklar oluştu, yüzlerce kez kafasına ve yüzüne ağır darbeler aldı. Kafası duvarlara vuruldu. Eşi ve çocukları üzerinden kendisine psikolojik baskı yapıldı. Açıkkollu şeker hastasıydı. Gözaltında işkenceyle canına kıydılar. Bir başka meslektaşı, Eyüp Birinci, makatına sokulan sert bir cisim nedeniyle bağırsakları parçalandığı ve iç kanama geçirdiği için kaldırıldığı acilde öldü! Şu yapılanın barbarlık ve haysiyetsizlik seviyesini lütfen bir düşünün! İnsanlara her fırsatta ahlak dersi veren dincilerin kurduğu faşizan diktatörlükte yaşanıyor bütün bunlar. Her nutuk attığında ayet, sure referansı veren, “medeniyet” projelerinden dem vuran, Gazze ve Arakan’daki haksızlıklara ağlayan, Tahrir meydanındaki kıza üzülen ağlayan İslamcılar, neredesiniz!
Çok uzağa gitmenize gerek yok, bu yaşananlar sizin onay verdiğiniz rejim tarafından sizin ülkenizde yapılıyor! Bu mudur sizin bahsettiğiniz medeniyet?
Teslim olmuş askerlerin linç edilmesi, öldürülmesi ve ağır şekilde darp edilmesi, tutuklanmış subay ve askerlerin gözaltında bulundukları Emniyet’e ait veya devlet gözetiminde resmi binalarda bir takım “görevlilerin” emriyle ağır işkence ve kötü muamelelere maruz bırakılması, tutuklanan sivillerin gözümüzün önüne getirdiğimizde bile yüzümüzün kızardığı, insan olmaktan utanır hale geldiğimiz aşağılık metotlarla işkencelere tabi tutulması, yaşanan dramların sadece bu örneklerle sınırlı olmayıp, yüzlerce, hatta binlerce örneğinin her gün çeşitli mecralarda karşımıza çıkması, yapılanların sistematik olduğunu ortaya koyuyor. Tümüyle resmi otoritenin bilgisi ve emriyle yapılan, adeta rutinleşmiş uygulamalardan söz ediyorum. Soruyorum yeniden, bu uygulamaların sorumlularını seçenlere: bu işkencelerin fotoğraflarını çocuklarınıza, torunlarınıza, küçük kız ve oğullarınıza izletebiliyor musunuz? Haberlerini okutabiliyor musunuz? O işkenceleri yapan alçaklara soruyorum: akşam eve döndüğünüzde başını okşamak kızınızın-oğlunuzun, o fiillerin ayıbını taşıyan ellerinizle, nasıl bir duygudur? Anlatın bize!
GENERAL AKIN ÖZTÜRK’ÜN ANLATAMADIĞI İŞKENCELER
Gözaltına alınan insanları, yasalara aykırı bir biçimde avukatlarıyla görüştürmüyorlar. İşkence altında, bu insanlara önceden hazırladıkları kâğıtları imzalatıyor, bu mizanseni sanık ifadesi veya itirafname olarak mahkemelerde kanıt olarak kabul ediyorlar. Akın Öztürk mahkeme heyetinin kendisine gördüğü işkenceyi sorması üzerine, işkencenin detaylarını vermeye utanıyor. Fakat kamuya yansıyan haberlere göre, kendisinin çırılçıplak soyulduğunu, cinsel organının ve makatının alçakça ve hayâsızca aleni şekilde teşhir edildiğini, bunun diğer tutuklu subayların ve orada bulunan tüm “resmi görevlilerin” önünde yapıldığını biliyoruz. Bu korkunç aşağılamaların ve işkencenin ardından, orada bulunan polislere, polis olmayan bazı “görevlilerin” hücum emri vererek sanıklara saldırttığını, General Akın Öztürk’ün onlarca kişiden oluşan bu işkence mangası sözde polis üniformalı alçak suçlular sürüsü tarafından saatlerce düzenli aralıklarla darp edildiğini, diğer subayların da bu saldırılardan ve tecavüzlerden payına düşeni aldığını öğreniyoruz. Ellerine geçirdikleri ve darbecilikle suçladıkları bu Türk subaylarını, üstlerini başlarını tümüyle soyup, çırılçıplak yerde otururken, yani tümüyle savunmasız ve “devletin adaletine” ve “güvenlik kuvvetlerine” teslim olmuş vaziyetteyken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, Türkiye devletinin taraf olduğu uluslararası bağıt ve antlaşmalar ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yasalarına aykırı olarak, bu yasaları uygulamakla mükellef kolluk güçlerine bahsedilen işkenceleri ve fazlasını yaptırdılar.
Türkiye’nin Güneydoğusunda, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde bugünkü rejim Türkiye tarihinin sivil yerleşim birimlerine yönelik en ağır saldırılarını yaptı, ağır silahlarla, sivil kayıplardan zerre endişe duymaksızın, sadece gizlenen PKK’lıların varlığını gerekçe göstererek mahalleri bombalayarak dümdüz etti, insanların içinde olduğu binaları yerle bir ederek büyük bir insanlık suçu işledi. Ölen insanların cesetleri günlerce o yerle bir edilen binaların enkazı altında kaldı. Sokaklarda yatan kokuşmuş ölü bedenleri almaya giden beyaz bayraklı sivillere ateş açıldı, insanların aylarca elektrik, su ve temel gıda ihtiyacı karşılanmadan yaşamak zorunda kalmasına neden olundu. Orada o alçaklıkları yaparken siz, çocuklar vardı, kadınlar, yaşlılar, bilir misiniz? Ya da bir kış günü, anneciği ile beraber ayaz ortasında küçücük 10 yaşında kız çocuğuna bas bariton ve tahakkümcü sesiyle komut vererek, önce üzerindeki paltoyu, sonra kazağı, son olarak da fanilasını soyduran alçak. Ve bu utancı bir ana ve küçük kızına yaşatan “Müslüman!” iktidarın şerefini sorguladığım memuru, bu muameleyi senin kızına yapmalarını ister miydin? Hala utanmadan CHP döneminde mütedeyyinlere yapılan – yarısı da şişirme – şehir efsanesi eziyetleri kendini acındırarak anlatan despot, Gazze değil Türkiye bu olayın yaşandığı yer. Ondan dolayı mıdır suskunluğun!
BU UYGULAMALAR, MÜNFERİT ÖRNEKLER DEĞİL
Bugün Türkiye hapishanelerinde 700’e yakın bebecik ve minik, annelerinin politik gerekçelerle hukuksuzca içeri alındığı yetmezmiş gibi, onlarla beraber ağır hapishane koşullarında, kapasitesinin iki katı mahkûmun kaldığı insanlık dışı ortamlarda, nemli izbe gri tonlar dışında renk olmayan dört duvar arasında hapiste. Güneşleri, temiz havaları, gıdaları, oyuncakları olmadan, çiçek ve kedi görmeden, kuş sesi duymadan, mis gibi yıkanmadan, bir oyun parkına gidemeden büyüyorlar. Ve bu zavallı bahtsızların sayısı her geçen gün artıyor. Bu zulme gözlerini kapatan şahsiyetsiz profesör meslektaşlarım, gazete yazarı yazar-kasa methiyeciler, Barolar Birliği, feminist örgütler, çocuk hakkı savunucuları! Neredesiniz! Her kim ki bu miniklerin dramlarını gün be gün sosyal medyada okuyup, kendi çocuğunu ya da kardeşini, ne bileyim, yeğeni veya kuzenini, ya da Schindler’in Listesi’ndeki küçük kırmızılı kızı düşünmeden iki göz yaşı dahi empati kuramıyorsa, lanet olsun sizin salt laflarda kalan değerlerinize! Önce kendinize dürüst olun! Ve cesaret! Birazcık cesaret, ne olur!
Bakın tekrar ediyorum, bu uygulamalar münferit örnekler değil. Yani birkaç tane kendini bilmez memur tarafından yapılan, istisnai bir takım kötü muamele ve işkencelerden söz etmiyoruz. Veya kazara içeri girmiş bir-iki çocuk değildir bahsedilen! Burada konu edilen – altını çiziyorum – Türkiye’de karar alıcı konumda olanların bilgileri ve hatta bizzat emirleriyle yerine getirilen sistematik işkencelerdir, kötü muamele ve hukuksuz uygulamalardır. Şimdi diyebilirler ki, nereden biliyorsun baştakilerin bu işin sorumlusu olduğunu.
Kamu yönetimi ve hukuk tekniği bakımından, eğer bu binlerce işkence ve kötü muamele vakalarında bugüne dek bir kez olsun herhangi bir idari soruşturma veya açılan bir kamu davası yoksa, bu alçak uygulamalar bir buçuk yıla yaklaşan bir süre zarfında aralıksız olarak yapılmaya devam ediyorsa, bu işi yapan “görevliler” işledikleri suçun büyüklüğüne karşın hala herhangi bir yaptırıma uğramıyor, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor, hatta görevlerine devam ediyorsa, bu iş sistematiktir. Eğer içeri alınan bebeklerin sayısı her geçen gün artıyorsa, birkaç göstermelik siyasi abrakadabra dışında tıs yoksa muhalefetten, devam ediyorsa bu alçaklık, bu zulüm aralıksız olarak, bu iş sistematiktir beyler! Devletin bilgisi ve bugünkü rejimin genel politikasının bir parçası olarak, karar alıcıların direktifleri ve sorumluluğu altında yapıla gelmektedir bunlar hep. Bir defa da onurunuz lafta kalmasın, yazın, konuşun, karşı çıkın bu hukuksuzluklara!
ŞUNU BİLİN Kİ BU SUÇLAR ÖMÜR BOYU YAKANIZI BIRAKMAYACAK
Bu koşullar altında, Mehmet Barlas adlı, ismi önüne şahsiyetine dair koyacak sıfat bulamadığım işbirlikçi fırsatçı rüzgâr gülü “duayen yazar”, hafta sonu yayınladığı yazısında yarım ağızla içerideki “gazeteci arkadaşlarını” savunurmuş gibi yaparken, neden onların içerde olmaları gerektiğini anlatıyor ve bu iğrenç ve hukuksuz rejimin utanmadan sıkılmadan savunuculuğunu üstleniyor. Tüm havuz medyasını ve evcilleştirilmiş eski merkez medyayı dâhil ederek söylüyorum işte: her kim ki bu yaşanan kırımlara, kıyımlara, alçak ve hayâsız işkencelere, insanlık onurunu ayaklar altına alan berbat ve utanılası uygulamaları savunuyor, onları görmezden geliyor, her şey normalmiş gibi yaparak bu rejimin devamına hizmet ediyorsa, şunu bilsin ki, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yok!
Hangi sebeple olursa olsun, her kim ki aldığı anayasa ve yasalara aykırı emri uygulamanın ardına saklanarak kentleri bombalamış ya da bombalatmış, işkence yapmış, yaptırmış ya da buna göz yummuş, gözaltında olan devletin kutsal koruması altındaki – suçlu olsun ya da olmasın – insanların ölümüne sebep olmuşsa, işte yazıyorum buraya, bu işlediğiniz alçakça suçlarda zaman aşımı yok.
Bugün forslu makam araçlarında gezen, insanların karşılarında sus pus oldukları diktatör bozuntularına ve onun alçak, şahsiyetsiz, hukuk tanımaz çevresine sesleniyorum ki, biliniz, yaptıklarınızın, yaptırdıklarınızın, bilip de bilmezden geldiklerinizin zaman aşımı yok! Bugün yok ettiğiniz demokrasinin, hukuk devletinin, güçler ayrılığının ve bağımsız ve tarafsız yargının ilelebet devam edeceğini sananlar! Makatına cop soktuğunuz o zavallı öğretmen değil, utanç içinde aşağılayarak, izzet-i nefsini çiğneyerek katlettiğiniz! Hukuktur, ardır, ahlaktır, devlettir, devlet, bağırsakları patlayarak can veren! Uğruna mücadele edilesi hangi değer varsa bu kâinatta, onu katledenlersiniz! Fakat hiçbir eziyet, zulüm, despotluk ve faşizm baki kalmadı, kalmıyor, kalmayacak! 28 Şubatçılar da despotluklarının 1000 yıl süreceğine inanıyorlardı! Hepiniz bir gün, anayasa ve yasalar yeniden işlemeye başladığında, hukuk devleti yeniden restore edildiğinde, yani gücünüzü kaybettiğinizde, yaktığınız canların, yaptığınız hukuksuzlukların cezasını yargılanıp çekecek ve adalete er geç hesap vereceksiniz!