Musa Senih, Hizmet Hareketi mensuplarının dünyanın dört bir tarafına dağılarak cebri hicret etmelerinin, Asrı Saadet’e bakan yönlerini örneklerle ele aldı. İşte Senih’in Aktifhaber için kaleme aldığı “Tarihi Tekerrürler ve Asrımız” başlıklı o yazı…
Tarihi Tekerrürler ve Asrımız
İyi bir Kur’an kültürü ve siyer felsefesi rehberliğinde kıyamete kadar olacak her şeyi Asrı Saadet’te mikro planda görebilmek mümkündür. Bu açıdan Ümmet-i Muhammed, gelişen hâdiseler ve değişen şartların getirdiği yeni mesele ve problemlerin çözüm yollarını o asra müracaat ile bulabilir.
Selef-i Salihin de kendi asırlarında bunu yapmış ve kendi çağlarında yaşayan insanları Asr-ı Saadet ‘menhel-i azb-i mevrûd’undan kana kana içirmişlerdir.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki tarihî hâdiseler aynıyla değil, misliyle cereyan eder. Her çağın kendine özgü karakteristik yanları olabilir. Bu yeni şartları da zonklayan şakaklar ve fikir çilesi ile analiz edip yeni sentezlere ulaşmak mümkündür.
Mesela hicret ve hicret yolculuğu esnasında meydana gelen hâdiseler, bir başka dönemde de misliyle cereyan edebilir. Günümüzde olduğu gibi.. Ve o muhteşem Muhacir-Ensar kardeşliği tekrar yaşanabilir ve yaşanıyor Allah’ın izniyle..
Habeşistan muhacirleri ve Necaşi’nin unutulmaz Ensar’lığı.. Kendisine nota veren komşu devletin baskılarına itibar etmemesi.. Necaşi’nin etrafındaki gözü yaşlı insaflı rahipler ve günümüzün hakkaniyetli Batı entelektüelleri..
Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit, onda âşina oldukları gerçeği bulmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle dediklerini işitirsin:
“İman ettik Rabbena! Bizi de hakka şahitlik edenlerle beraber yaz! Bütün isteğimiz ve umudumuz, Rabbimizin bizi hayırlı insanlar arasına dahil etmesi iken, ne diye Allah’a ve bize gelen bu hakikate iman etmeyelim ki?” (Mâide 83-84)
Bir yandan da Mekkeli müşriklerin ta oraya gelip müslümanları geri isteme gözü dönmüşlüğü ve Hz. Cafer-i Tayyâr’ın (Allah onu ebedlere denk cennetlerde uçursun) İslam’ı ve müslümanları muhteşem savunması.. Efendimiz (a.s)’ın amcaoğlundan bu beklenirdi ve hakkıyla da yaptı…
Günümüzde de cebri hicretle dünyanın dört bir yanına dağılıp eliyle, diliyle yahut kalemiyle hem İslam’ı hem de Hizmet Hareketi’ni anlatan ve savunan talihli seçilmişler..
Allah insanoğlunu mükerrem ve saygın kıldığı için Doğulu-Batılı, Kuzeyli-Güneyli ayırımı yapmaksızın dini ve milli değerlerimizi yeryüzü insanına duyurma.. Bu uğurda, değişen ve hep değişmekte olan şartları da hesaba katarak yeni yeni açılımlar yapma.. ve “Hikmet mü’minin yitiğidir, Onu nerede bulursa
kabullenip değerlendirir.” fehvasınca, gidilen yerlerdeki güzellikleri de takdir ederek ora insanlarıyla entegre olma..
Burada dikkatleri çeken önemli husus ise yapılan hicret ve hizmetlerin içine hiçbir beklenti karıştırmaksızın, onun sadece Allah için yapılması ve temel değerlerimize sıkı sıkıya bağlı kalınmasıdır.
“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek te odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü için ise onun hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti de elde etmeyi umduğu bir dünyalık veya nikâhlanmak istediği bir kadın için ise onun hicreti de hedeflediği şeyedir.” (Buhari, İman 41; Müslim, İmâre 155)
Rıza ufkunun korunması ve kalb ibresinin sürekli Allah’ı göstermesi ise, insanın iç dünyasının sıhhatine, vicdani değerleri keşfetmesine, Allah ile irtibatının kaviliği ve Sohbet-i Canan meclislerine bağlıdır.
İnsanlar evini, memleketini, vatanını terk edeceklerse, bunu çok pahalıya satmalıdırlar. Allah rızasından başka hiçbirşeye gönül vermemelidirler. Bu gaye uğruna -selefin yaptığı gibi- iç murâkabe ve muhasebe, nefsimizi sık sık sık hesaba çekme çok önemlidir.
Muhacirlerden hiçbirisi dünyevi imkanlara kavuşmak için hicret etmedi. Onlara “Artık vakit geldi, Medine’ye hicret edin!” dendi ve onlar da yola koyuldular..
Medine’li Ensar hiçbir maddi beklentiye girmeden onlara evlerini ve gönüllerini açtılar.
Muhacirlere iş imkanı sağladılar, yol-yordam öğrettiler ve her iki talihli zümre şu sena-yı ilahiye mazhar oldular:
“… O muhacirler ki Allah’ın lütfunu ve rızasını taleb etmek, Allah’ın dinine ve Resulüne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edildiler. İşte imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak onlardır. Ve Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar (Ensar ) ise, kendi beldelerine hicret eden muacirlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde hiçbir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. İşte böyle her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.”(Haşir 8-9)
Şimdi bu yeni şartlar altında dini ve milli değerlerine, evrensel dünyevi hakikatlere hizmet etmek isteyenler başbaşa vererek çok uzun vadeli planlar yapmalılar, şu an içinde bulundukları ve gelecekte kendilerine terettüp edecek ağır mükellefiyet ve sorumlulukları göğüslemek için şimdiden hazırlıklı olmalıdırlar.
Bugün de Allah bizlere yeni bir hicret yaşatıyor. Yeni muhacir ve yeni Ensar’larla tarih tekerrür ediyor. Kur’an’ın muhteşemliği bir kere daha anlaşılıyor. Tarihe bir kardeşlik destanı daha emanet ediliyor. Bize bunu nasip eden Rabbimiz’e nihayetsiz hamd-ü senalar olsun.