TR724 yazarı Alper Ender Fırat, ‘Sınanmak’ başlıklı çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
İşte o yazı:
İnandığımız ve dilimize aldığımız her şeyle büyük bir sınava girdik.
Belki üzerinde düşünmeden, kaygısızca ettiğimiz her cümleden imtihan olduk, dilimizin söylediği sözlere ne kadar inandığımız sınandı.
Allah, dilimize pelesenk olmuş ‘Yalan dünya’ sözünü ne kadar içselleştirdiğimizi, elimizden her şeyi alarak bize gösterdi. Makamlarımızı, mallarımızı, evlerimizi, servetlerimizi elimizden aldı. Yaşarken, nefes alırken, acıyı ve tatlıyı hissederken bizi gassalın elinde bir meyyite dönüştürdü. Gözümüzden sakındığımız binalarımız, kurumlarımız, evlerimiz yitip gitti.
Yoklukla, acıyla, hapisle, sıkıntılarla sınandık.
Yusuf’un (a.s), Musa’nın (a.s), Firavun’un, Yezit’in birer menkıbe değil aksine her dönem yaşanan bir hakikat olduğunu gördük ama asıl imtihanı Yusuf gibi zindana atılırken değil, ‘Süfyan ve şakirtleri’ tarafından üzerimize atılan iftiralar, yalanlar, şerefsiz ithamlara direnirken yaşadık.
İyice anladık ki ‘İnandık’ demekle her şey hallolmuyormuş. İnandığımız şeylerin; yalanlarla, iftiralarla, münafıklığın her türlü fitnesiyle baş etmesi, her gün her dakika iftira tazyikine direnmesi gerekiyormuş.
Anladık ki ‘İnandık’ demek yetmiyormuş.
Çocuklarımızla, kardeşlerimizle, anne-babamızla, en yakın akrabalarımızla imtihan edildik. ‘Mahşer’de kimse kimseyi tanımayacak herkes kendini kurtarmaya bakacak sözünün nasıl bir gerçeklik taşıdığını bizzat müşahade ettik. En yakın arkadaşların nasıl yüz çevirdiğini, 40 yıllık arkadaşlıkların sahte ve yapaylığını, yalan olmanın ne acı bir şey olduğunu yaşayarak gördük
Daha önce hiç böyle sınanmamıştık…
Allah, her gün defalarca tekrar ettiğimiz “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden medet umarız” sözüne ne kadar inandığımızı, sorguladı. Firavunlara boyun eğip onlardan mı medet umacaktık yoksa her gün dilimizle söylediğimizin hakkını mı verecektik?
Meğer ağızdan kolaylıkla çıkan bu söz ne kadar zor, ne kadar ağır bir imtihanmış…
Sadece biz değil onlar da sınandı. Ama onlar her sınavdan bir şeylerini bırakarak çıktılar. Başörtülü bacılarını bıraktılar önce. Yaşlı-genç, çocuklu-çocuksuz-hamile demeden on binlerce mümin kadını hapsettiler de kimse dönüp bu ne kepazelik diye sormadı. Bu kadınları zindanlara atanlara bir kere nerede bizim inandığımız şeyler diye soran olmadı. Piri fani hacı amcalara kelepçe taktılar, yüzlerce bebeği hapis ettiler de ‘ne oluyoruz, biz böyle bir Türkiye için mi bunca yıl mücadele ettik’ diyen çıkmadı.
Yıllar boyu Filistin’le yatıp Filistin’le kalkanlar Mavi Marmara haraç mezat satılırken yeni konsept gereği sadece sustu.
Daha da önemlisi Ergenekon’un yapmak istediği her şey yeşil bir urba giyenler tarafından bir bir hayata geçirildi, Türkiye 1940’lı yılların ceberrut devletine yeniden dönüştürüldü.
Allah bunların önlerine bir iktidar nimeti koydu. Bunun için nelerden vazgeçebileceklerini sınadı. Gördük ki vazgeçmeyecekleri hiçbir şey yokmuş. Zalim, yalancı, müfteri, ilkesiz olmayı çok rahatlıkla tercih ettiler. Kendilerini bağlayacak hiçbir kanun ve etik kuralı bırakmadılar. İktidar nimetinden tepe tepe faydalanabilmek için ilkesiz oportünist bir fırıldağa döndüler.
Hayat bir imtihanmış bir kere daha anladık. Hatta hayat ağır bir imtihanmış bunu da anladık. Pek çok zaman çaresiz ve kimsesiz kalınan bir imtihan… Ama hakikati arayanların mutlaka Allah’ı bulduğu bir yolmuş bu imtihan.
İnanıyorum ki ‘asıl hesap günü’ çaresiz ve kimsesiz kalmamız için Allah bize kendisini bulacağımız bir imkan daha sundu.
Yazıklar olsun iktidar şarabıyla sarhoş olup Allah’ın ayetlerini ucuza satanlara.