“Bu fasulye bir umudu daha filizlendirdi içimde”
– Bize biraz kendinizi anlatabilir misiniz?
Dersim’den İstanbul’a 1970’lerde göç ederek yerleşmiş bir işçi ailenin çocuğuyum. Maden-İş Sendikası’nın toplantılarına, dayanışma günlerine ve mitinglerine ailemle katılarak mücadeleyle çocukluğumun ilk yıllarında tanıştım. İlkokulda, Uğur Mumcu’nun ölümünün ardından Cumhuriyet gazetesinin imza kampanyasını yürüttüğüm için müdür yardımcısına ilk ifademi vermiştim. Üniversiteye 1997 yılında başladım ve bölümü ikincilikle bitirdim. 2013’te Yrd. Doç. Dr. unvanını alıp, öğretim üyesi olarak dersler vermeye başladım.
– İhraç öncesi neler yaşadınız?
İhraç kararımda rektör Prof. Dr. Mahmut Ak’ın imzası var. Prof. Ak, seçim konuşmasına geldiğinde, “İkinci olursanız, istifa edecek misiniz?” diye sormuştum. Öğrenci dostu ve mesleğine adeta tapan bir akademisyen olarak sadece üniversite kürsülerinde görev yapmadım. Toplumsal sorumluluğumun da bilincinde oldum.
– Mesleğinizden koparılmış olmanın üzüntüsünü nasıl yendiniz?
Hakkımızdaki iddiaların ne kadar ağır olduğunu söylemeye bile gerek yok. Kendi ülkende “vatan haini” ilan edilmek, insana neler hissettiriyor olabilir ki… Ailemize bu acıyı yaşatan bu anlayışın bir gün sonunun geleceğini bilerek, ihracım sonrası zona olan annemin yaşadığı travmayı, babamın bir kenarda sessizce düşüncelere dalmasını, kardeşlerimin “bu da geçecek” sözlerini bir kenara koyuyorum. Bölüm öğretim üyelerinin, ihracım sonrası keşke bir bildiri yayınlayıp, “Kabul etmiyoruz” bunu demesini beklerken, bölüm başkanın iktidara ve yönetime tutunmak için sarf ettiği çabaları görmekten utanç duydum. Ama şu anda, tüm diğer fakültelerde teslim olmayan akademisyenler için örülmeye başlanan, TMMOB Jeofizik Mühendisleri yönetimi, üniversite ve emekli meslektaşlarımın birlikte bir dayanışma fonunu gördüğümde de o kadar sevindim ki….
– Kuru fasulye ve nohut satmaya nasıl karar verdiniz?
Kamusal alan yasak evet ama SGK kaydı yapılmaması için konulan engellemeler de özeli yasaklıyor. Yani kısaca deniliyor ki “Açlığa, sefalete mahkûmsun”, “sürünmeli hatta ölmelisin.” İhraç edilen birçok memur farklı işler yaparak, ayakta kalmaya ve hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bende “bir eylem biçimi” hatta dayanışma örneği olarak eniştemin babasının kendi ektiği ilaçsız kuru fasulyeyi satabilir miyim diye düşündüm. Konya’dan gelen ürünü satabilmek için sosyal medyada bir yazı yazdım. Kuru fasulye satacaksam, ne sattığımı bilmek, türlerini, standartlarını, saklanma koşullarını öğrenmek için yayınlar okumaya başladım. İlk başından beri iyiki KESK’li hatta iyi ki Eğitim Sen’liyim dedim. Elde edeceğim geliri ihtiyacı olan arkadaşlarımla paylaşacağım.
FASULYENİN FİLİZİ
– İnsanlar nasıl tepki veriyor?
Fasulye deyip geçmemek gerek, bu fasulye bir umudu daha filizlendirdi içimde, yeni insanlar tanıdım memleketin dört bir yanından. Günlerimin nasıl geçtiğini soranlar mı dersin, telefonda durumu içine sindiremeyen emekli öğretmenler mi? 5 kiloluk fasulye paketleriyle kapı kapı dolaşırken girdiğim her sıcak yuvanın mutluluğu, çay, kahve ya da yemek ikramları… Bir de köpeğim Alberta’nın hep yanımda olduğunu ve satışa bile beraber gittiğimizi söylemeden edemeyeceğim. Telefonla görüştüğüm, mesajlaştığım kişiler genelde, utanarak, ‘fasulye için aramıştım, acaba doğru mu?..’ diye soruyor. Ama emin olun, memleketin her yerinden arayan dostların tepkileri değil de cesareti bu ülkenin asla kararmayacağının, özgürlüğün ve demokrasinin yakın olduğunun en temel göstergesi bence. Kuru fasulye, yerini nohut veya mercimeğe bırakabilir ama bu dayanışma ağı bir kere örüldü mü? Hele bir de bir bilimsel yayınla taçlanırsa, değmeyin keyfime….
– Son olarak, Türkiye’yi üç kelime ile özetleyebilir misiniz?
Yönetenler açısında, ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum’. Yönetilenler açısından ise ‘görüyor, duyuyor ve haykırıyoruz’ sözleri olurdu. Demokratik olmayan her iktidar kendi sonunun hazırlar, bu son asla iyi olmaz.
“Bu fasulye bir umudu daha filizlendirdi içimde”
– Bize biraz kendinizi anlatabilir misiniz?
Dersim’den İstanbul’a 1970’lerde göç ederek yerleşmiş bir işçi ailenin çocuğuyum. Maden-İş Sendikası’nın toplantılarına, dayanışma günlerine ve mitinglerine ailemle katılarak mücadeleyle çocukluğumun ilk yıllarında tanıştım. İlkokulda, Uğur Mumcu’nun ölümünün ardından Cumhuriyet gazetesinin imza kampanyasını yürüttüğüm için müdür yardımcısına ilk ifademi vermiştim. Üniversiteye 1997 yılında başladım ve bölümü ikincilikle bitirdim. 2013’te Yrd. Doç. Dr. unvanını alıp, öğretim üyesi olarak dersler vermeye başladım.
– İhraç öncesi neler yaşadınız?
İhraç kararımda rektör Prof. Dr. Mahmut Ak’ın imzası var. Prof. Ak, seçim konuşmasına geldiğinde, “İkinci olursanız, istifa edecek misiniz?” diye sormuştum. Öğrenci dostu ve mesleğine adeta tapan bir akademisyen olarak sadece üniversite kürsülerinde görev yapmadım. Toplumsal sorumluluğumun da bilincinde oldum.
– Mesleğinizden koparılmış olmanın üzüntüsünü nasıl yendiniz?
Hakkımızdaki iddiaların ne kadar ağır olduğunu söylemeye bile gerek yok. Kendi ülkende “vatan haini” ilan edilmek, insana neler hissettiriyor olabilir ki… Ailemize bu acıyı yaşatan bu anlayışın bir gün sonunun geleceğini bilerek, ihracım sonrası zona olan annemin yaşadığı travmayı, babamın bir kenarda sessizce düşüncelere dalmasını, kardeşlerimin “bu da geçecek” sözlerini bir kenara koyuyorum. Bölüm öğretim üyelerinin, ihracım sonrası keşke bir bildiri yayınlayıp, “Kabul etmiyoruz” bunu demesini beklerken, bölüm başkanın iktidara ve yönetime tutunmak için sarf ettiği çabaları görmekten utanç duydum. Ama şu anda, tüm diğer fakültelerde teslim olmayan akademisyenler için örülmeye başlanan, TMMOB Jeofizik Mühendisleri yönetimi, üniversite ve emekli meslektaşlarımın birlikte bir dayanışma fonunu gördüğümde de o kadar sevindim ki….
– Kuru fasulye ve nohut satmaya nasıl karar verdiniz?
Kamusal alan yasak evet ama SGK kaydı yapılmaması için konulan engellemeler de özeli yasaklıyor. Yani kısaca deniliyor ki “Açlığa, sefalete mahkûmsun”, “sürünmeli hatta ölmelisin.” İhraç edilen birçok memur farklı işler yaparak, ayakta kalmaya ve hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bende “bir eylem biçimi” hatta dayanışma örneği olarak eniştemin babasının kendi ektiği ilaçsız kuru fasulyeyi satabilir miyim diye düşündüm. Konya’dan gelen ürünü satabilmek için sosyal medyada bir yazı yazdım. Kuru fasulye satacaksam, ne sattığımı bilmek, türlerini, standartlarını, saklanma koşullarını öğrenmek için yayınlar okumaya başladım. İlk başından beri iyiki KESK’li hatta iyi ki Eğitim Sen’liyim dedim. Elde edeceğim geliri ihtiyacı olan arkadaşlarımla paylaşacağım.
FASULYENİN FİLİZİ
– İnsanlar nasıl tepki veriyor?
Fasulye deyip geçmemek gerek, bu fasulye bir umudu daha filizlendirdi içimde, yeni insanlar tanıdım memleketin dört bir yanından. Günlerimin nasıl geçtiğini soranlar mı dersin, telefonda durumu içine sindiremeyen emekli öğretmenler mi? 5 kiloluk fasulye paketleriyle kapı kapı dolaşırken girdiğim her sıcak yuvanın mutluluğu, çay, kahve ya da yemek ikramları… Bir de köpeğim Alberta’nın hep yanımda olduğunu ve satışa bile beraber gittiğimizi söylemeden edemeyeceğim. Telefonla görüştüğüm, mesajlaştığım kişiler genelde, utanarak, ‘fasulye için aramıştım, acaba doğru mu?..’ diye soruyor. Ama emin olun, memleketin her yerinden arayan dostların tepkileri değil de cesareti bu ülkenin asla kararmayacağının, özgürlüğün ve demokrasinin yakın olduğunun en temel göstergesi bence. Kuru fasulye, yerini nohut veya mercimeğe bırakabilir ama bu dayanışma ağı bir kere örüldü mü? Hele bir de bir bilimsel yayınla taçlanırsa, değmeyin keyfime….
– Son olarak, Türkiye’yi üç kelime ile özetleyebilir misiniz?
Yönetenler açısında, ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum’. Yönetilenler açısından ise ‘görüyor, duyuyor ve haykırıyoruz’ sözleri olurdu. Demokratik olmayan her iktidar kendi sonunun hazırlar, bu son asla iyi olmaz.