Gezi protestolarını finanse etmek ve hükümeti yıkmaya teşebbüsle suçlanan ve iki yılı aşkın süredir tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala, “Bu işin daha çok uzayacağını tahmin etmiyorum” dedi.
Silivri Cezaevi’nde bulunan Kavala’nın 24 Aralık’ta dördüncü duruşması görülecek. Bu hafta Kavala’nın “siyasi nedenlerle” ve “insan hakları savunucularını susturmak” amacıyla tutuklandığı sonucuna varan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Ankara’ya Kavala’nın “derhal serbest bırakılması” çağrısında bulundu.
DW Türkçe’den Beril Eski, AİHM kararı açıklanmadan önce Kavala ile Silivri Cezaevi’nde yüz yüze görüşerek hakkındaki suçlamaları, cezaevindeki hayatını ve sivil toplum çalışmalarını konuştu. Röportajda kullanılan Gezi dönemi fotoğrafları ise Osman Kavala’nın kendi kadrajından…
“Davanın seyriyle ilgili değerlendirmeniz nedir? sorusuna Kavala şu yanıtı verdi:
“Benim ve diğer suçlananların beraat edeceklerinden şüphem yok. Gezi protestolarının hükümeti yıkmak için dış güçlerce planlanmış, finanse edilmiş ve benim lideri olduğum gizli bir yapı tarafından yönetilmiş olduğu son derece mantık dışı bir iddia, dolayısıyla iddianamede de suçlamalara dayanak olabilecek hiçbir delil mevcut değil. Bu nedenle davanın sonucu ile ilgili endişeli değilim. Ancak, tutuklanmam fiili bir cezaya dönüşmüş durumunda. Tutuklama için kesin delil gerekmez şeklinde bir akıl yürütmeyle tahliye taleplerim reddediliyor. Üç milyonu aşkın insanın katıldığı Gezi protestolarıyla ilgili bir tek ben tutukluyum. Sadece bu durum dahi yapılanın ne kadar mantıksız olduğunu gösteriyor. 16 ay iddianamenin hazırlanmasını bekledim, dava başladıktan sonra üç defa mahkeme heyetinin başkanı değişti. Bunlar, bana tutukluluğumu uzatmak için yapılmış gibi görünüyor. Ama bu işin daha çok uzayacağını tahmin etmiyorum.
“Ben de sorumluluk sahibi birçok İstanbullu gibi Gezi Parkı’nda inşaat yapılmasına, parkın park olmaktan çıkarılmasına karşı çıktım, bunun yanlış bir karar olduğunu anlatmaya gayret ettim” diyen Kavala, devamlara şunları anlattı:
“Böyle davranmak için benim özel bir nedenim de var, orası çocukluğumdan beri aşina olduğum, çok sevdiğim, bana huzur veren bir mekan. Her sınıftan, her çevreden insanın da bu parktan faydalandığını çok iyi biliyorum. Çalışma ofisim de Gezi Parkı’na adeta bitişik olduğu için protestolar sırasında da sık sık oraya gittim, Gezi ile ilgili ortaya çıkan enerjinin hak savunuculuğu yapan sivil girişimlerin ve yerel demokrasinin güçlenmesine nasıl katkı yapabileceğine dair değerlendirme toplantılarına da katıldım. Hükümet temsilcileriyle diyalog yürütülmesi konusunda da çabam oldu. Ancak gösterilerin organizasyonuna yönelik bir faaliyette bulunmadım, bu faaliyetler için maddi katkı da sağlamış değilim. Kimse de benden bunun için maddi destek talebinde bulunmadı”
O röportajın bir kısmı şöyle:
Cezaevinde hayatınız nasıl geçiyor?
Fiziksel şartlardan fazla şikayetim yok, temel ihtiyaçların karşılanmasında aksaklık olmuyor. Hayatımı dolduran, renklendiren ana faaliyet okumak. Sağ olsun eşim her hafta ziyaretime geldiğinde kitap getiriyor. Günlük gazete dağıtımı oluyor, yurtta ve dünyadaki gelişmeleri televizyondan da izleyebiliyorum.
Tek başınıza mı kalıyorsunuz?
Tek kişilik odada kalıyorum ama avlumu komşu odamda kalanla paylaşıyorum. Aslında odamda tek başıma kaldığım da tam söylenemez, bir muhabbet kuşum vardı. Hastalandığı için ayrılmak zorunda kaldık. Baharda serçeler avlunun üzerinde önceden yapılmış olan yuvalara yerleşiyorlar, avlumuz canlanıyor. Birkaç yavru uçmayı öğrenirken aşağı düştü, bir tanesini maalesef yaşatamadık. Muhabbet kuşum da, tek başına çok sıkıldığından onu görünce hemen sahiplenmişti, kafasını okşamaya çalışıyordu. Şimdi avlu sessiz. Odama marullarla gelen iki küçük salyangozu besliyorum, onların da malum sesleri çıkmıyor.
Cezaevinde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kitap okumak, özellikle edebiyat eserlerini okumak, başıma gelenle kafamı fazla meşgul etmememe imkanı veriyor. Cezaevinde olduğunuz için dışarıdaki olayların üzerinizdeki etkisi, deyim yerindeyse, filtreden geçirilmiş hale geliyor. Olayların seyrini etkileyebilmek elinizde olmasa dahi, bazen olumsuz gelişmeleri önlemek için yeterli çabayı harcamadığınızı, bazı şeyleri eksik ya da yanlış yaptığınızı düşündüğünüz olur; bu sizin vicdanınızı rahatsız eder. Cezaevinde, doğal olarak böyle bir telaş, bir huzursuzluk hissetmiyorsunuz, zira yapabileceğiniz bir şey yok. Bir taraftan hayatınızdan ayların, yılların çalındığını düşünüyorsunuz, bu tedirginlik veriyor. Öbür taraftan da bu durum sizi önünüzdeki aktif yaşayabileceğiniz süreyi nasıl daha iyi değerlendireceğinize dair düşünmeye zorluyor. İster istemez hayatınızın muhasebesini yapmak mecburiyetini hissediyorsunuz.
Size cezaevinde en zor gelen ne oldu?
Cezaevinde 16 ay iddianamenin hazırlanmasını beklemek tedirgin ediciydi. Tam ne ile suçlandığınızı bilmiyorsunuz. İddianame hazırlandıktan sonra suçlamalar ile deliller, edimler arasındaki kopukluklar da ortaya çıkmış oldu. Bu durumda ilk ya da ikinci celsede tahliye edilmeyi bekliyordum. Mahkemenin tutuklama kararında ısrar etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, başkanı ve beş üyesinin lehte oy kullanmasına rağmen, tutukluluğumda hak ihlali olmadığı yönünde kararı adalete olan güvenimi epey zedeledi… Bir de şu kelepçe takma meselesi var. Bir odaya kapatılmaktan çok daha ağır bir işlem, zira vücudunuza bir müdahale. Sağlık sorunları olduğunda hastaneye kelepçeli götürülmek, orada kelepçeli halde dolaştırılmak oldukça ağır geliyor, ciddi rahatsızlığım olmasın diye dua ediyorum…