Türk siyaseti, AKP lideri Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ani şekilde patlak veren ‘F..TÖ’ tartışmalarıyla alevlenirken, politik kavganın ardından ekonomik hesaplaşma da gündeme geldi.
Ahval’den Can Teoman’ın analizi şöyle;
AKP ve CHP arasında daha önce geniş ölçekli çatışmalara neden olan ülkenin en büyük özel bankası konumundaki İş Bankası’nın devlete devredilmesine ilişkin yasa taslağı hazırlandı. Ajanslara yansıyan bilgilere göre Erdoğan, uzun süredir üzerinde durduğu devir konusuna ilişkin yasanın Meclis’e gelmesine ‘olur’ verdi ve böylece bankadaki CHP hisselerinin Hazine’ye geçmesine yeşil ışık yaktı.
Cumhuriyet döneminde kurulan ilk Türk bankası olan İş Bankası’nda, ülkenin kurucu lideri Atatürk’ün sahibi olduğu yüzde 28.09’luk hisseler vasiyet gereği Türk Dil ve Tarih Kurumu’na bırakılırken, CHP de bu hisseler aracılığıyla banka yönetiminde temsil ediliyor.
Erdoğan’ın istediği devir işlemi bu hisseleri kapsıyor. Banka’nın diğer hissedarları arasında yüzde 39.95 oranında İş Bankası mensuplarına ait vakıf bulunurken, sermayenin yüzde 31.96’sını oluşturan paylar da Borsa İstanbul’da işlem görüyor. Atatürk hisselerinin kamuya devrinin ardından İş Bankası Mensupları’na ait payların da kamu tarafından satın alınma yoluyla sahiplenilmesi geçtiğimiz dönemde gündeme gelen konular arasındaydı.
Diğer taraftan henüz konu netlik kazanmasa da Hazine’ye devredilen hisselerin, diğer kamu bankalarında olduğu gibi, daha sonra doğrudan Erdoğan yönetimindeki Türkiye Varlık Fonu’na aktarılması bekleniyor.
Söz konusu işlemin gerçekleşmesi halinde ise 1980’lerden beri ekonomide özelleştirme ve liberalizasyon süreci işleten Türkiye’nin, son dönemde görülen ‘Devletçiliğe ve kontrollü ekonomiye geri dönüş’ sinyalleri pekişmiş olacak. Çünkü bu, sadece Türkiye’nin en büyük özel sektör bankasının yönetimine devlet, daha doğrusu Saray tarafından temsilciler sokulmasının ötesinde rakamsal değişiklere yol açacak bir dönüşümü ifade ediyor.
Böyle bir işlemin doğuracağı sayısal sonuçlar Türk ekonomisinin bel kemiğini oluşturan bankacılık sisteminde devrim niteliğinde bir değişime yol açıyor.
Halen Ziraat, Halk, Vakıf, İller Bankası, Türkiye Kalkınma, Birleşik Fon Bankası ve Adabank olmak üzere 7 ayrı kurumla Türk bankacılık sistemin yüzde 40.7’sini kontrol eden Erdoğan yönetimi, İş Bankası’ndan gelen yüzde 11.1’lik payla birlikte sektörün bilanço büyüklüğü açısından yüzde 51.8’ine tek başına hükmedecek. Bu oluşum ayrıca Türkiye’deki banka kredilerinin yüzde 55, mevduatlarının yüzde 52 ve şube ağının da yüzde 49’unu tek başına kontrol edecek. Tabii ki Saray yönetimine kamu bankaları üzerinde hâkimiyet yetkisi veren Türkiye Varlık Fonu’nun Erdoğan dışında hiç kimseye hesap vermediğini de hatırlatmakta fayda var.
Liberal bir serbest piyasa ekonomisinde görülmedik derecede devlet kontrolü ve merkezileşme sağlayacak bu sistem, elbette ki zaten hali hazırda Merkez Bankası, BDDK ve Hazine ile birlikte hem bankacılık sektörü hem de ülke piyasalarını tamamen kontrol eden bir siyasi iktidar için önemli bir güç devşirilmesi anlamına geliyor. Ancak kamunun bu kadar hâkim olduğu bir bankacılık sistemindeki özel bankacılığın zorlaştığı da aşikâr.
Uzun süredir kamu bankalarının mevduat, sermaye ve kredilerde devlet avantajlarını kullanarak yaptıkları işlemler, Türk bankacılık sektöründe rekabet ortamını bozdu. Daha önce bu sektöre yatırım yapan Batılı bankalar arasında da rahatsızlık ve zararına da olsa piyasadan çekilme alternatifini gündeme geldi. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak parlak bir özgürleşme dönemi yaşadığı 2000’lerin ilk 10 yılında ülkede en fazla dış yatırım alan sektör konumundaki bankacılıktan çıkan uluslararası devler arasında Akbank’taki hisselerini zararına satan Citibank, Yapı Kredi’deki ortaklığını bitirmek için hisselerini elden çıkaran Unicredit sayılabilir. Ayrıca 2001 krizinden sonra piyasaya ilk giren yabancı banka olan HSBC bugünlerde Türkiye birimini kapatmak için hazırlık yapıyor.
Yabancı ve özel bankaların Türkiye’deki sıkıntıları arasında sadece kamunun yarattığı haksız rekabetle gerileyen karlılıklar değil, iktidardan gelen moral baskılar da var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Damadı Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı olup sektör üzerinde en yetkili politik otorite haline gelmesinden bu yana bankacılar zorla kredi verme ve faiz oranlarını düşürme gibi konularda baskıya uğradıklarını ileri sürüyor. Ayrıca Albayrak’ın siyasi nüfuzunu kullanarak birçok üst düzey bankacıyı sermayedarlar aracılığıyla görevden aldırdığı da sektörde sıkça dile getirilen şikâyetler arasında.
Son olarak iktidarın kontrolündeki Rekabet Kurumu tarafından 20’den fazla bankaya açılan soruşturma, bankacılık kanunda Türkiye Varlık Fonu’na açılacak kredilere ilişkin tüm kredi sınırlamalarının kaldırılması, tanımı bile henüz yapılmamış bir manipülasyon kavramıyla bankacıları hapse atma tehdidi ve kurumların en büyük gelir kalemleri arasında bulunan ücret ve komisyonlara Merkez Bankası tarafından zoraki limitler getirilmesi Türkiye’de bankacılığı zorlaştıran etkenler olarak ortaya çıkıyor. Tüm bunların üzerine İş Bankası hisselerinin kamuya devri ile birlikte sektörde Erdoğan’ın tek söz sahibi isim haline geleceği de rahatlıkla anlaşılıyor.
Kaynak: Ahval