Yazıya başlarken seçimlerin sonuçlarının nihayet tescil edilmiş olmasının, ülkemiz adına hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bu gelişmenin piyasalara olumlu şekilde yansıdığını görüyorum. Şimdi işimize bakalım..
Salı günü açıklanan sanayi rakamları bizleri umutlandırdı diyebilirim. Şöyle ki, dipten toparlanma başlamış gibi gözüküyor. Ancak yıllık bazda negatif seyir devam ettiği için, bu durumun büyüme rakamlarına fazla tesir edeceğini söylemem zor.
Yine de iki ay üst üste toparlanmanın devam etmesi oldukça olumlu şekilde yorumlanmalı. Dolayısıyla seminer ve konferanslarda söylediğim ve sabah raporlarında da tekrar ettiğim görüşün altını çiziyorum. İlk çeyrek büyüme rakamları beklendiği kadar olumsuz gelmez ise, bu yılın büyüme rakamı % 0-0.5 arasında bir seviyede gerçekleşebilir. Geçen yılın çeyreğindeki sert düşüş sebebiyle, bu yılın son çeyreğinde pozitif büyümeyi garantiledik. TUİK’in geçen yıla ait verileri de resmi rakamlarla revize etmesiyle beraber, IMF’nin öngördüğü % 2.5’luk daralmadan kurtulabilir diye düşünüyorum.
Eğer, hem dünyayı hem de yatırımcıları ikna edecek yeni bir hikaye ve plan ortaya koyabilirsek, Türkiye’nin ekonomik toparlanması beklenenden hızlı olabilir. Tekrardan altını çizmem gerek: Demokrasi ve Piyasa Kurallarından uzaklaşmamamız gerekiyor.
Elbette, Türkiye Ekonomisi’nin düzlüğe çıkabilmesi için yazılacak reçetelerin akılcı olmasının yanında, yurt dışındaki gelişmeleri de hesaba katan bir tasarımda olması gerekiyor. Yatırımların en doğru kaynağı özel tasarruflardır ama Türkiye’nin elindeki kaynaklar yeterli değil. Yabancı Kaynak bulmamız gerekiyorsa, ikna edici olmamız gerek.
“….doğru hikayeyi doğru şekilde anlatmalıyız…”
Ancak, ABD-AB-Çin üçlüsünün ekonomilerinde sorunlar meydana gelirse, bizim “ulusal program” diye ortaya koyduğumuz her plan dayanaksız kalacak. Çünkü ihracatımızın önemli bir kısmı AB’ye yapılıyor, küresel sermaye ABD’deki gelişmelere karşı çok hassas, Çin’in birçok ülkeyi üretimi ve çözümleriyle besliyor. Buralarda meydana gelebilecek sıkıntılar, toparlanma süresini uzatacaktır.
Bundan başka, ulusal para politikası uygulama imkanımız da yok. Faizleri yükseltsek ülkeye döviz girecek, para tabanı genişleyecek bu sebeple kontrolü elden kaçıracağız. Faizleri düşürsek, sermaye yurt dışına kaçacak, para tabanı daralacak, büyüme yavaşlayacak. O zaman yapılacak iş belli: Öncelik tespiti.
Eğer ülkenin önceliği kaynak bulmak ise, faizlerle fazla oynamadan doğru hikayeyi doğru bir dille anlatmalıyız. İnandıcılığın en önemli enstrümanı yasama-yürütme-yargı bağımsızlığını büyük uğraşlar sonunda sağladığımızı göstermek olacak.
Yatırımcılar benzer olaylara farklı karar verilen durumlarla karşılaşmayacaklarına ikna olmalılar. Her gün değişen mevzuatın eziyeti ile sınanmayacaklarını bilmeliler. Teşviklerden dış ticaret rejimine kadar her noktada akılcılık hakim olmalı. Yazışmalara keyfi olarak cevap veren veya vermeyen kamu kurumlarıyla karşı karşıya kalmamalı. Ben bunların gerçekleşeceğine dair inancımı korumaya devam ediyorum.
Bu yazı Emre Alkin’in kişisel blogundan alınmıştır.